Ahmetcan Aşiri

İdikut Roman


Скачать книгу

bu açık sözlü adamın kim olduğunu merak edip sordu.

      – Akıllı adama benziyorsun! Sen kimsin?

      – Ben İdikut! Bavurçuk Art Tekin!

      O yerinden sıçrayıp dizlerini döverek kendini tutamadan kâhkaha attı ve sopasıyla İdukut’u dürttü.

      – Bavurçuk Art Tekin’in yolundan git! Sende bende öyle talih nerede! Sen belki abdal yahut dervişsin? Ey ahmak! İdikut böyle dolaşır mı? Subaşında, koyun arasında benim gibi zavallıyla sohbet eder mi? Ahmak! Kafan olsa da aklın yokmuş senin! Dervişliğini yap! Eğer hakan senin gibi halk arasında dolaşıp halkın sıkıntısını ve derdini kendi gözüyle görmüş, şikâyetini duymuş olsaydı benim sevdiğim İdikut olurdu.

      Bavurçuk Art Tekin her ne dese de ona kendisinin gerçekten İdikut olduğuna inandıramayacağını anladı ve onun elini sıkarak, – Beni yazda Beşbalık’tan, kışın Turfan’dan bulabilirsiniz! diyerek vedalaştı.

      Çoban yine inanmadı.

      – İdikut’ta kalender dervişler çoğaldı. Belki tekrar burada görüşürüz! diyerek İdikut’u dervişe benzetip alay etti. O, abasını sürüyüp beş on adım yürüdü, atlarını mahmuzlayıp uzaklaşan adamlara bakarak düşündü.

      – Bir düşün ki, öyle güler yüzlü, samimi bir adam derviş değil, tüccar değil, o zaman kim? Muhafızları çokmuş! İdikut diyor! Hayır! Bunlar Tilavet Mabedine giden zavallı rahipler olsa gerek.”

      Çoban derin düşüncelere daldı, abasının geniş kolunu sallayarak onların arkasından bakakaldı.

      Çobanın açık sözü ve fikirleri İdikut’un aklıda kaldı. Bu gizli yolculukta her türlü kişiyle yapılan görüşmelerde İdikut’un üzülmesinden korkan ve çok mahcup olan Tora Kaya bu tür yolculuğun devam etmesinin şimdi gereksiz olduğunu İdikut’a usulca anlattı.

      – Cenabı âli zat Bavurçuk Art Tekin! dedi biraz duraklayıp,

      – Böyle yolculuk yapan bir hakanın birden bire saraydan ayrılmasını halk bilmese gerek. Yoksa şimdi olduğu gibi anlaşmazlık ortaya çıkar. Ben sizi yanlış yola sevk etmişim. Halk bizim halkımız olsa da düşman yabancıdır… Bundan kaygılanıyorum.

      – Bazılarının bilmiş, bazılarının bilmemiş olması daha iyi diye düşünüyorum muhterem serdar! dedi İdikut nezaketle, – Korku ve endişeyle bu devleti yönetemem.

      Tora Kaya, Tekin’in bu güzel cevabını beğendi ve bu konuda bir daha ağzını açmadı.

      – Yine dolaşalım! dedi Bavurçuk Art Tekin merakla, – Duymaktansa görmek, dokunmak daha iyidir! diye konuştu.

      O, Astana kabristanının yanındaki Turfan kabristanlığına doğru yürüdü. Beraberindekiler onu takip ettiler. Bavurçuk Art Tekin çok büyük bir üzüm teveğinin yanına geldiğinde alaca kır atından yere atladı. Muhafızlar onun atını bir ağaca bağladılar. Diğer iki devlet adamı Bavurçuk Art Tekin’in arkasından girdiler. Üzüm teveklernin ötesinde buğday harmanı vardı. Yanındaki birçok çuvala buğday doldurulmuş ve bir tarafa yığılmıştı. Geniş ve uzun üzüm teveklerinin altında serin bir hava vardı. Gölgelikler temiz süpürülmüş, her şey yerli yerinde, gölgeliğin bir tarafında ise marangozluğa ait aletler asılmış duruyordu. Burada saçları bembeyaz yaşlı bir karı koca bir şeylerle meşgul oluyordu. Kocası kalburla buğday ayıklıyordu, karısı ise at kuyruk ve yelesinden yapılmış elekle un eliyordu. Koyu renkli bir sepette meyveler sebzeler duruyordu. Ocakta yemek, tencerede ekmek pişiriliyordu. Su kabağında soğuk su vardı. Ahşaptan yapılmış teknede elenmemiş unun yarısı duruyordu. Kazan başında kavak kütüğünden güzelce oyulmuş, tam ortasına çubuktan bir sap geçirilmiş kova ve onun gibi kaplar bir şeylerle doldurulmuştu.

      Başına takke giymiş yaşlı koca, bu yabancı misafirleri görünce elindeki kalburu henüz elenmemiş çerçöp dolu buğday üzerine fırlattı ve toz toprakla bulanmış ellerini yıkayıp, beyaz gömleğinin eteğine sürdü. Sık sakal ve bıyığını okşayarak, uzun boylu, gövdeli bu gençlere baktı. Bu yabancı kişiler gülümseyerek yaşlı kocaya doğru yaklaşıyordu. Selamlaştıktan sonra yaşlı koca sordu, – Siz nerelisiniz? Buraya neden geldiniz? Burada ne arıyorsunuz?

      Yaşlı çiftçi bu sorularla onları tanımak istedi,

      – Buyurun, içeri girin, oturun!

      – Ben Beşbalık’ta doğdum! diye kendini tanıtmaya başladı Bavurçuk Art Tekin, bu defa kendini gizlemedi

      – Adım Bavurçuk! İdikut Devletinin hakanı. Sizin durumunuzu öğrenmek için geldim.

      Bavurçuk Art Tekin, yanındakileri tanıtmadı. Onlar da hiç konuşmadan hanı dinlediler.

      Yaşlı çiftçi başını sallayıp gözlerini yumup kahkaha attı. Gülmekten kendini tutamayıp yaşlı karısının yanına giderek bir şeyler söyledi, karısı da güldü. Sonra dönüp, kirlenmiş takkesini elinde sıkıca tutarak,

      – Buyurun hakanım! buyurun! Yukarı geçin! Sıcak ekmek yiyin çay için! dedi.

      Misafirler eski bir minder üzerinde oturdular.

      Ak yağlık takmış yaşlı karı temiz kâselere çay döküp, kocasının yanına gelerek yufka ekmekleri böldü. Kocasına, fısıltıyla, bu ekmekleri onların kâselerine koymasını söyledi ve oradan yavaşça uzaklaştı. Misafirler bir birine manalı manalı baktılar. Adet gereği Bavurçuk Art Tekin çaydan birazcık içti, diğerleri ondan sonra içmeye başladılar. Onlar keyifle oturuyordu. Yaşlı koca, kendisini İdikut diye tanıtan kişiye sürekli bakıyor, binbir türlü düşünce kafasını karıştırıyordu.

      “İdikut diyor! Hakan diyor! Altın taç takmayı sen de arzu ediyormuşsun! Huda’nın toprağında kimler doğmuyor? Ama yeter ki kendini ve başkalarını kandırma!” diye düşünen yaşlı adamın gözü misafirlere dikilmişti. Bavurçuk Art Tekin’in İdikut olduğuna hiç inanmadı. Kendinden söz etmeye başladı.

      – Ben yaşlandım! Gücüm tükendi ama şükrediyorum! dedi. Bavurçuk Art Tekin’e dönerek, – Bir şey sorarsan cevap vereyim ama sizin gibi yalancı değilim!

      – Tarlanız var mı? diye sordu Bavurçuk Art Tekin.

      – Var ama karnımız aç!

      – Neden?

      – Buğdayı Kıtan’a vereceğiz. Gördüğünüz şu çuvallardaki aşlık Kıtanlara gidiyor. Bana kalanı işte yerde duruyor. Yaşamak gerek, o yüzden üzüm de satıyorum!

      – Niye Kabristanlığa bitişik ev yaptırdınız? diye sordu İdikut.

      – Ölülere diri adam gerek! Onları gözetliyorum, koruyorum. Burada İdikut’un önceki kutsal ataları yatıyor. İdikut İyen Tömür de burada. O hakandan bize iyilik gelmedi. Kıtanlara gerek, hakana gerek diye elde ettiğimiz her şeyi tastamam aldı götürdü. Bize bir şey bırakmadı. Bugün İdikut olmuş kişi doğruyla yanlışı, dostla düşmanı ayrıt edebilse, iyilere ödül kötülere ceza vermeyi becerebilse güzel olur diye düşünüyorum. Duyduğuma göre o han, memleketten memlekete dolaşıyormuş. Umarım halk arasında saygı ve şeref bulur! İdikut’umuzun ömrü uzun, hanlığı ebedi olsun! dedi.

      Biraz durdu ve Bavurçuk’a,

      – Sen kendini iyi bir insan zannediyor musun? diye sordu ciddi ciddi bakarak.

      Bavurçuk Art Tekin durakladı. Halk ve devletin önünde büyük hizmetleri başarmadan, “Evet ben iyi bir insanım!” demeye cesaret edemedi.

      – Rahat ol! Kimse kendine ben iyi ya da kötüyüm diyemez ki. Han da öyledir! dedi yaşlı koca.

      – Ben Beşbalık’a