Akedil Toyşanulı

Türk-Moğol Mitolojisi


Скачать книгу

sivri keçi “yasaya aykırı” şekilde doğmuştur. Demek ki Kazakların algısında keçi birçok sebebe bağlı olarak değerli görülmemektedir. Bu algı Moğollarda bulunmamaktadır. Ancak Buryat baksısı davulunu keçi derisinden yapmaktadır (Pürev, 2002: 245). Moğol baksısı, kargış söylerken kara keçi kesip onun kan damlayan ciğer ve yüreğini kara ongunun önüne koyar (Pürev, 2002: 313).

      Kuşlar hakkındaki Kazak ve Moğol metinleri de genelde olduğu gibi ortak özellikler taşımaktadır. Mesela bazı kahramanlarda önemli özellikler bulunmaktadır. Kazaklardaki “Süleyman padişah ile baykuş” hakkında anlatılan efsanenin Moğollardaki varyantı şu şekildedir:

      “Geçmişte kuş padişahı Simurg’dur. Onun karısı Üki [Puhu kuşu] ‘Bütün kuşların toplanması gerekli.’ der. Buyruğu yerine getirip toplanan bütün kuşlar, gagaları delinmiş şekilde sıralandıktan sonra şımarık kadın, bütün kanatlıların yumuşak tüyleri üzerine oturur. Burada sadece baykuş toplantıya geç gelir. Han neden geciktiğini sorar: Baykuş;

      ‘Dünyayı gezip hızlı hızlı üç yıl uçtum, süzülerek yetmiş yıl uçtum. Orada üç büyük eğlence gördüm.’ der. Simurg ‘O nasıl bir eğlence?’ der. Baykuş ‘Gün az, gece çok denileni gördüm. Çünkü bulutlu günleri geceye ekledim. Kadın mı çok erkek mi çok bunu da bildim. Kadın çokmuş. Çünkü kadının sözünü dinleyenleri kadınların sırasına ekledim.’ der. Sözün manasını anlayan Simurg kuşları serbest bırakır ve şımarık puhu kuşuna ‘İkimiz gece buluşalım.’ der kandırarak. O günden beri puhu kuşu geceleri uğuldayıp çağırır, kocasını arar.” (Potanin, 1919: 52; 45: 133).

      Kazaklarda buradaki Simurg’un işini Süleyman padişah, baykuşun işlevini kukumav yerine getirmektedir (Dala Val. 1989: 116-117). Buryatlarda puhunun, kuş padişahının kızı olduğu bir örnek bulunmaktadır (Hangalov, 1960: 29).

      Bazı Kazak anlatmalarında kukumav, cadı padişahını söz ustalığıyla yenip tövbe ettirir (KHE 1988: 265-267). Süleyman suretinin Kazak anlatmalarına sağlam bir şekilde yerleşmesi, aşağı yukarı İslam kültürünün gelişinden sonradır. Zira bu kahramanın adı Moğollarda hiç geçmemektedir. Anlatı uluslararasıdır (AA 981 I), kuş kemiğinden saray yapmak konusu ile birçok halk arasında yayılmıştır (Sravnitel’nıy… 1979: 252).

      Moğolların bu konudaki bazı anlatmalarında kukumav kuşunun işlevini zaman zaman Jarkanat [yarasa] yerine getirmektedir (Tserensodnom, 1989: 116-117). Kazaklardaki bir anlatmada yarasa, Süleyman’a akıl veren bir bilgedir. Eskiden peygamber Tak Süleyman padişahken bir gün dertlenip havada uçup yoruldum diyerek dinlenmek ister. Bundan sonra güneş gelir o da istekte bulunur. Dünyayı çok gezip dinlenmek istiyorum, der. Bunun sonunda ırmak da böyle istekte bulunur.

      Süleyman, en yakın kişileri ile fikir alışverişinde bulunurken kukumav şöyle söyler: “Eğer rüzgârı durdurursanız hava bozulur dünyada hiçbir canlı mahluk yaşayamaz.” der. “Eğer suyu durdurursanız o akmayınca kokar, içilemez. Eğer güneşi durdurursanız insan hangi zamanda olduğunu bilemez. Sabah mı akşam mı bilemez, namaz vaktini de bilemezdi. Ay durdurulursa orucunu bilemez.” der. Süleyman bunları duyup hepsinin isteğini kabul eder. Sonra hepsi yarasaya sinirlenip rüzgâr “Onu yakalayıp öldüreyim.” demiş. Güneş “Bana görünürsen sıcaklığımla yakar öldürürüm.” demiş. Irmak “Su vermeyip kurutup öldürürüm.” demiş. Bundan sonra yarasa Süleyman padişaha varıp yardım istemiş. Süleyman dua etmiş, sonra yarasanın bir kanadında su, bir kanadında süt olmuş. Hem suya hem de yiyeceğe ihtiyacı kalmamış. Süleyman, onun yaşayacağı yerleri yar altına rüzgârın değmeyeceği yere yapmıştı; güneş ve ay da engel olmuyordu ve su da oraya ulaşamıyordu (Dala Val. 1989: 44-45).

      Kazaklar ve Moğollarda akıllı yarasa, kozmosun düzenlenmesine müdahil olan yaratıcı kahramanla uyumlu hareket eden aktif bir kuştur. Altaylıların bir anlatmasında ise Dyarganat adlı kişi, anlatmada Tanrı ile çekişip onu söz ustalığı ile yendiği için incinen Tanrı onu kuşa çevirir (Şatinova, 1979: 99). İkinci anlatmada o, Tanrı’nın çocuğunu tedavi etmek için aşağı dünyanın sahibi Erlik’e canını vermemesinden dolayı sürülen kam (baksı)’dır (Ergun, 1997: 716).

      Moğollarda kukumav kuşunun işlevini gören baykuş övülmektedir. Kazaklarda tam tersine akraba puhu ile kukumava ihanet eden bir hain, kukumavı Süleyman padişahın cellatına teslim eden biri olarak karşımıza çıkar (KHE 1988: 264-265).

      Kazak ve Moğollarda ortak olan bu anlatmalarda kukumav, yarasa, baykuş, puhu gibi akraba kuşların başkalarına benzemeyen vücutları, karakterleri, yaşadıkları yer ve hayat tarzlarına açıklamalar getirilmektedir. Bunların yarı kuş yarı insan özellikleri vardır. İşte bu durum bu anlatmaların arkaik mitoloji ile aynı kökten olduğunu göstermektedir.

      Bununla birlikte Kazak ve Moğollarda “Kırlangıç ile David” (Tserensodnom, 1989: 124; 21: 45-46], “Kırlangıcın Kuyruğu Neden Çatal?”, (Tserensodnom, 1989: 124-127; 21: 37-39), “Tavuk Neden Sabah Öter?” (Tserensodnom, 1989: 120) ya da “Kırlangıç ile Papağan” (Kazaktın Miftik, 2002: 46-47; KHE,1988: 245-247) gibi anlatmalar genel olarak ortaktır. Not düşülmesi gereken bir konu vardır: “Bıldırcının Kuyruğu Neden Kısa?” ya da “Bıldırcın ve Tilki” (Tserensodnom, 1989: 112-113; 45: 114-115; 21: 35-37) adlı metinler iki halkta da ortak olmakla birlikte bunlara eski dönemlerde mitik kökten uzaklaşıp hayvan masallarına dönüşmüş anlatmalar olarak bakmak da mümkündür. Fakat Kazaklarda karşılaşılan bir anlatmada bıldırcın, kuşların yoluna engel olan dağı delip onların serbestçe uçması için yol açmak suretiyle yaratıcı kahramana uygun bir işlev üstlenmektedir:

      “Geçmişte alt tarafta bir büyük dağ varmış. O dağdan öte yana hiçbir kuş uçamıyormuş. Pek çok avcı, hızlı kuşlar bunu gerçekleştirmek istemişse de güçleri yetmemiş. Kartalın cesareti geliyor ama geçmeyi başaramıyormuş. En sonunda “Şimdi kim kaldı?” denildiğinde bıldırcın dışında hepsi harap olmuştu. Bıldırcının meşhur olanını çağırılmış.

      Tevekkül deyip bıldırcın uçmaya başlamış. Yükselmiş ancak dağı o da aşamamış. Sonra öfkelenen bıldırcın fırlayıp dağa göğsü ile vurmuş. O zaman dağın diğer tarafına geçmiş. İşte o günden beri bıldırcın konarken ayakları üstüne değil göğsü üstüne konuyormuş. Kuyruğu ise neden kısa dersek biraz önce bahsedildiği üzere kuyruğu dağ arasında kopmuştu. … Yoksa eskiden bıldırcının kuyruğu sülünün kuyruğu gibi uzun olmalıymış. Böylece yüksek dağdan aşamayan kuşlar bıldırcının açtığı delikten geçerlermiş.” (KHE, 1988: 63).

      Bu anlatma Moğollarda yoktur. Kazaklar ve Moğollarda ortak bir şekilde bıldırcın, hilekâr tilkiyi kandırıp onun ağzından kurtulmuşsa da kuyruğunu tilkinin ısırmasından kurtulamamıştır. Bu nedenle de kısa kuyruklu kalan bıldırcın hayvan masalının kahramanıdır. Buradaki bıldırcın ise kuşlar için yol açıp dağı delen kısacası tabiatı düzenleyen yaratıcı kahramana benzemektedir.

      İki halkta da paralel olarak karşılaşılan “Aladoğan ile Delice doğan” hakkındaki bir anlatma da ilginçtir. Moğollardaki aladoğan hakkındaki anlatma şu şekildedir:

      “Eskiden özel bir güce sahip olarak yaratılmış aladoğan, insanın başına doğru hızla gelip ona vuruyormuş. Beynini alıp azık ediyor, yiyormuş. Bir gün Tanrı ile karşılaşmış ve Tanrı kendisine:

      –Sen neyle besleniyorsun? diye sormuş.

      –Ben insanın başını delip beyni ile besleniyorum, demiş aladoğan.

      Tanrı ‘Öyle ise sen yeteneğini bana göster bakalım.’ diyerek insanın kafatasını aladoğanın yanına bırakmış. Aladoğan göğe doğru uçup geri dönerken kafatasının yerine ak yuvarlak