Akedil Toyşanulı

Türk-Moğol Mitolojisi


Скачать книгу

küçük demeden sorumsuzca söz söyleyen biri olmuş. Yas yerinde kahkahalarla gülmüş, düğünü eğlenceyi kavgasız dağıtmamış. Böyle edip bir seferinde Umay anaya söz söylemiş. “Umay der, Umay kim desem, çok kadının birisiymiş.” dermiş bir keresinde. Bunu işiten halk yere bakıp utançlarından yerin dibine geçmiş. Bu şekilde Umay ananın kargışı neticesinde Muratalı bir gece yumruk kadar bir kuşa dönüşüp, çalılığa sinip kaybolmuş. Geceleri çığrışıp ağlaması geçmişte yaptığından duyduğu pişmanlığın bir göstergesiymiş. Obadakiler damın başında duran küçük kuşu her gördüklerinde “İşte bu Umay ananın kargış ettiği kuş ya da baykuş [biçare], kukumav oldu.” diye acırlarmış. Bunu duyan Muratalı “Benimle dalga geçen benim gibi olsun.”, “Kukumav dersen iki yanağın kirli paslı olsun.” diye kargış edermiş. O, “Muratalı es selamünaleyküm.” desen mutlu olup “Muradına er.” diye dilekte bulunur bağırırmış, dans edermiş.” (Ravşanov, 2007: 110).

      Genel olarak Türk-Moğol mitlerinde akrabalarından (üvey anne, sert gelin) baskı görüp kuşa dönüşen kahramanlar vardır. Türklerde iki yetim çocuk, oğlak arayıp bulamayınca “Kır oğlak yok.” diye öten kuşa dönmüş (Ergun, 1997: 374). Moğollarda işten yorulup acıkan çocuk sert mizaçlı yengesine “Teyze sütün dibini ver.” demiş. Gece bozkıra kovulmuş, sonunda da kuşa dönüşmüş. Bunun sonucunda “Teyze sütün dibini ver.” sözlerini söyler gibi ötüp dolaşan kuş da vardır (Sampildendev, 1999: 30-31). Bazı kuşlara ait cıvıltıların belli ölçüde insanın sözlerine benzer olmasından dolayı bu cıvıltıların insan konuşuyormuş gibi düşünülmesi, elbette bu anlatmaların ortaya çıkışına sebep olmuştur.

      Diğer gruba dahil olan mitlerde insanlar günahkâr oldukları için kargışa uğrarlar ve kuşa dönüşürler. Kazaklarda ağaçkakan hakkında şöyle bir mit bulunmaktadır: “Musa peygamberin bir kölesi vardır. Onun eli uzundur, her şeyi çalar ve bunun sahibi tarafından fark edilmediğini düşünür. Bu hareketlerine son vermeyince peygamber kurum çalıp onun üzerini kirleterek onu ağaçkakana dönüştür. Onun et ve ot yemesini yasaklayıp ağaç yiyen kuşa dönüştürür. Ağaçkakan, o günden beri ‘Yemeğim yok, hiçbir şey yok’ deyip ağacı gagalayıp gezermiş.” (KF, 1972:51).

      Bu anlatmanın Buryatlardaki varyantı şu şekildedir: “Eskiden ağaçkakan insanmış. O çok zengin fakat çok cimriymiş. Bir gün balta sapı takarken yoksul biri ondan yiyecek bir şeyler istemiş. Zengin adam ona ağacın yongasını, sonra da baltanın sapını vermiş. İşin aslı o yoksul adam kılığında gezen Tanrı’nın bizzat kendisiymiş. Sonra Tanrı, ‘Ben sana zenginliği garip kişilere yardım et diye vermiştim. Sen şimdi ağacı delip öyle beslen.’ demiş. O günden beri o adam kuşa dönüşerek ağaçtan ağaca konup, tıkırdayarak geziyormuş.” (Hangalov, 1960: 30).

      Moğol varyantında yoksul kişiye ağacın yongasını veren art niyetli zengin, ağaçkakana; onun cimri karısı da hayvan gübresini emen solucana dönüşür (Tserensodnom, 1989: 121).

      Genel olarak Kazakların birçok mitinde insanı kuşa çeviren peygamber ya da evliyanın kargışı, Buryat ve Moğollarda ise başka bir kılığa girmiş olan Tanrı’nın kendisidir. Çünkü çok Tanrılı Budizm’in düşüncesine göre ilahlar çeşitli kılıklara bürünmekte, farklı şekillere girmektedir.

      Bizim incelediğimiz anlatmalarda ağaçkakan günahkârdır. Demek ki o, mitolojik bilincin yakın zamanlarda gelişen safhasıdır.

      Etiyolojik mitlerde değişim belirli benzerlikler üzerine kurulmaktadır. Bu; genel olarak hayvanların dış görünüş benzerliği, hareketi, yürüyüşü, huyu, hayat tarzı ile ilişkili olmaktadır (Meletinskiy, 1976: 194; 11: 75). Mesela ağaçkakan başka bir şey yemeden sürekli ağaç kakmaktadır. Bu nedenle cimri ile eşleştirilmektedir. Bu gibi mitlerde çoğunlukla kargışın çözümleyici bir güce sahip olması anlam taşımaktadır. Bundan sonra “Benzerlik, benzerliği yaratır.” şeklindeki büyüsel düşünce de önemli bir işlevi üstlenmektedir. Mesela art niyetli zengin, karnı acıkan yoksula ağacın yongasını sunar; koruyucu ruh vurur ve olanların tam tersine kendisi ağaç yiyen kuşa dönüşür.

      Kazaklardaki karınbay [cimri] hakkındaki anlatmanın varyantları Moğollar ve Buryatlarda da bulunmaktadır. Anlatma şu şekildedir: “Tanrı yoksul insan kılığına girip Duut ve Dönön adlı iki zenginin ülkesine varır. Bu ikisi malının sayısını bilmezmiş. Yılkısını, Dönön Vadisi adlı yere toplar vadi dolunca tam diye hesaplarmış. Tanrı Dönön’ün evine gelip yiyecek bir şeyler sormuş. Zengin adam ağaç yontarken ona ‘Biz ağacın yongasını yiyoruz. Bundan başka yiyecek yok.’ diyerek tabağa yonga koyup ikram etmiş. Sinirlenen Tanrı bunların malını ellerinden almış. Dönön’ün yılkısını yabani ata, Duutın’ın devesini Gobi Çölü’nde gezen yabani deveye dönüştürmüş (Tserensodnom, 1989: 90; Sampildendev, 1984: 224-225; Hangalov, 1960: 327-328). İşte Kazaklarda ve Kırgızlarda cimriliği ile Tanrı’nın öfkesine maruz kalan Karınbay’ı yer, yutar ve malı da yabani hayvana dönüşür (KF 1972: 49; 15: 512-514; KOEÇ 1973: 82-83). Bazı varyantlarda Karın-bay’ın evine onu sınamak için yoksul kılığında gelen misafirin Cebrail ya da Hızır olduğu söylenir. (KS 1962: 23-24; Kurmangazı 2002: 157-158). Karınbay’ı yerin yutması konusunun Kuran’da var olduğu bilimsel olarak kanıtlanmıştır (Kaskabasov, 1972: 34). Kuran’ın 28. suresinin 80. ayetinde Karun hakkında “Sonuçta onu da evini de yere yutturduk.” İfadesi bulunmaktadır (Kuran 394-395). Kısacası vahşi hayvanların (kahverengi hayvanlar: yabani at, deve, geyik, dağ koyunu, dağ keçisi vd.) ortaya çıkış sebebi Kazak ve Moğol mitlerinde zengin adamın malının yabani hayvana dönüşmesi olarak açıklanmaktadır. Yabani hayvana dönüşen sayısız malın sahibi Moğollarda Dönenbay, Kazaklarda Karınbay, onları dönüştüren güç Tanrı’dır. Dönüşümün başlıca sebebi de merhametsiz zenginin cimrilik ederek işlediği günah olarak görülmektedir.

      Kazaklarda ve Moğollarda avcıların hayvana dönüşmesi ile ilgili anlatmalar vardır. Mesela Kazaklarda Tanrı; uçan kuşun, koşan hayvanın canını bağışlamayıp dünyadaki bütün hayvanları yok etmek niyetinde olan avcı Jayık’a “Yeryüzünde doğru düzgün yaşamadın; şimdi yer altında ömür sür, köklerle beslen! diyerek ağır bir ceza vermiş (KF 1972: 48). Attığı ok yere düşmeyen Donduğul ve Duvaysokır adlı cani avcılara öfkelenen Tanrı onların birisini dağ sıçanına, diğerini de kunduza dönüştürmüş derler (KF 1972: 48).

      İşte bu örneklerde tabiat ile insanın arasındaki dengeyi bozan avcıların, mit türünde cezalandırıldıkları görülmektedir. Gerçekte mitin amacı soy-kabilede kalıplaşmış kutsal kuralları bozmaktan sakındırmaktır. Buna karşı gelenleri ağır cezaların beklediğini göstermektir (Yeremina, 1978: 11-12).

      Moğollardaki meşhur keskin nişancı avcı (surmergen) da dağ sıçanına dönüşür. Fakat bu olay Kazaklardaki ile karşılaştırıldığında başka bir şekilde gelişmektedir. Buradaki farklılık; kabilesinin derdi için ant içmiş olan avcının, bu andını yerine getiremediği için parmağını kesip kendi isteğiyle dağ sıçanına dönüşmesidir.

      Moğol, Altay, Tuva halklarında karşılaşılan, attığı ok yere düşmeyen bu keskin nişancı avcının adı Erhiy Mergen’dir. O, gökyüzünde yanan üç güneşi (bazen yedi güneşi) vurmak için ant içen kozmosun yıkıcı avcısıdır. Gökyüzündeki üç güneşi vurmak için iddialaşıp “Eğer okum hedefi bulmazsa temiz su içmeyeyim, artık kök yiyeyim, sıkıntılı bir inde hayat sürecek hayvana döneyim!” diyerek söz verir. Mergen iki güneşi vurup üçüncü güneşi hedef aldığında kırlangıç engel olur ve oku ona isabet ettiği için kuşun kuyruğu çatal olur. Gökyüzünde sağlam kalan son güneş yükselip, dağı aşarak batar gider. Eskiden güneş