küçük mahlûklar bunu nasıl anlasınlar? Ah benim bahtsız halkım, sen uyanıp birleşinceye kadar bu cahiller yüzünden kendi topraklarında tepene çıkan aptalların yemi olacaksın!” diye geçirdi içinden.
Bu görüşmeden sonra Kadimci âlimler ve Millî Merkez Kurulu arasındaki ilişkiler daha da gerildi. Serali Lapin, kendisi de üye olmasına rağmen Mustafa’nın başkanlığındaki Merkez Kurulunu ağır şekilde eleştirmeye başladı. Türkistanlı Ceditçilerin yayınladığı Uluğ Türkistan gazetesinde, Ulemâ Cemiyeti Başkanı Serali Lapin’in Merkez Kurulu üyelerini “Sahtekârlar!” diye suçladığı yazısı yayımlandı. İftira ve hakaretlere dayanamayan Mustafa, hemen bir açık mektup yazarak Uluğ Türkistan gazetesinde yayımlattı:
“Serali Lapin Bey, söylediklerinin doğru olmadığını kendisi de biliyor olmalıdır çünkü Merkez Kurulu bu yılın Nisan ayında kurulmuş olup, Birinci Müslüman Kurultayı’nda Serali Bey’in de katılımıyla Merkez Kurulu’na üyeler seçildi. Seçilen üyeler aşağıdaki kişiler idi: Serali Lapin, Şahislam Şahiahmedov, Narbotabekov, Akayev ve ben.
Kurultay kararları doğrultusunda Merkez Kurulu’na vilayetlerden de temsilciler seçildi. Bunların arasında tarım uzmanı Hidayet Bek Ağayev, avukat Orazayev ve gazeteci Mehmet Ali Efendizade de vardı. Daha sonra Merkez Kurulu tarafından düzenlenen iki toplantıda da -ikisi de Eylül ayında gerçekleştirildi- bütün üyeler güvenoyu aldı.
Serali Lapin Bey, Merkez Kurulu üyesi olmasına rağmen önceleri Ulemâ Cemiyeti tarafından düzenlenen Kurultaylarda öncelikle Merkez Kurulu üyelerini yeniden seçme meselesini gündeme getirmişti. Öyle anlaşılıyor ki Merkez Kurulu ile mücadele etmek için Merkez Kurulu üyelerini ‘sahtekârlar’ olarak suçlamaktan başka bir yol bulamamış. Serali Bey’e hatırlatırım ki kendi parti içi ‘entrikalarını’ hayata geçirmek için Merkez Kurulu’nun adını kullandığında Kurul’un diğer üyeleri gibi kendisinin de ‘sahtekâr’ olduğunu unutmamalıdır. O sırada ‘sahtekâr’ olarak adlandırılmaktan utanmak bir yana bilakis Kurul üyeleri yokken onların bilgisi dışında kendi için gerekli kararları çıkarmış, 4 Mayıs günü İşçi ve Asker Milletvekilleri Bölge Konseyi’ne yanlış bilgi vererek orayı da karıştırmıştı.
Sırası gelmişken şunu da hatırlatalım ki Merkez Kurulu’nun adını kullanmasıyla ilgili olarak Kurul tarafından 9 Mayıs’ta çağırıldığı toplantıda çıkan kararı Serali Lapin Bey, ‘Geçici Başkan’ sıfatıyla imzalamıştı.”
Hemşerisi bu açık mektuba cevap vermedi fakat aralarındaki siyasî gerginlik ve anlaşmazlık daha da arttı. Mesela Sırderya Vilayeti kurultayında Bütün Rusya Kurucu Meclisine temsilci olarak seçilen Mustafa’yı onaylamadığını bildiren Ulemâ Cemiyeti, temsilciliğe Serali Lapin’i aday olarak sundu.
Çeşitli anlaşmazlıklara rağmen Türkistan’ı özerkliğe kavuşturma düşüncesi gün geçtikçe arttı. Özerklik ilanı fikrinin yaygınlaşmasında Türkistanlı aydınların yanı sıra Azerbaycanlı ve İdil-Ural bölgesinden gelen aydınlarının da büyük etkisi oldu. Sözgelimi Türkistan’ın Özerkliği mücadelesinde Tatar Kebir Bekir’in yönetiminde yayımlanan Uluğ Türkistan gazetesinin rolü büyüktür. “Yaşasın Milletlerin Özerkliği!” gibi sloganlarla yayımlanan bu gazetenin bir sayısında “Halkının % 98’i Müslüman olan Türkistan’da yönetimin yabancı asker ve işçilerin denetiminde olmasına Türkistanlılar razı değil!” şeklinde bir ifade yer aldı. Yine bu gazetede Nuşirivan Yakuşev ismiyle yayımlanan bir yazıda şu fikirlere yer verilmiştir:
“Rusya’da Türk halklarına mensup milyonlarca kişi yaşamaktadır. Bunlar ırkı, milleti, dili ve dünya görüşü açısından tek atanın çocukları ve bir ağacın dalları gibidir. Türkistan ise Türklerin ana yurdudur. Bunun için Türkistan’a özerklik tanındığında Rusya’daki bütün Türk halkları Türkistan’a yardım için birleşecektir. Bu bağlamda hiçbir Türk evladı Türkistan’ın kendi vatanı olduğunu unutmaz kanaatindeyim. Yeni Geçici Hükûmet, Rusya’da yaşayan tüm milletleri özerklik verileceği konusunda ümitlendirdi. Özerklikten sonra bir de yönetim konusu gündeme gelecektir. Dolayısıyla maddî ve manevî birliğe, eğitim ve sanata, silah ve paraya ihtiyacımız vardır. Bunların hiçbirisi ise bizde yok diye telaşa kapılanlar var ama bugünden itibaren çalışmaya başlarsak bunların hepsi bizde de olacaktır! Bundan sonra bizim siyasî, sosyal ve kültürel bakımdan güçlenmemiz, gelişmemiz için büyük imkânlar doğacak. Kendi kendimizi yönetmeyi de öğreneceğiz. Hayatımızı ve hürriyetimizi korumak için Avrupa kültürünü ve sanatını öğrenmemiz gerektir. Geçmişi özleyerek bağımsızlık hayali kuranlar bugünden itibaren hiç gecikmeden Türkistan’ın özerkliğini düşünmelidirler! Ne kadar bilgisiz ve eğitimsiz olursa olsun, Türkistan halkı eskisi gibi parasız, değersiz ve cahil değildir.” Yazının müeelifi örnek alınacak kişi olarak da Kaşkar Devleti’nin kurucusu Yakub Bek’i gösteriyordu.
Türkistan Ceditçileri önde gelenlerinden Mahmud Hoca Behbudî de anılan yayın organının Haziran sayısında şunları yazmıştı.
“Şunu iyice anlamalıyız ki hak verilmez alınır! Milletler ve devletler dinî ve siyasî haklarını elde etmek için harekete geçerler ancak kendi aralarında anlaşırlarsa sonuç alabilirler. Dünya mücadele alanı olmasına rağmen biz Müslümanlar özellikle de Türkistanlı Müslümanlar hiç kimsenin bizim dinimiz ve milletimiz için bir tehdit oluşturmasını istemediğimiz gibi başkalarına karşı da tehdit olmayı istemiyoruz.
Aslında dinimiz de bunu yasaklıyor. Buna Türkistan Yahudilerinin 1300 yıllık durumunu örnek gösterebiliriz! Bütün Rusya Müslümanları özerklik esasına göre yönetilsin! Bunun gerçekleşmesi için biz Rusya Müslümanlarının, özellikle de Türkistan Müslümanlarının gelenekçiler (Kadimciler) ve yenilikçiler (Ceditçiler) diye bölünmeden, çekişmeden, kavga etmeden ortak bir noktada buluşmaları gerektir. Biz Türkistan Müslümanları olarak -Rus, Yahudi gibi birçok etnik ve dinî grubu barındıran- Rusya’nın bir parçası kabul edilen Türkistan’ın kendi parlamentosu olmasını istiyoruz! Yapılması gereken çok iş var. Diğer milletler büyük başarılara imza atıyorlar.
Tekrar belirtmek isterim ki, gencimiz de yaşlımız da birleşip ortak hareket etmeliyiz. Öyle yapmazsak bize ne özgürlük ne de özerklik veren olur!”
Türkistan özerkçilerinin görüşleri şöyle idi: Türkistan’ın kendi anayasası, yasama, yürütme ve yargı organları olmalıydı. Türkistan’daki eğitim ve kamu yönetimi meselelerinin hepsini özerk hükûmet bağımsız şekilde çözebilmeliydi. Dış siyaset ile malî ve askerî işler, Federasyon Hükûmetinin uhdesinde olmalıydı.
Özerklikle ilgili çalışmalar arasında Türkistan Müslümanları İkinci ve Üçüncü Kurultaylarının çalışmalarını gösterebiliriz.
Taşkent’te, 8-11 Eylül 1917 tarihinde düzenlenen Türkistan Müslümanları İkinci Kurultayı’na yüzden fazla delege katılmıştır. Şûrâ-yı İslâm Cemiyeti tarafından düzenlenen bu kurultayda Mustafa, Meclis Başkan Yardımcısı seçildi. Mustafa Çokay, kurultaydan kısa süre önce Geçici Hükûmet’in resmî davetiyle Petersburg’da Hükûmet Başkanı Kerenski ve İçişler Bakanıyla görüşmüş ve temsilcilere ülkedeki siyasî durum hakkında bilgiyi vermişti.
Türkistan Müslümanları Üçüncü Kurultayı ise 20 Eylül 1917 tarihinde gerçekleşti. Esas olarak Ulemâ Cemiyeti girişimiyle düzenlenen kurultaya tanınmış imamlar, saygın öğretmenler, kanaat önderleri ve çeşitli kurumlarda çalışan tanınmış kişilerden oluşan 500’den fazla delege katıldı. Türkistan vilayetinin hemen hemen bütün bölgelerinden katılım sağlanan kurultay çalışmalarına Ural-Torğay vilayetlerinden de temsilciler geldi.