Ahmetcan Aşiri

İdikut Roman


Скачать книгу

sözünü unutmamak lazım!

      – Aklımda tutarım. Bana yüklenen sorumluluğun ne kadar büyük olduğunun farkındayım!

      Onlar vedalaştı. Atay Sali saraydan çıktı ve Gumatı mabedine gelip, rahiplere bir müddet burada olmayacağını bildirdi.

      Bavurçuk Art Tekin ise bu işten emin oldu. Kendisini halâ beklemekte olan üç müsteşarın oturduğu toplantı odasına girdi ve Tora Kaya’ya emir verdi.

      – Atay Sali’nin bineceği attan siz sorumlusunuz! Yaşı küçük, yorulmayan atlarımdan birini hazırlayın, binip denesin!

      – Baş üstüne şevketli hakanım! Bu emrinizi yerine getireceğim! dedi baş eğip.

      Atay Sali yola çıktı.

      “Elçi göndermemiz doğru oldu diye düşünüyorum!” dedi. Sarayda tek başına kalan İdikut kendi kendine “Eğer elçi göndermeseydim Cengizhan ne yapardı acaba? Atay Sali’nin gitmesi Cengizhan’a olan büyük saygı ve mevcut vaziyete verdiğimiz önemdir. Hakan bunu anlar elbette. Ama Cengizhan’ın mektubuma güvenmemesi de muhtemeldir. Ne yapsam onun güvenini kazanabilirim? Batı Kıtan’a ödeyeceğim vergiyi durdursam, Kıtanlar devletimize saldırsa ne olacak? Cengizhan ise Kıtan İdikut savaşından yararlanarak bize istila seferi başlatırsa ne olacak? Hayır, bu düşünce doğru değil. Cengizhan’ın sihirli talebi ne? Elimden gelecek bir şey mi? Atay Sali döndükten sonra ne yapacağımız belli olur. Bu yanlış bir adım mı? Hayır! Hayır!” şeklinde muhakeme yaptı.

* * *

      Cengizhan ise elçilerini bekliyordu. – “«Talihsiz biri, kuytuya sığınsa başına kum yağar.» sözünde belirtildiği gibi işi ilerlemeyen bir kağan değilim ben!” diye kendi kendini teselli etti. “Uygurlar devlet kurmuş, yönetim geleneğine sahip, büyük medeniyet yaratan kadim bir halktır. Moğollar hiçbir zaman onlarla savaşmamış, birbirini öldürmemiştir. Bavurçuk Art Tekin bunu bilmiyor mu? O babasına göre akıllı bir İdikut, hepsini biliyor, derinden anlıyor. Bu İdikut, Kıtan’a rehin oldu, kaçtı, Kıtan onun düşmanı oldu. Batı Kıtan benim de düşmanım. Bavurçuk Art Tekinle mesafemizi yaklaştıran şey, işte budur. Ben Bavurçuk Art Tekin’i bir deneyeyim. Eğer o dediğimi yaparsa hayatta kaldıkça onu koruyacağım!” diye Kerulen vadisinde bazen yaya, bazen atlı yürüyerek uzun uzun düşündü. Cengizhan elçilerini bu vadide görmedi. Atının gemini çekip birkaç defa durup batıya uzun uzun baktı. Gene kimseyi görmedi. Morali bozulup yüzünün rengi değişti. Elindeki gümüşle süslenen kırbacını havaya kaldırıp bindiği atın sağ yanına bir darbe indirdi. At bu darbeden irkildi ve ok gibi fırladı. Cengizhan bargâhtan çok uzakta olduğu halde nasıl olup da böyle hızlı döndüğünü anlayamadı. Attan inip sarı çadırına girdi ve Angurat Noyan’ı hemen çağırdı. Hakanın atını özel muhafızlardan biri teri kurusun diye tutup yürümeye götürmüştü, sonra sarı çadırın ötesinde bulunan özel bir dirseğe atı bağladı. At hâlâ kıpırdanıp taş gibi toynağını yere vurup toz kaldırıyordu.

      – Sakin ol! dedi muhafız atın kalın yelesini okşayarak,

      – Bana sert bakma, sana vuran ben değilim. İyi ki kırbaçla vurmuş, eğer bir yere takılmış olsaydın mızrağı sana saplardı, hançerle kanını akıtırdı! Şükret!

      At bu sözü anlamıyordu, fakat kırbaç acısından kıpırdanıp duruyordu.

      Cengizhan çabucak gelip, çadırın aşağısında oturan Angurat Noyan’a bağırdı ve ona karşı dikildi.

      – Atlı asker göndermen lazımdı!

      – Elbette cenabı kağanım! Bugün yine atlı asker gönderdim. Elçiler İdikut’tan çıkmış olsa bizimkilerle karşılaşır.

      – Sen böyle mi düşünüyorsun? diye bağıran Hakanın boyun damarları kabardı.

      – Evet, böyle düşünüyorum, bugün bir haber olacak!

      – Neden bugün, şimdi bul! Şimdi! hâlâ kepekli başını kaşıyıp duruyor musun? Önüne çık, şimdi getir! “Köpeğin namusu olsa ayağını dişlemez.” dendiği gibi, sözü kestirip atmandan önce utan! Yanlış olsa da umudunu Tanrıya bağla!

      – Ben elçileri karşılamaya çıkacağım! Angurat Noyan bu eleştirilere dayanamadı ve çadırdan çıkınca üç atı beraberinde götürüp, elçileri getirmeye gitti.

      – Yılkı gibi yoldan şaşma! Yoksa hepinizi kovarım! diye bağırdı kağan.

      Çadır dışındaki muhafızlar bunu duyunca tüyleri diken diken oldu.

      Cengizhan’ın teveccühüne nail olmuş Angurat Noyan neden böyle azarlandı? Bunun nedenini sadece Cengizhan biliyordu. İdikut’tan gelecek haberin gecikmesi onu endişelendirmişti.

      – Bavurçuk Art Tekin kibirli, küstah, akılsızsa bana kazık atar. Bu, “Eğer cesursan sınırımızdan geç bakalım!” anlamına gelir. Eğer o böyle düşünürse ben ve Moğollar için bir felaket olur. Evet! Ben, yiğit Bavurçuk Art Tekin’in kibirden sallanan ayağına pranga takacağım. Benim o Uygurlara gücüm yeter. Kadimde büyük hanlık olan devletinin mirası toprağa gömülür, hepsini yerle bir ederim. Dağ keçisi gibi tepelere çıktığını görelim bakalım… Savaşta düşman saflarını perişan eden yiğitlere ferman verirsem tahtı at toynağım altında kalır. Eğer sözüme kulak vermez de üzerine saldırsam ne olacak? Kalkan, mızrakla savaşalım mı, öyle yaparsak düşman yenik düşecek. Hayır hayır! Yedi kat gökten inen şeytan beni kandırma!” diye korkulu karmaşık düşüncelere daldı Cengizhan.

      – Bu telaş nerden çıktı?

      Ey Tanrım! Bavurçuk Art Tekin’in kalbine iyilik ver! Ben çok güçlüyüm ama Uygurlara asla istila seferi yapmayacağım. Ey Tanrım! Sözümü tutmazsam gazabına uğrayayım. Beni şimşek çarpsın, lanetin üzerimde olsun!

      Cengizhan şimşekten, Tanrının gazabından çok korkardı. Onun bu defa Tanrı karşısındaki yeminine sadık olduğu sonradan Bavurçuk Art Tekin’le olan ilişkilerinde ifadesini buldu. Şimdi ise Cengizhan, sanki birisi yüreğini okla delmiş gibi sendeleyip durdu. Şu an Kerulen vadilerinde esen meltem onun ağır gövdesini hafifletmiş oldu.

      Sarı çadır etrafındaki muhafızlar arasında birden kargaşa koptu, onlar her taraftan koşarak geliyordu. İki atlı atlarını hızla koşturup gelmekteydi. Cengizhan, çadır önüne geldi. Çadırı savaşçı askerler kuşatmıştı. Angurat Noyan Uygur devletinden gelmekte olan misafirler hakkında Cengizhan’a bilgi verdi.

      – Geliyorlar kağanım! dedi Angurat Noyan, attan atlayarak yere diz vurdu

      – İdikut’tan, Beşbalık’tan elçi geliyor!

      –Azametli Yiğit! dedi Cengizhan onun omzuna hafifçe dokunarak, – Sonunda bulmuşsun! Aferin sana!

      Kağan, müjde için çok sevindiğini ifade etti. Böyle ifadeleri önceleri çok nadir kullanmıştı. Ama o hiç kimseyi böyle telaşla beklememiş ve rahatsız olmamıştı. Şimdi endişelerini bir kenara bırakıp kendine geldi. Umut kıvılcımları aleve dönüşüp kalbini aydınlattı.

      – Kaç adam? Bizimki mi? Yoksa İdikut’tan gelen adam var mı? diye sordu kağan.

      – Uygur! Yalnız! diye cevap verdi Angurat Noyan gözünün çapağını çıkararak.

      Cengizhan iki gündür göz kamaşma hastalığına yakalanmıştı, bazen at kuyruğundan yapılan bir ağı göz önüne takıyordu. Şimdi onu bıraktı, gözü aydınlandı.

      – Hemen git! Muhafızlar saçma sapan konuşup o elçiyi rencide etmesinler! dedi kağan.

      – Baş üstüne kağanım!

      Kağanın düşündüğü