Arslan Koyçiyev

Bedel Geçidindeki Lanet


Скачать книгу

bak!” diye kendi kendine şaşırıyordu. Dağlarımızdan kesilen köknar ağaçlarının, cami yapımı için de uygun olduğunu duymuştu.

      Ofisin kapısı açıldığında Komiser göründü. Tercümanı da amirin beyaz sopası gibi her zaman yanındaydı. Halk, onu görünce saygıyla başını eğdi. Komiser, yüksekliği beline kadar gelen ince tahtadan yapılmış korkuluklara dayanarak toplananlara baktı.

      –Kırgızlar! dedi Komiser. Toplananların kendi aralarında mırıldanmalarını kesip, dikkat çekmek istedi. Kırgızlar konuşmalarını bitirip, Komiser’in söyleyeceklerine dikkat kesildiler.

      –Kırgızlar! Bugün sizleri sayın Çar’ın emriyle buraya çağırdım.

      Sesini açmak için biraz öksürüp, kendisini izlemekte olan Kırgızlara baktı.

      –Elli sene önce yüce Çar sizlere büyük yardım göstererek kendi yönetimi altına almış, sizi halkı olarak kabul etmişti.

      Şimdi de size, Kırgızların bizim halkımız olduğunu göstermenizi emrediyor.

      Komiser’in konuşmasını anlamadan şaşkınca bakan Kırgızlar, tercümanın çevirmesini bekliyordu. Komiser’in “Kırgızlar halkımız olduklarını göstersin.” dediğini tercümandan duyunca toplananlar canlanıverdi. “Ne istiyor bizden?” der gibi yerlerinde hareketlendiler.

      –Almanya ile savaşmakta olan Rus İmparatorluğu’nun askere ihtiyacı var. Sayın Çar Tüzem halkından, Kırgızlardan, Kazaklardan asker toplamamızı emretti! dedi, komiser.

      Tercüman bunu tercüme etti. Topluca Komiser’e bakıp ilk önce yerlerinden doğrulan Kırgızlar “Asker toparlayacak” sözünü duyunca “Aman, ne diyor?” diye duyduklarına şaşırıp, sarsıldılar.

      Kırgızların şaşırarak baktığını gören Komiser “Bunlar yanlış anladılar herhalde.” düşüncesiyle konuşmasını yüksek sesle tekrarladı.

      –Almanya ile savaşmakta olan Rus İmparatorluğu’nun askere ihtiyacı var. Beyaz Çar Tüzem halkından, Kırgızlardan, Kazaklardan asker toplamamızı emretti. On sekiz yaşından kırk yaşına kadarki erkekler listeye alınacak! Sizlerin yüce Çar’a yapacağınız iyilik bu olacaktır!

      Tercümana baştan tercüme ettirdi, dinleyenler yine susarak baktı. Komiser’in sözü tepelerine inen bir şimşek etkisi yaşatmıştı. “Asker alacak” sözü “Şimdi Ruslar canımızı yakacak.” diye duyulmuştu sanki. “Vah vah öyle mi?” diye bazıları üzüldü, bazıları sinirlendi. Örme kamçılarını iki büklüm yapıp kemerine kıstıran “Boluşlardan, köy muhtarlarından olmasam da heybetliyim, hakkım olmasa da grup toplantılarına katılabiliyorum.” diye övünen köy ağaları bile ses çıkaramadan, susarak öylece duruyorlardı. O zaman akıllarına ihtiyar Kalıgul geldi. Kimileri de Arstanbek’i hatırladı. Çoğu, kendi kendine kelime-i tevhit getirerek “Tövbe” diye mırıldandılar.

      “Ruslar alır yerini,

      Kırar senin belini,

      Korursun sarı arazini,

      Askere vereceksin,

      Karnından çıkan oğlunu!

      diyerek bilmem kaç yıl önce kim söylemişti, Ruslar daha buraya gelmeden dememiş miydi?” diyerek kelime-i tevhit getirdiler. Ermişlerin dediklerinin gerçek olduğuna şaşırarak, “Söyledikleri sonunda gerçek oldu!” dediler. Hatta bazılarının korkudan akılları yerinden uçtu. Geleceklerini düşününce hayalleri, umutları karamsarlıklar arasında kaybolup gitti.

      Kırgızların bu halini gören Komiser şaşırdı. Onların yüzlerine baktığında mutlu olan birini göremedi.

      –Ama bilin ki, Kırgızlardan alınan askerler savaşa direk katılmayacak! Sizden gidenler artçı olarak kalacaklar. Siperde kalarak artçı işlerini yapacaklar.

      Kırgızlar, Komiser’in söylediğine inanmadılar.

      –Artçı dediğin kurşun getirir, askerin kurşununu getirip, onun yanında bulunup da savaşa girmemek de nasıl bir şeymiş? dedi boluşların biri.

      –Ne zaman alacaklarmış? diye sordu bir başkası.

      –Asker vermekten başka çareniz yoktur! Her boluş, on sekiz yaşından kırk yaşına kadar olanların listesini oluşturmalı! Ağustosun ortasına kadar yapılacak bu işler! dedi Komiser.

      “Çok erkenmiş! Ağustos dediğin ayak oona değil mi?” diye Kırgızlar kendi aralarında tartışarak hangi ay olduğunu belirlediler. “Ay bitiyor şu an ay karanlık, demek ki bir kaç gün sonra baş oonanın yani eylülün ilk günü olacak. Bu ay ortasında hava bozulup dağların tepesine sis çökecek, demek ki çok az vakit geçtikten sonra yeni ay başlayacak” diye ağustosun hangi aya denk geldiğini belirlediler. Arkadakiler yavaşça yürüyerek gitmek için hazırlanmaya, atlarını su kenarından çekip eyere asılı olan üzengileri indirmeye başladılar.

      “İzinsiz nasıl gideceğiz?” diye sırtını dönüp gidemeyen bir boluş da demin kilisenin ne olduğunu Mukay’a anlatan köleye fısıldayarak “Halktan asker alacaklarmış, halka söyle” dedi. Babasının yanında duran Mukay da bunu dinliyordu. “Kırgızlardan asker alacaklarmış, sen erkenden gidip halka söyle.” diye tekrarladı Boluş. Kırgız kölenin aceleyle köyden çıktığını fark etti Mukay.

      “Nikeley, Nikeley!” nidasıyla, savaşacaklarını akılları alamayan Kırgızlar, başlarını öne eğerek sırtlarını dönüp yavaşça gitmeye başlayınca Komiser onları durdurdu.

      –Kırgızlar! Pişpek ile Prceval yani sizin Karakol dediğiniz şehrin valisine vergi olarak toplanan hayvanlara saldırıp çalanlar çoğaldı. Halkınızı kontrol edin, yoksa ceza alacaksınız! Aklınızda olsun, Kara Baltanın yukarı tarafında at sürüsüne saldıran Kırgızlar yakalandı, askerî mahkeme onları idamla cezalandırdı. Bu olay size ders olsun! dedi Komiser.

      Komiser yılkı sürüsüne saldıranları anlatırken Kambar Boluş dikkatle dinledi.

      –Geçende Rus devletinin tebaaları Çin’e girip, at sürüsüne saldırmış! Yasaya uymayan, imparatorluğun sınırını bozan haydutları hemen kendi isteğinizle bulun!

      Toplananlar kendi aralarında fısıldaşarak, sanki hiç ummadıkları bir olayı duymuş gibi birbirlerine bakıyordu. En son Bugu Boyu’nun Turpan’a giderek hayvan çaldığını ve o zaman Rus yönetiminden sert tepki aldığını, bunun son defa olması gerektiğini hatırlattıklarını unutmamışlardı. Şu sıralar afyon kaçakçıları zamanı diye biliyorlardı, meğerse barımtaçılar da mı varmış? Toplananlar “Duymadık, bilmiyoruz, biliyorsak Allah çarpsın!” diyorlardı. İlk defa duyuyormuş gibi gözükmeye çalışan Kambar Boluş da omuzlarını silkip fark ettirmedi, “Allah korusun!” diyerek diğerlerine katıldı.

      –Tekes’in karşısındaki göçebe Kalmukların yılkı sürüsüne saldıranlar aranmaktadır. Saldıranların, yüce Çar’ın tebaasındaki Kırgız veya Kazaklardan olduğu tahmin ediliyor! dedi, Komiser.

      Kambar Boluş, “Kazak” kelimesini duyunca “Her zaman Kazakları suçlar İnşallah.” diye umuyordu içinden.

      –Duymadık vallahi! Çalınan yılkı sürüsü yoktur bizde! diye Kırgızlar yine bir defa daha mırıldanarak tekrarladılar.

      Komiser konuşmasına devam etti:

      –Yılkı sürüsüne saldıranlara, onları kovalayanlar yetiştiğinden sürüyü bırakarak kaçmışlar! Ancak, ölen biri varmış. Ağır yaralanan iki Kalmuk da sonra ölmüş! Kim olduklarından haberiniz var mı?

      –Nerelilermiş? diye Kırgızlar hep birlikte sordular.

      –Sürüye