Darhan Kıdırali

Kod Adı Türkistan: Mustafa Çokay


Скачать книгу

düşünceyi savunan Şûrâ-yı İslâm ve Turan Cemiyetlerinin mahalli şubelerinin kapatılarak yerlerine söz konusu partinin vilayet şubelerinin açılmasına karar verildi ancak bu mesele de tartışma sahfasında kaldı.

      Türkistan’da bu olaylar oluyor, Müslümanlar arasındaki gerginlik artıyor, hiç kimse diğerini kabullenmek istemiyor, herkes kendi kurultayını düzenleyip mesleleri kendi arasında tartışıyordu. Diğer taraftan siyaset sahnesinde yeni bir güç yükselişe geçmişti. Bunlar Bolşeviklerdi. Eylül ayı başlarında Taşkent’te isyan organize ederek, bütün yönetimin Sovyetlere devredilmesi talebinde bulunan Sosyal Demokratlar ve Bolşevikler, Devrim Komitesi kurarak Türkistan Komitesini tanımadıklarını açıkça ilan ettiler ancak isyanları uzun sürmedi. İsyan haberi Petersburg’a ulaşınca Kerenski Hükûmeti yerli komitenin Türkistan’a asker göndermesi yazılı talebini kabul etti. Kerenski, Mustafa’ya verdiği sözü tutarak Türkistan’a bir komiser atadı. Kazan Bölgesi Komutanı General Korovniçenko’nun Türkistan Başkomiseri olarak atandığını ve tam teçhizatlı bir askerî birlikle yola çıktığını öğrenen Bolşevikler düşüncelerinden vazgeçmiş gibi göründü. Ümitler tekrar yeşerdi. Artık bu imkânı kaçırmamak gerekiyordu. Mustafa hemen yola çıkarak General’i Türkistan Komitesi üyesi sıfatıyla Aktöbe istasyonunda karşıladı.

      Kısa süre sonra Geçici Hükûmet’i deviren Bolşevikler Partisi, hükûmetin başına geldi. İktidarını güçlendirmek için Doğu halklarının desteğine güvenen Bolşevikler, çarın baskısı altındaki tüm milletlere “Rusya’da yaşayan bütün milletlerin kendini yönetme hakkını gerçekten vereceklerini…” ilan ettiler.

      Rusya’da şovenizmin yayıldığı bu dönemlerde sömürge milletlerin kaderini Bolşevikler kadar önemsiyor gibi görünen hiç kimse yoktu. Bolşeviklerin lideri V. İ. Lenin, 1913 yılında Prosveşeniye dergisinde yayımlanan Milletler Meselesine Dair Eleştirel Notlar adlı meşhur makalesinde“Kişi milletlerin ve dillerin eşit haklara sahip olduğunu kabullenmelidir. Bunu kabullenmeyen, millîyet baskısına ve haksızlıklara karşı mücadele etmeyen kişi Marksist değildir hatta demokrat bile değildir.” diye yazmıştı. Proletarya Başkanı, 1914 yılında yayımlanan Milletlerin Kendi Kendilerini Tayin Hakkı Konusu adlı makalesinde kendisini esir milletlerin gerçek hâmisi olarak göstermeye çalıştı. 1896 yılında Londra’da gerçekleşen Sosyalist İşçi Partisi ve Uluslararası Sendikalar Kongresi kararlarına destek verdiğini bildirdi. Söz konusu makalede milletlerin kendi kendini yönetme ve özerk cumhuriyet kurmalarına taraftar olduğunu belirten V. İ. Lenin “Biz proleterler, her şeyden önce kendimizi Velikorus ayrımcılığının düşmanı olarak ilan ediyoruz.” demişti. Doğrusu bu tutum, Bolşevikler iktidara geldikten sonra ilk yıllarda de aynen korundu.

      Devrimden hemen sonra yani Kasım ayında, Rusya’ya bağlı milletlere hür iradesiyle kendini yönetme hakkı veren Rusya Halklarının Hakları Deklarasyonu ilan edilerek 20 Kasım 1917 tarihinde V. İ. Lenin ve İ. V. Stalin imzalı Halk Komiserleri Kurulu’nun Rusya ve Doğu’daki Tüm İşçi Müslümanlara Seslenişi yayımlandı. Bu sesleniş, her Müslüman’ın kalbinde güçlü etki bırakacak şekilde yazılmıştı:

      “… Rusya Müslümanları, İdil ve Kırım Tatarları, Sibirya ve Türkistan Kazakları, Tacikler, Maverayu Kafkas Türkleri ve Tatarları, Kafkasyalı Çeçenler ve Dağlı Milletler! Rusya çarları ve sömürücüleri tarafından camileri ve ibadethaneleri yerle bir edilen, din ve gelenekleri ayaklar altına alınan tüm halklar! Şu andan itibaren dininiz, gelenekleriniz, millî ve kültürel kurumlarınız özgürdür, onlara kimsenin karışmayacağı ilan edilmektedir. Kendi kültürel ve millî kimliğinizi özgürce ve hiçbir engelleme olmaksızın kurabilirsiniz. Bu sizin hakkınızdır…

      Doğu Müslümanları, Farslar, Türkler, Araplar ve Hintliler! … Biz devrilen Çar’ın Konstantinopolis’i işgal etme konusunda mevcut gizli anlaşmaların, devrik Kerenski’nin yaptığı anlaşmaların artık yırtılarak yok edildiğini ilan ediyoruz… Biz İran’ın parçalanarak paylaşılması hususundaki anlaşmanın da yırtılıp yok edildiğini bildiriyoruz… Sizi köleleştirme tehdidi Rusya ve devrim hükûmetinden değil aksine Avrupa emperyalizminin vahşilerinden, ülkelerinizi kendi aralarında paylaşmak için bu savaşı çıkaranlardan, vatanınızı yağmalayarak kendi sömürgesine dönüştürenlerden kaynaklanmaktadır.”

      Mustafa Çokay, daha sonra Yaş Türkistan gazetesinde yayımlanan Sovyet Kazakistan’ın 10. Yılı Dolayısıyla başlıklı yazısında söz konusu bildiriyle ilgili olarak şu değerlendirmeyi yapmıştı:

      “Bolşeviklerin 1917 yılında dağıttığı bildiriyi okursanız orada Yaş Türkistan’ın savunduğu birçok düşünceye rastlarsınız. Bildiride Türkistan halkının hak ve mülkiyetin koruma altına alındığından bahsedilmiştir. Konu sadece bununla da bitmiyor. Bolşevikler değişik kurul toplantılarında, konferanslarda çeşitli kararlar almışlardı. Bu kararlarda Türkistan halkının, özellikle Kazakların çektiği eziyetlere, zulümlere bundan sonra izin verilmeyeceğini bildiriyorlar. Çarlık Rus-yası Hükûmeti tarafından yürütülen siyaset ve bu siyasetin tesirlerini ortadan kaldırma gerekliliği hakkında beyanat veriyorlar. Bütün bunlar zaten Türkistan halklarının da talepleriydi…” Ancak gayet demokratik üslupla yazılan bu bildirinin Bolşeviklerin aldatıcı bir taktik olduğu çok geçmeden anlaşıldı.

      Seslenişin yayımlanmasından dokuz gün önce yani 11 Kasım günü Kolesov, Tobolin ve Uspenski liderliğinde Yerli Devrim Komitesi, devrimi gerçekleştirerek Taşkent’teki idareyi denetim altına aldılar. 7 Kasım’da14 başlayan savaş dört gün sürdü, âdeta katliam yapıldı. Genel Komiser ve Geçici Hükûmet üyeleri Korğantöbe’ye sığındılar. Mustafa, Taşkent’in eski şehir tarafında olmasına rağmen durumu öğrenmek için her gün Korğantöbe’ye gidiyordu. İsyancılar ile anlaşma yapmak görevi kendisine verilmişti. Bolşeviklerin merkez ofisine gittiğinde anlaşama sağlayamadığı gibi kendini de güçlükle kurtardı. Daha sonra Bolşevikler ve sosyal devrimcilerin temsilcileriyle Taşkent’te görüştüğü hâlde barış çabaları başarısızlıkla sonuçlandı.

      Mustafa’yı üzen tek mesele bu değildi. Onun asıl hazmedemediği Türkistan’ın kaderinin belirleneceği bir dönemde Türkistanlıların çoğunun bu mücadelede tarafsız kalmaları olmuştu. Geçici Hükûmete karşı Bolşeviklerin başlattığı mücadeleyi “Türkistanlıları ilgilendirmeyen, Rus partileri arasındaki bir iç çatışma” olarak değerlendirenler bir hayli fazlaydı. “Bırakın Rus ile Rus çatışsın” diyerek çok basit düşünüyorlardı. Hükûmet kimin eline geçerse onun güçleneceğini akıl edemiyorlardı.

      15-22 Kasım günlerinde Taşkent’te düzenlenen Kurulların Üçüncü Kurultayı’nda Türkistan Halk Komiserleri Komitesi oluşturuldu. Yerli halk temsilcilerinin katılmadığı Kurultay, 25 Kasım günü Halk Komiserleri Komitesinin iktidarı tamamen ele geçirdiğini ilan etti. Bu komiteye hiçbir Türkistanlının üye olmaması bir yana, kurultay sonunda Meclis Başkanı Kolesov, yerli Müslümanları yönetime yaklaştırmama konusundaki düşüncesini açıkça dile getirmişti. Ona fikrine göre proleter anlayışları tam gelişmemiş yerli halk temsilcilerine güvenilemezdi. Kolesov, Petersburg’daki liderlerce yayımlanan bildirinin bir yalan ve aldatmacadan ibaret olduğunu bu şekilde kanıtlamıştı.

      Bolşeviklerin sahneye çıkmasıyla birlikte Geçici Hükûmet faaliyetini durdurdu. Taşkent’teki genel komiser tutuklandı, Dorrer öldürüldü, kalanlar ise kaçtı. Geçici Hükûmetin teşkil ettiği Türkistan Kurulu üyelerinden Taşkent’te sadece Mustafa kalmıştı. Bundan dolayı muhalif teşkilatlar kendisinden yeni hükûmete karşı mücadelenin merkezi olabilecek bir hükûmet kurmasını rica etmeye başladılar. Bu kolay bir iş değildi.