Berdibek Sokpakbayev

Benim Adım Koca


Скачать книгу

ders kitabı değil, şeker alacağım.” dedim. Çünkü dükkânın gıda satan bölümüne insanlar sıraya girmeden rahatça girebiliyorlardı.

      Mavi gözlü hanım bana izin verdi. Ben yalanım açığa çıkmasın düşüncesiyle önce şeker satılan bölüme doğru gittim. Fakat o sırada bana hiçbir şekilde şeker lazım değildi. Benim ihtiyacım olan, 5. sınıf ders kitaplarıydı. Tezgâhların kıyısından, insanların arasından kimseye fark ettirmeden kitap satılan bölüme doğru adım adım ilerlemeye başladım. Eğer bir hamle daha yaparsam o noktaya ulaşacaktım. Birdenbire o mavi gözlü hanım ensemden tutuverdi:

      “Sen yolunu şaşırmışsın. Şeker şu tarafta satılıyor.” dedi.

      “Bu sizi ilgilendirmez, bırakınız!” diyerek ondan kurtuldum ve tezgâha gittim.

      Mavi gözlü hanım satıcıya yüksek sesle bağırdı:

      “Şu gri şapkalı çocuğa vermeyiniz. O kuyruğa girmeden oraya geldi.”

      O, bu sözü söyleyip bitirinceye kadar, Koca Bey gri şapkayı hemen koynuna koyup kel kafalı esmer çocuk oluvermişti bile. Çocuklar hep bir ağızdan bir şeyler sorarken o karışıklıkta ben hızlı davranıp hemen elli somu7 satıcının eline tutuşturuvermiştim. Böylece ihtiyacım olan ders kitabı ve defterlerimi alıp kucaklayarak çıktım. Kapının önünde mavi gözlü hanım omzumdan sertçe tutup (İnsanın eli bu kadar mı ağır olur!) “Seni utanmaz! Kaçıncı sınıftasın sen bakayım?” dedi.

      Onun sorusuna cevap verdim.

      Birkaç gün geçtikten sonra yeni eğitim-öğretim yılı başladı. Bir de ne göreyim, sanki pek lazımmış gibi, o gün bana dükkânda bağıran mavi gözlü kadın küçük adımlarla, evrakları koltuğunun altında, bizim sınıfa giriverdi. Koca Bey’in o anda nasıl bir hale düştüğünü bir görmeliydiniz. Fakat kendimi hemen toparlayıp hiçbir şey belli etmemeye çalıştım. Belki de o beni tanımaz diye düşündüm.

      Yeni öğretmen ilk olarak bizim yeni eğitim-öğretim yılımızı kutladı, sonra da kendisini tanıttı. Sabira Maykanova. “Ben sizlere Kazak dili dersi vereceğim ve aynı zamanda sınıf öğretmeniniz olacağım” dedi.

      Son sözü yine birdenbire Koca Bey söyledi. “Aman Allah korusun!” dedim içimden.

      Maykanova birer birer sınıf listesine göre öğrencileri ile tanışmaya başladı. Sıra bana geldi.

      “Kadırov.”

      “Benim.”

      Maykanova çok sert bir bakışla baktı.

      “Biz ikimiz sanırım tanışıyoruz.”

      Ben elimde olmadan güldüm.

      “Olabilir.”

      Maykanova, ben senden bu işin hesabını soracağım dercesine “Otur.” dedi kızgın bir ses tonuyla.

      İşte o günden sonra Maykanova azıcık benimle takışırsa bana öfkesini kusuyordu. Kaç defa kış boyunca müdürün önüne sürükleyerek götürdü. En son, yıl sonunda davranış notuma “dört” puan verdi.

      Bütün bunlar elbette beni sinirlendiriyor.

      BEŞİNCİ BÖLÜM

Benim Janar ile dama oynayışım ve hayal kuşunun kanatlanıp yükseklere uçtuğu bir an anlatılıyor

      İki gün sonra bir grup çocuk tozu dumana katarak piyoner kampına gitti. Bense içim kan ağlayarak köyde kaldım. Öğleden sonra ustabaşı gelerek kapıya dikildi.

      “Kara Koca, evde misin?” diye seslendi.

      “Evdeyim.” Kapının önüne çıktım.

      “Elbiselerini, yatak yorganını hazırla.” dedi ustabaşı. “Ot toplamaya gidiyorsun. Köydeki çocukların hepsi gidiyor. Ot toplayacaksınız.”

      “Gitmiyorum.” dedim ben.

      “Neden?”

      “Ben yaramaz, düzensiz bir öğrenciyim. Hiçbir işe yaramam.”

      Ustabaşı benim neye incindiğimi öğrendikten sonra “Hay sağ olasıca! Erkek adam bu sözlere alınır mı hiç. O kampta ne var sanki. Asıl eğlenceli olan ot toplamak. Biz orada sizi eğlendirecek her şeyi hazırlıyoruz.” diyerek beni ikna etmeye başladı.

      İkna etmeye çalış bakalım. Koca Bey söylediği sözden geri dönmez. Hem Maykanova’nın da ot toplamaya gideceğini duymuştum. Yok, Maykanova’nın olduğu yerde ben duramam. Hiç olmazsa yazın tatilde onun sesini duymayayım.

      Annemin kolhozda inek sağıcı olarak çalıştığını ben sizlere söylemiş miydim? Onların çiftliği bundan yalnızca birkaç gün önce yaylaya gitmişti. Yaylayı görmeyeli birkaç yıl oldu. Bu sebeple oraya gitmek benim için iyi olur kararına vardım. Bunun için araç gerekli. Peki onu nereden alacağım? Ustabaşından istedim ama vermiyor. Ah be! Böyle zamanlarda kendine ait bir atının olması muhteşem olmaz mıydı? İstediğin yere atını dörtnala sürer giderdin. “Er kanadı, attır” diye Kazak atalarımız boş yere söylememiş.

      Peki, ben atı nereden bulacağım?

      Oturup oturup birdenbire alkışımla aklımda bir fikir beliriverdi. Bu da laf mı? Artık eskiden olduğu gibi özel mülkiyetin olduğu zamanlar değil. Kolhozun malı, benim malımdır. Onlardan birisine binip giderim. İleri gelenlerin her birinde birkaç tane at var. Bu atlara kendileri dışında sivrisineği bile yaklaştırmıyorlar. Yazın yaylada salıverip semirtiyorlar, kışın ise boş bırakmayıp çalıştırarak kurt ve tilki avına çıkıyorlar. Peki bunun için onlar kolhoza para ödüyorlar mı? Hiç de ödemiyorlar. Babam Kadir bu kolhoz kurulduğu andan itibaren kolhozda usta olarak çalıştı, annem ise sağıcı. Bir attan bir gün olsun faydalanmaya benim hakkım neden yok?

      Sorun çözüldü, nehir kıyısında yayılmakta olan, gözüne ilişen ilk ata binersin. Akşam serinliğinde yaylaya doğru yola çıkarsın. Bundan sonra ustabaşıymış, Maykanova’ymış, sabahleyin benim nereye gittiğimi bulsunlar da göreyim bakalım.

      Yemeğimi yedikten sonra dışarıya çıktım. Hava kararmıştı. Uykuya dalmış kara gecenin kucağında, ahırın girişindeki ağaç çitin üzerinde, tüneyen tavuk gibi bir başıma oturuyorum. Aklımda Janar var. Geceleyin yaylaya gidersem uzun bir süre onu göremeyeceğim, özlerim!

      Bazen kendi kendime soruyorum “Janar’ı neden düşünüyorum? Onu görmediğimde mutsuz olmam, huzurumun bozulması da neyin nesi? Yoksa o eski devirlerde herkesin söz ettiği, kitaplarda yazılan şey… Değil mi?” Hey Allahım, bu düşünceyi aklıma getirmiş olmama bile şaşırıyorum. Eğer bunu Maykanova bir bilse… O zaman benim halim ne olurdu? “Hey, Kadırov! Çocuk başıyla kıza âşık olmuş. Bir bak hele şuna! Bu çirkinliği sana kim öğretti, ha?”. Gerçekten tam bir maskaralık, işte böyle olurdu.

      Benim ağzımı açıp Janar’a tek bir söz bile söylemem bir yana, onun karşısına çıkmaya bile cesaret edemeyişimin sebebi işte, bu!

      Janar’ın evi sokağın başına doğru, nehrin kıyısında. Babası Balabek ustabaşı olarak çalışıyor. Annesi Kırım’a istirahate gitmiş. Janar dışında evde yaşayan tek kişi benden pek hoşlanmayan sert mizaçlı babaannesi. Elime bir sopa alıp, birini taklit edip aksayarak oraya doğru yürüyorum. Janar’ın başını buradan da olsa bir görsem yine de bana teselli değil mi? Hem kim bilir belki de karşılaşıveririz. Yaylaya gideceğimi söylerim. Benim nerede olduğumu o da bilsin. Acaba Janar beni hiç aklına getiriyor mudur? Düşünüyor mudur, düşünmüyor mudur, ha?

      Конец