Akedil Toyşanulı

Türk-Moğol Mitolojisi


Скачать книгу

suyu Sumıray’dan kurtaran kızı hatırlatmasından kaynaklanmaktadır.” (Kasimanov, 1975: 7-11).

      İşte bu mitte reyhan çiçeğinin becerikli kızın beş parmağından ortaya çıkışı anlatılmaktadır. Bununla birlikte kültürel nesne reyhan çiçeği ile su deseninin ortaya çıkışı da açıklanmaktadır (Ek B). Moğol halkında, sevdiği kişi savaştan dönmeyince gözünden damlayan yaşları çiçeğe dönüşen kız hakkında bir anlatma var. Kelingül [Gelinçiçek] diye adlandırılan bu çiçeğe dönüşen anlatmanın parçaları doğrultusunda B. Rinçen bir manzume yazmıştır (Rinçen, 1959: 64).

      Dünya mitolojisinde alpların vücudu parçalara ayrıldığında kozmos yaratılmaktadır. Birçok halkta yarı insan yarı hayvan ilk alpın vücudundan âlem, sistemli bir şekilde yaratılmaktadır. Bunu muzaffer kahraman ya da ilahlar kurban olarak keser ya da yırtıcı hayvanlar dalayıp parçalar. Totem-ata kurban verildiğinde onun vücudundan insana gerekli önemli nesneler ve tabiat nesnelerinin yaratıldığı şeklindeki eski düşünceden bu tür mitler yaratılmış olmalı (Şahnoviç, 1971: 127).

      “Mitlerde, kurban sunulması neticesinde ölmüş olan ataların vücudundan bazı nesne ve varlıkların ortaya çıkışı hakkındaki anlatmalarla karşılaşılmaktadır. Mitlerin bu tipi toprakla uğraşan eski insanlara özgüdür. Örneğin Papualarda demiurgun ölümü, onun kültür bitkilerine dönüşmesine sebep olmaktadır (Meletinskiy, 1976: 195).

      Kazak mitlerinde doğrudan bu anlamda kurbanlık motifi yok denilebilir. Bizde mitik kahramanları sadece düşmanlar ya da acımasız avcılar yaratmaktadır. Örneğin kendisine düşmanların salladığı silah değer ve evliya kurban olur. Onun vücudundan coğrafi nesnelerin ortaya çıktığı ile ilgili anlatmalar bulunmaktadır.

      Buna benzer şekilde Kazaklarda “Vişne neden kızıldır?”, “Elmanın çiçeği neden kızıldır?” şeklindeki sorulara cevap veren mitler de bulunmaktadır. Örneğin “Eskiden bir avcı varmış. O; hayvanın, kuşun bittiğine aldırmadan avlanmaya devam edermiş. Çok geçmeden o bölgede gezen hayvan da kuş da kalmamış. Günlerden bir gün avcının avlusundaki vişne ağacına bir güvercin konmuş. O zaman vişne meyvesinin rengi sarıymış. Sıcak taraflardan çok uzun süre uçup kanatları yorulan güvercin dinleniyormuş. Onu gören avcı güvercini tam yüreğinden vurmuş. Güvercinin kanı vişne ağacından uzun süre damlamış. Suçsuz kuşun kanı ile boyanan vişne meyvesi o günden beri kıpkızıl olmuş.” (Rahmetova, 1999: 22).

      Bir başka anlatmada acımasız çocuk elma ağacına konmuş olan güvercini vurur ve onun kanı ile boyandığından elmanın çiçeği kızıldır. Aynı zamanda güvercinin ok değdiği için bir daha ağaca konmadığı da söylenmektedir. (BHJE, 1985: 11).

      Tekrarlayacak olursak çiftçilikle meşgul olan eski kabilelerin düşüncelerinde özel kurbanlıktan sonra insan vücudundan bütün âlemin değil bazı hububat tohumlarının ortaya çıkışı ile ilgili anlatmalarla sık karşılaşılması bilim dünyasında ortaya koyulmuş bir meseledir (Yevskyukov, 1988: 91). Bizim incelediğimiz anlatmalarda da bu konunun izleri bulunmaktadır (Ek B). Örneğin Kazak ve Karakalpaklarda pirincin peygamberin düşen dişinden ortaya çıktığını aktaran anlatmalar vardır (Potanin, 1881: 98). Haşhaş içinse peygamberin yılanın soktuğu dostunun yarasını soğurup tükürmesi neticesinde yerde yetişen bitki denmektedir4. Moğollarda ve Buryatlarda tütün ve afyon, ölen güzel kadının kalça kemiğinden çıkmış yaprak şeklinde anlatılmaktadır (Tserensodnom, 1989: 164-165; Hangalov, 1960: 32).

      Oysaki Kazak ve Moğol gibi gelişen halklarda eski kurbanlık motifinin belirsiz bir hâle gelip düşmanın (bizim incelediğimiz örneklerde düşman, yılan, ecel vd.) ya da avcının düşmanlığının ön plana çıktığını görmekteyiz. Fakat düşman ile usta avcının hareketinin düşmanlık olarak değerlendirilmesiyle (Ek B) temelde insanın işine yarayacak önemli kültür bitkisi ile kutsal dağ taş, göl pınar, zaman zaman müzik aleti vd. dünyaların genel olarak Kazak mitolojisinde sıkça ortaya çıktığını hatırlatmamız gerekir.

      Bir başka mitte ağaçların hayatına Kazak ve Moğolların özel hayatının aynı şekilde aktarıldığını görmekteyiz. Burada dönüşüm yoktur. Sadece ağaçların “Neden öyle?” ömür sürdüğü hakkında söz söylenmektedir. Örneğin “Çam ağacı ile seksevil”5 ve “Kandil çiçeği ve bayalış, ardıç” adlı iki mitte bu konular görülmektedir.

      “Çok eski zamanlarda çam ağacı da seksevil de ovalardaki uçsuz bucaksız yeşilliklerde yetişirmiş. Bunlar yerleşme konusunda dalaşmış ve “Oraya otur, buraya otur!” diye birbirleriyle alay edip en sonunda topuzlarla vuruşmuşlar. Onların arasına girip onları ayırmak hiç kimsenin elinden gelmemiş. İnce yapraklı kavak istişare ederek, bunların asker seçip savaştıkları meydana sel göndermiş. Seksevil selden kaçıp çöle gitmiş. Çam ağacı sudan kaçıp dağa çıkmış. Seksevil avcıymış, çam ağacının vücudunu kaplayan budaklar seksevilin attığı oklarmış. Çam ağacı mızrakçıymış. Seksevilin bütün gövdesindeki yara izleri çam ağacının mızrağından kalmış. O günden beri çam ağaçları seksevil gelip kalmasın diye dağ başında durup gözetlermiş. Çam ağacından korkan seksevil, çöle saklanıp dikenli gezermiş. Yerleşmede anlaşamayıp savaşan iki güçlünün biri korkup dağa çıktıktan diğeri ise barınacak yer arayıp çöle saklandıktan sonra geniş ırmak oradaki ağaçlarla kavağa kalmıştı.”

      Gördüğümüz gibi ağaçların hayatı, yer için çekişen göçer cengâver halkın hayatına biraz benziyor. Bu anlatma N. Mınjanulı’nın Kazaktın Miftik Anızdarı [Kazakların Mitik Efsaneleri] adlı kitabında yayımlanmıştır (Mınjanulı, 1996: 130). Doğrudan böyle bir metin Moğol halkında da bulunmaktadır (Bennigsen, 1912: 23; 45: 84).

      Bu mitte değişim konusu gözlemlenmemektedir. Sadece eski devirde ağaçların da insan gibi hayat sürdüğü anlatılmaktadır. Tabiat ile insanın arası açılıp insan kendisini tanıdıktan sonra toplumsal hayatını tabiatla uyumlulaştırmaya başlar. Bu mit de o dönemde doğup ağaçların neden böyle ömür sürdüğünü yani mitik zamanda yerleşmiş ilk düzenin, tertibin sırrını açıklamaya ayrılmıştır. Çölde yetişen seksevil, dağda yetişen çam ağacı göçer halklar için çok yakın bitkilerdir. İnsanların bundan dolayı atalarının kahramanca hayatlarını dışarıdaki benzer işaretler üzerine temellendirip ağaca da uydurduklarını görmekteyiz.

      Bizim incelediğimiz önceki metinlerde toprak kavgası öne çıkıyorsa da daha sonraki mitlerde dul için kavga merkezde yer alıyor gibidir. İlk kez Dala Valayatının Gazeti’nde yayımlanan “keçi sakalı, bayalış6, ardıç” adlı mit buna örnek gösterilebilir (Dala Val. 1989: 116):

      “Bir iki evli kişi birbirine yakın durmuştu. Biri, Bayalış adında bir oğlu olan Seksevil; diğeri Arşa adında bir kızı olan Karağay imiş. Önceleri onlar komşu olarak iyi yaşamışlar. Bayalış Arşa’ya başlık vermeye hazırsa da Arşa Bayalış’ı çok sevmiyor, rengi kara olduğu için rıza göstermiyordu. O zaman babaları tartışmış. Tobılğı (keçi sakalı) gelip barıştırmaya çalışmışsa da başaramamış. O zaman Seksevil ve Bayalış durumun zor olduğunu görüp Tobılğı’ya katılıp güneye gitmeyi düşünmüşler. Onlar gittikten sonra Karağay kibirlenip başını yukarı kaldırıp çok uzamıştı. Seksevil’in kaygıdan beli bükülmüş; Tobılğı, Seksevil ve Karağay’ı barıştıramadığı için utanıp kızarmıştı. Bir hayli zaman Karağay’ın kızından haber alınamamış. Sonraları Arşa taşa âşık olup annesinden kaçmış o günden beri taşla birlikte yaşıyormuş.”

      Bu