Akedil Toyşanulı

Türk-Moğol Mitolojisi


Скачать книгу

hakkındaki mitte de hayvanların birbirinden, tabiattan hiç ayrılmadığı kısacası âlemin yaratıldığı dönemi görmekteyiz. Bu konu sadece Kazaklarda bulunmaktadır:

      “Yeryüzündeki bütün hayvanların yaratılışı tamamlandıktan sonra tavşan yaratılmış. Bu sebeple on iki organını kendisinden önce yaratılan hayvanlardan istemiş. Tavşan dudağını deveden, kulağını eşekten, kuyruğunu keçiden, ayağını itten, diğerlerini de başkalarından almış. Hayvanların hepsine borçlu kalmış tavşan. Bunlar alacakları ister mi diyerek üzülüp kendi gölgesinden de korkar gizlenir kaçarmış. Hiçbir zaman hayvanlar yürek ile karaciğerlerini vermek istemedikleri için o, yüreğini sudan karaciğerini taştan almış. Korkak adamlara “tavşan yürek”, “su yürek” denilmesinin sebebi budur. Tavşan yavruladıktan sonra başka hayvanlar gibi yavrusunu beslemez. Üç gün sonra ilişkiyi keselim deyip bırakır gider. Tavşanın yavrusuna acımaması karaciğerinin taştan yaratılmasından dolayıdır. Genellikle akrabasına merhamet etmeyen insanlara “taş karaciğer” denilmesi bundan dolayıdır (Mınjanulı, 1996: 131-132).

      Saf deve kendisinin güzel organlarını başkalarına paylaştırıp vermiş; geç doğan tavşan ise tam tersine başkalarının gerekli organlarını almış, su ile taştan da parça almış. Bilmecede bu durum şu şekilde tasvir edilmektedir:

      1 Eşek kulaklı, deve dudaklı,

      İt bacaklı, geyik kuyruklu.

      2. Atı karnına kıstırıp,

      Deveyi dudağına kıstırıp,

      Eşeği kulağına kıstırıp

      Kurdu at yapıp binip,

      Haydi denildiğinde yürüyüveren (BS6, 2002: 76-77).

      Tavşanın bu şeklinden kaynaklı değişik yapıda bir hayvan oluşu ile ilişkili farklı türde açıklamalar yaygındır. Tatarlar, onun isminin söylenilmesini yasaklamakta, onu “uzun kulak, kır tekesi, çal teke, pırıyk, kırtıy, miran” şeklinde adlandırmaktadırlar. Onlarda “tavşan” hakkında “Çal tekede boynuz yok.” şeklinde bir atasözü de vardır (Mehmutov, 2001: 28). Kazak, Moğol ve Tuvalılarda baksı tavşanın ilkbaharda eriyen kara nefes vermesi, üfürmesi konusu ortaktır (Vahatov 1983: 110; Pürev 2002: 241; Monguş, 2002: 189).

      Bir başka mit grubunda hayvanların hayatı ile onların beslenme özelliklerine ilişkin etiyolojik açıklamalar yapılmakta, hayvanlar insan ile bir tutulmaktadır. Arkaik mitler genellikle toplayıcılık döneminden haber vermektedir. Örneğin; insanın niçin etobur, hayvanın niçin otobur olduğunu yani iki tür arasındaki bu farklılığın sebebini ortaya koyan mit vardır: “Geçmiş zamanda insanlar da hayvanlar gibi ot yiyorlarmış. Zamanla insanoğlunun aklı yetkinleşip hileyi öğrendikten sonra hayvanları yakalamış, onlara ait meraları sahiplenmişler. Çok ot toplayıp stok yapar hâle gelmişler. Zorluğu görüp acele eden hayvanlar yaratıcıya ricalarını bildirdiklerinde Tanrı “Artık siz otobur olun insanlar da sizleri yiyenler olsun.” diye hüküm vermiş. O zaman ilk önce koyun kabul etmiş, yaratanın elini koklamış. Keçi karşı gelmiş, bağırmış. O günden beri koyun kesilirken sessizce yatar, keçi kesildiğinde ise bağırır. Kazakların koyunun başına saygı göstermeleri ve onu pişirdikten sonra evvela burnu kesip yiyerek büyüsel bir hareket gerçekleştirmeleri, Tanrı’nın elini koklamasından ötürü kutsal olmasıyla ilgilidir. O zaman kurt “İnsan et yiyecekse ben ne yiyeceğim?” demiş. Tanrı ona “Sen kuş kirazı ye!” demiş. Kurt, “Kuş kirazı mı yiyeyim boyun mu yiyeyim?” diye tekrar edip yanılmış, oradan sıvışmış. Kurdun, kalabalık koyun sürüsüne saldırdığında onları boynundan tutup yemesi buradan kaynaklanıyormuş.”2. İşte bu mitte insanların otçul olduğu dönemin izleri vardır. Toplayıcılık ile hayvancılığın değişiminin sebepleri bu şekilde açıklanmıştır. İnsanların stok yapmaya başlamasının mülkiyetin şekillenmesine etki ettiği açıktır. Bu olayın izi de yukarıdaki mitte vardır. Aynı şekilde Kazaklarda “eskiden insanlar da hayvanlar da ot yemiş.” ifadesiyle başlayan mitler de vardır (KF 1972: 53).

      Bu mitin Kazaklar arasında bir varyantı daha bulunmaktadır. “Yaratıcı dünyayı ilk yarattığında insanı da hayvanı da otobur yaratmıştır. Daha sonra insan ot yedikçe kanaat etmemiş, meranın çoğunu zapt edip hayvanları meradan sürmüş. Aç kalan hayvanlar toplanıp yaratıcı Tanrı’ya isteklerini iletmeye karar vermişler, koyun ile keçiyi de aracı göndermişler. Koyun ile keçi Tanrı’ya “Yeryüzündeki otun hepsini insan sahiplenip bizi otlatmıyor.” şeklindeki şikâyetlerini bildirmişler. Hayvanların bu isteğini yerinde gören Tanrı aracılara “Öyle ise insanoğlu bundan sonra ot yemesin, otları sizler yiyin. Fakat insanlar da sizleri yiyecek etsinler.” demiş. Bu karara koyun razı olmuş, keçi razı olmayıp dönmüş. O zaman hayvanların en kurnazı inekmiş. O sabahleyin herkes uykudayken otlağa gider, burada yayılıp karnını doyururmuş. İnsanlar otlağa gittiğinde öğle oldu deyip, dönüp yatarmış. İnek otlaktan geldiğinde aracılar da dönmüşler. Tanrı’nın emrini işittiğinde sevinen inek, tekrar otlağa gidip karanlık çökene kadar amaçsız bir şekilde yayılır; geceye kadar ağırlığını kaldıramayacak hâle geldikten sonra zorla dönermiş. Tan atana kadar karnı şişip inleyerek azap çekermiş. İnsanın dışlamasından dolayı karnı doymayan deve dolaşmış, çorak yerlerde yetişen sert otları arayıp yayılayım diyerek uzaklara gitmiş ve Tanrı’nın emrini yarım yamalak duymuş. Emre razı olmayan ve koyunun saflığına kızan keçi kesilirken bağırarak razı olmadığını gösterirmiş (KAE 2002: 18). Bu konunun sadece kurtla ilgili anlatılan varyantları Moğollarda bulunmaktadır. Böylece bu konudaki Kazak mitinin epeyce derli toplu hâle gelerek olgunlaştığı ortaya çıkmaktadır. Moğollarda kurdun yemeği hakkında tek bir anlatı ile karşılaşılmaktadır. Varyant şu şekildedir: “Eskiden Tanrı insanlar ile hayvanlara yemek paylaştırırken kurdu unutmuş. Sonra, “Sana ayrılmış bir yemek yok, yüz koyundan birini alıp ye.” demiş. Kurt çıkıp giderken yanlış anlayıp “Yüzünü öldürüp birini bırak mı dedi?!” diyerek gözden kaybolmuş. Sonra o, koyunlara saldırdığında yemese de bütün sürüyü boğup yaralayıp bırakırmış (Tserensodnom, 1989: 95).

      Kurdun yanılması durumu Kazaklarda Moyıl je dedi me, moyın je dedi me? [Kuşkirazı mı ye dedi, boyun mu ye dedi?] ya da Jeti kün elden, bir kün jerden dedi me? [Yedi gün elden yedi gün yerden dedi mi?] şekillerinde bulunmaktadır.

      Kısacası bu metinlerde hayvan ile insanın beslenme tarzı ele alınmakta, toplayıcılık döneminin sona erip hayvancılık evresinin başladığı dönem aktarılmaktadır. Bununla birlikte insanın yine tabiattan ayrılıp sosyal hayatın bir parçasına dönüşmesi betimlenmektedir. “Ot-et”, “mal-adam”, “mal-kurt” kavramları karşı karşıya getirilip önceleri tabiatın kuytu köşelerinde kalmış malın, insan sahipliğine geçişi meşrulaştırılmaktadır.

      Uysal koyunun kutsal kabul edilişinin, “diline diken batmayan” hemen ikna olan devenin meraya girmeden tenha yerlerde otlamasının, bağırtkan keçinin saygı görmeyen bir hayvana dönüşümünün, ineğin insana yakınlığının, kurdun acımasız oluşunun sebebi bu hayvanların karakterine ve tabiatına uygun olarak açıklanmış; bunlar hakkında kavme bir istikamet tayin edilmiştir. Genel olarak Kazaklar keçinin başka dünyanın temsilcileriyle sıkı ilişkide olduğunu düşünmüş ve onu beğenmemişlerdir. Mesela albastı ile şeytan, keçi kılığında meleyerek gezmektedir ya da bu tür yaratıklar genellikle keçi ayaklıdırlar (Kaskabasov 1984: 105-106). Kazaklar, G.N. Potanin’e “Keçi şeytanın malıdır, koyun cennetten çıkmıştır. Keçi mezara çıkar.” demişler (Potanin, 1881: 96). Bir sonraki metin şu şekildedir: “Bütün koyunların babası Şopan Ata. O keçinin ise babası yokmuş. Bir gün koyun güden çobana