Ahmetcan Aşiri

İdikut Roman


Скачать книгу

miğfer, üzerine zırh giymiş İki cellât gelip Bavurçuk’un ellerindeki kelepçe, ayaklarındaki prangayı boşalttı. Kaçmasını önlemek için boynuna kement geçirdi. Başını bir kara tahtaya soktu. Bavurçuk Art Tekin birden haykırdı, – Elimde sesli ok ve yayım yok! Varsa bana verin, ne olur! Kendi kendimi hedef alacaktım. Atmıyor musunuz? dedi mağrur halde askerlerine.

      Askerler bu defa da Bavurçuk Art Tekin’in fermanını dinlemedi. Bu yüzden Bavurçuk Art Tekin kendi kendini öldüremedi. Aksine onlar nice bin ok ve yayla İyen Tömür’ü hedefe aldılar.

      – Kutlu Yiğit! Bavurçuk Art Tekin! İdikut Bavurçuk! diye haykırdı askerler.

      Bavurçuk Art Tekin’in başına geçirilmiş kara bir maske vardı, etrafında neler olduğunu göremiyordu. O sadece sesli ok ve yayın ıslığını duydu ve endişeye kapıldı. Kendisinin keşfettiği sesli ok ve yay kendi yüreğini delmedi, acı vermedi. “Kimi hedef aldı acaba?” diye merak etti. Boynundaki kement ve yüzünü kapatan maskeyi birisi çözdü.

      – Hemen, şimdi! diyen sesten bu kişinin üstadı Atay Sali olduğunu anladı.

      – Kim öldü?

      – İyen Tömür! İdikut!

      Bavurçuk Art Tekin’in vücudunu bir titreme kapladı, sonra çocuk gibi sesini koyverdi ve ağlamaya başladı.

      – Ah babam! Onu neden öldürdünüz?

      – Halkın hükmü böyle! dedi Atay Sali ve onu çocuğu gibi bağrına bastı, kıvırcık saçlarını okşadı

      – Bundan böyle senin baban da annen de halktır! diyerek teselli etti.

      Ötede bir yerde, ıslık çalan okun isabet ettiği İyen Tömür uzanmış yatıyordu. Yanında kimse yoktu. Bavurçuk Art Tekin titreyen ayaklarıyla oraya, babasının cesedi yanına adım adım yaklaştı, açık kalmış gözlerini usulca kapattı. Cesedini yavaşça kaldırıp kucağına aldı ve hasretle yüzünü onun yüzüne değdirdi, bağrına sıkıca bastı. Yaş dolmuş gözlerini yumdu. Üç dört asker gelip darağacını ateşe verdiler. Zindancıbaşı askerlere uzun uzun yalvardı, yakındı, feryat etti, sonra sesi kesildi.

      Atay Sali, Bavurçuk Art Tekin’in yanına gelip,

      – Sabret, çok üzülme. Bu adam kendi kabrini kazmış. Bak, cenabı Bavurçuk Art Tekin! diyerek eliyle işaret etti

      – Başını çevir, o tarafa bir bak, işte geliyor!

      Bavurçuk Art Tekin başını kaldırıp baktı. Tora Kaya, Bulad Kaya, Tarkan Bilge Buka gibi muhterem zatlar geliyordu.

      – İşte senin yiğitlerin! Onları kurtardılar! dedi Atay Sali.

      Bavurçuk Art Tekin bir şey demedi. Giysileri yıpranmış, sakal bıyıkları uzamış, toprak rengine bürünmüş masum insanlar Bavurçuk Art Tekin’le görüşüp, baş sağlığı dilediler ve mateme iştirak ettiler. Akıllı bir adam olan Tora Kaya, – Sen hiçbir şeyden korkmayan cesur bir aslansın, boynun bükülmesin! Halk seni bekliyordu. Kendi derdinden daha büyük bir dert var! O da halkın derdidir. Onların bağımsızlık ve hürriyet derdi var. Biz seninle beraberiz! Biz seninle olmaktan şeref duyuyoruz! dedi.

      Bavurçuk Art Tekin onun güzel söz ve düşüncelerinden memnun oldu. Aslında İdikut onu aydınlatmıştı…

      Bavurçuk Art Tekin babasını Beşbalık kabristanına değil başka bir yere ya da rahmetli annesinin yanına defnetmeyi düşündü. Babası için bir yün gömlek dokuttu, ayağına kilimden bir çorap giydirdi. Tabip ve eczacıları getirip, ebedi saklansın diye babasının cesedini mumyalattı ve onu Astana kabristanlığına törensiz bir şekilde gömdü.

      Kabir taşına “İdikut İyen Tömür, Halk gazabının kurbanı” diye yazıldı.

      GİZLİ DERT

      Bavurçuk Art Tekin İdikut Devletinin İdikutu olarak tahta geçti, bu sebeple yapılan kutlama töreninde İdikut halkı şöyle dedi, – Türk sülalesinden İdikut olan hakanımız, hanımız, efendimiz, halkın amiri, Tanrı temsilcisi İyen Tömür’ün oğlu Bavurçuk Art Tekin’den biz çok memnunuz. Tanrı onu yüceltsin. Ona uzun ömür versin ve mutlu yaşatsın. Ona eşsiz bir saltanat ve istikrar versin. Onun toprağını genişletsin ve zenginleştirsin. İdikut halkı onun hayır ihsanı ve iyiliğinden yıldız gibi parlasın, saadet bulsun. Onun gayesi gerçekleşip Uygurlar huzur bulsun. Tanrı onun gazabına uğrayan düşmanlarını zelil ve perişan etsin!

      Bavurçuk Art Tekin İdikut devletine İdikut olduktan sonra halkın durumunu yakından öğrenmek için uzun bir yolculuğa çıktı. Tora Kaya ve Tarkan Bilge Buka da ona eşlik etti. İdikut’un atlı muhafızları eşliğinde yola çıktılar. Turfan halkı ve onların toprağı nice yıldır soğuk ve şiddetli rüzgâr, kar fırtınası ve yağmur görmemişti. Yazın İdikut’ta insan tahammülünü aşan aşırı sıcaklar oluyordu. Özellikle bu sene insanlar hep bodrumlarda yaşadı. Kuşlar uçsa kanatları yandı. Bu yüzden bu yerlerde dolaşan hayvanlardan ceylan, ak samur, yabani eşek, Tibet öküzü, kuşlardan ise kartal, şahin, çakırdoğanlar Turfan civarında gezinip duruyordu, hepsi Tanrıdağ sularına susamış da hiçbir şeyden korkmadan, çekinmeden su arıyor, su bulunca hep beraber başlarını sokup su içiyordu. İdikut Bavurçuk Art Tekin’e refakat eden devlet erbabı da subaşına gelip durdular. Bindikleri atlar, ağzına takılan gemler çıkartılmamasına rağmen dudaklarını suya gömmüş adeta suyu sömürüyorlardı.

      Tanrıdağ, tepesinde güneş doğmadan önce çobanlar tabak kuyruklu kara koyunlarını bu tarafa doğru sürüp geliyordu. Suya yaklaştıklarında onların sürü sahibi oldukları anlaşıldı. İdikut onların ceketlerinin sırtına sarı sırma iple gül ve ağaç desenleri işlendiğini fark etti, bu onların özel bir işareti olsa gerek. Çobanlar bu sıcaklara alışmış olmalı ki hiç terlemiyordu. Yüzleri, kara taş gibi parlıyordu. Ellerinde sopa, omuzlarında ok ve yay vardı. Onlar selamlaştıktan sonra hakanın sol tarafında oturdular ve avuçlarına su alıp yüzlerini yıkadılar. Bu garip misafirlere kimsiniz, nerden geliyorsunuz diye sorulmadı. Onlar sadece kendi işine bakan dürüst adamlardı.

      – İdikut devletinin hakanı, Bavurçuk Art Tekin adlı bir yiğitmiş, doğru mu? Duydunuz mu? dedi bir çoban İdikut’a bakmadan yüzünü yıkarken. Sudan bir iki avuç ağzına aldı ve çalkaladıktan sonra bir tarafa tükürdü, sözüne devam etti, – Babasını kendisi öldürmüş! Cesur bir adammış. Babasını öldürmesi kötü bir şeydir. Ama o yiğit, Kıtanlara karşı hareket ediyormuş. Duyduğuma göre, babası onu Kıtanlara rehine olarak göndermiş. Biz kış olsun yaz olsun Turfan’a hiç giremeyiz, bu dağ, otlak, sulak vadilerde yaşayan insanlarız.

      Bavurçuk Art Tekin, yanındakilere sakin olun mesajını vermek için başını hafifçe salladı ve güldü. Tora Kaya, Tarkan Bilge Buka kendilerini tuttular ve onlara sıcak baktılar. Muhafızlar da Bavurçuk Art Tekin’in “Sakın bir şey yapmayın!” mesajı veren işaretini anladılar ve kılıçlarını kılıfından çıkarmadılar. Bavurçuk Art Tekin çobanları biraz daha dinleyip sonra kendini tanıtmayı düşündü.

      – Koyun çok, otlatmak da zor değil ama bu işte zorluk çıkaran bir şey var. Hiç hoşuma gitmiyor. dedi çoban.

      – Onu öğrenebilir miyiz? diye sordu İdikut ona gülümseyerek bakıp. Çoban sinirlenerek yerinden kalktı ve bu garip yolcuya sert baktı.

      – Bir olan Huda’ya et, ekmek, altın gümüş gerekmez. Ama yerdeki hudalar; hakanlar, serseriler; altın gümüş, et, at, sığır… hepsini alıp götürür yer! Namussuz vicdansızlar! Ejderha! Huda’ya yemin ederim ki, gerçekten ejderhalar! Bak kardeşim! Bunlar boş laf değil, hepsi gerçek! Ben yetmiş yaşını geçtim. Ömrüm sürü otlatmakla geçiyor. Sürülerim Kıtan’a gidiyor. İdikut halkının açları