Berdibek Sokpakbayev

Benim Adım Koca


Скачать книгу

yasladığım dağ olan kıymetli aileme, sevgi ve ilgileriyle beni destekleyerek yeni eserler üretmeme vesile olan anneme, babama ve kardeşlerime sonsuz sevgi ve şükranlarımı sunuyorum.

      Türk-Kazak dostluğu ebedî olsun!

Nisan 2018/Ankara

      Berdibek Sokpakbayev (1924-1991)

      Kazak Yazar Berdibek Sokpakbayev’in Hayatı ve Edebî Kişiliği (1924-1991)

      Berdibek Sokpakbayev, 15 Ekim 1924’te Almatı eyaletinin Narınkol köyünde dünyaya gelmiştir. Abay Kazak Devlet Pedagoji Enstitüsünü bitirmiştir. Buradaki eğitimini tamamladıktan sonra Moskova’ya giderek yüksek okulda edebiyat eğitimi almıştır. Birkaç yıl köy okullarında öğretmenlik yapmıştır. Daha sonra ise basın yayın dünyasına geçiş yaparak Kazak Edebiyatı gazetesinde, Baldırgan dergisinde, Ş. Aymanov Kazakfilm stüdyosunda çalışmıştır. Kazakistan Yazarlar Birliğinde çocuk edebiyatı alanında danışmanlık yürütmüştür.

      Berdibek Sokpakbayev edebî hayata şiirleriyle adım atmıştır. 1950 yılında Bulak adlı şiir antolojisi yayımlanmıştır. Daha sonra çocuklar ve gençler için nesir alanında eserler yazmaya başlamıştır. Yazardan geriye kalan edebî miras içinde hikâyeleri, uzun hikâyeleri ve romanları vardır. Onun Menin Atım Koca (Benim Adım Koca), Boztöbede Bir Kız Bar (Boztepede Bir Kız Var), Ölgender Kay-tıp Kelmeydi (Ölenler Geri Dönmüyor) adlı eserleri SSSR halklarının dillerine ve başka yabancı dillere çevrilerek tiyatro ve sinema sahnelerine aktarılmıştır. 1967 yılında Cannes Film Festivali’nde (Fransa) çocuklar ve gençler için yapılmış filmler arasında Berdibek Sokpakbayev’in Menin Atım Koca filmi senaryosuyla ödüle layık görülmüştür.

      Yazar, Kazakistan Yazarlar Birliğinin üyeliğini yapmıştır.

      Kazak SSR Yüksek Sovyeti’nin Saygı Nişanları’yla ödüllendirilmiştir.

      Eserleri

      Bulak/Şiir (1950)

      Bakıt Jolı/Hikâyeler (1953)

      Jolda/Gezi Yazıları, Hikâyeler (1955)

      Alıstagı Avılda/Uzun Hikâye (1953)

      Menin Atım Koca/Uzun Hikâye (1957)

      Balalık Şakka Sayahat/Uzun Hikâye (1960)

      Ölgender Kaytıp Kelmeydi/Roman (1967, 1974)

      Kaydasın, Gavgar?/Uzun Hikâye (1966)

      Mertvıe Ne Vozvraçşayutsya/ Roman (1984)

      BENİM ADIM KOCA

      GİRİŞ YERİNE

      Vallahi, övünmek için değil dostlarım, gerçeği söylüyorum, bir gün yazar olma arzusu, benim gönlüme çok küçük yaşlarda düştü. Daha üçüncü ve dördüncü sınıfta okurken şairlik yeteneğim okul dışına taşarak bütün köye yayılmıştı. Sonrasında ise “şair çocuk” olarak adlandırılmaya başlamıştım.

      İlk zamanlarda bu söz beni çok rahatsız ediyordu. Ama sonra ben, yeteneğin doğuştan geldiğine karar verdim. Ben bu düşünceyi hiç kimseden duymuş ya da çalmış değilim. Kader bunu bana yazmışsa buna boyun eğmekten başka bir çarem var mı?!

      Genellikle, büyük şairler şiirlerini yalnızca ilham geldiği zamanlarda yazıyormuş gibi görünüyor. Oysa benim ilhamım her zaman kalemimin ucundaymış gibi. Yazmak için yalnızca vakit bulmam yeterli, hemen döktürüveriyorum. Hatta bazen kapağını ilk defa açtığım bir defteri hızlıca bitirmek için acele edip “bu gün şu kadar kıta şiir yazacağım” diyerek plan yapıp yazıyorum.

      İnsanoğlu devamlı gelişiyor. Ben de görünür bir şekilde kendimi geliştirmeye başladım. Şiirlerim sınıfın ve okulun duvar gazetelerinde aralıksız yayımlanmaya başladı. Böylece artık ben onlara şiirlerimi sunmayı bıraktım, artık onlar şiirlerimi alabilmek için bana yalvarıyorlardı.

      “Yağ hakkında bir şiir yazabilir misin?” diyordu biri.

      “Kaç kıta olsun?”

      “Dört kıta.”

      “Tamam.”

      Ders sırasında hemen yazıp bitiriveriyorum.

      “Düzen hakkında bir şiir yazıversene!” diyordu bir başkası.

      “Sınıfta uyuklayanlar hakkında bir hiciv şiirini hemen yazıveremez misin acaba? Fakat baştan sona olumsuz bir şiir olmasın. Önce uyuklamayan, dikkati canlı olan bir çocuğu tasvir et!” diyordu ötekisi.

      İşte bunun gibi siparişler sınıf duvar gazetelerine kar taneleri gibi yağmaya başladı.

      Bütün bunlar bir zamanlar benim için büyük bir mutluluk, büyük bir dereceydi. Fakat giderek sıradanlaştı ve beni tatmin etmemeye başladı. Şiirlerim ne kadar çok yayımlanıyorsa ben de o kadar çok onlara dikkat etmez ve önem vermez hale geldim.

      İnsanoğlunu, tıpkı bende olduğu gibi, arzuları peşinden sürükleyip götürüyor. Ben artık bir matbaada şiirlerimin harflere dizilerek halkın parayla satın alıp okuyacağı gerçek bir yayın halinde yayımlanmasının hayalini kurmaya başladım. Ahh! Bu öyle güzel olurdu ki… Anlatmaya devam edelim. Okula “Pioner” dergisinin yeni sayısı geldi. Çocuklara dağıtıyorlardı. O sırada dergiyi herkesten önce açan biri “Hey, şuna bakın. Koca’nın şiiri basılmış!” diye bağırdı. Evet, benim şiirim. “Koca Kadırov” diye sanki taya basılan bir damga gibi açık ve görünür yazılmıştı.

      Ah, tam da böyle bir durum hâsıl olsa Janar ne yapardı? Benim yeteneğimi görür, büyüdüğümde tanınmış bir şair ve yazar olacağımı anlardı. Sonrasında belki de bana daha farklı bir gözle bakardı.

      Onmayasıca Jantas ne yapardı acaba? Göremeden yok olup gider miydi? O baş belası hiç buna bakar mı sanırsın? “Bu bence başka bir Koca Kadırov olmalı!” demekten de çekinmezdi üstelik.

      Günlerden bir gün başarılı olduğunu düşündüğüm bir grup şiirimi seçip “Artık hayırlısı!” diyerek Almatı’ya “Pioner” dergisine gönderdim. Başkenti gönderdiğim şiirlerimle bombalamam işte o günden itibaren başladı.

      Fakat neden olduğunu bilmiyorum gönderdiğim o şiirlerden biri bile yayımlanmadı.

      Sonrasında ben bir uyanıklık daha yaptım. Daha önce “Pioner”e gönderdiğim şiirlerimi bu defa da “Kazakistan Pioneri” gazetesine gönderdim. Belki de onlar beğenirler diye düşündüm. Yok, bu taktiğimden de bir iş çıkmadı. Gönderdiğim şiirlerim onların da hoşuna gitmedi.

      Bunlar beni yıldırmadı, daha da hırslandım. Yalnızca bir ikisine daha gönderip, diğerlerini bir kenara atarak biraz sinirlendim. Ama bu defa da şiirlerimin çok sayıda kopyasını kaleme alıp bildiğim gazete ve dergilere şiirlerimi göndermeye başladım. (Biri basmazsa nasıl olsa biri basar diye düşünüyordum.) Bunu yaptığım sırada bir grup şiirim “Öğütçü Bloknotu”na ulaşmıştı. Sonrasında editörden “Daha şiiri nasıl sunacağını bilmeyen biri nasıl olup da şair olacak?” şeklinde benimle alay eden bir cevap geldiğinde neredeyse utancımdan yerin dibine girecektim.

      Beni mutlu eden şeylerden biri, şiir gönderdiğim yerlerin hepsinden de cevap geliyor olmasıydı. “Genel olarak bakıldığında şairlik yeteneğin var gibi görünüyor. Fakat biraz daha araştırman, çok okuman, öğrenmen gerekli!” şeklinde ümidimi yeşerten nezaketli cevaplar aldığımda mutluluktan sanki başım göğe eriyordu. Zarfına editörlük pulu yapıştırılmış