Genelde açık maviye dönüp gökyüzü ile aynı renk oluyordu. Bu arada, geçen defa burada kızlar yüzüyordu. İçlerinde Janar’ı tanıyordum. Biz onunla birlikte aynı okulda okuyoruz. Janar, evet, o olabilir. Janar, adın ne kadar da güzel! Sizin bu kızla tanışmanız gerekir. Janar, bu romanın başkahramanlarından biri olmaya layık. Çünkü ilk olarak o, sınıfın en akıllı kızı. İkinci olaraksa güzel bir kız. Özellikle de kırmızı beresini giydiğinde ayrı bir güzelleşiyor, âdeta parlıyor. Ah o nasıl ses? Şarkı söylerken bir dinleseniz! Sanatçı bir kız. Sınıfın en başarılı öğrencisi.
Haydi! Şimdi sen söyle söyleyebilirsen bakalım, bu meziyetlerle donanmış bir kızın romanın başkahramanı olamayacağını.
Janar’ı düşünmeye başladığımda içim kıpır kıpır oluyor.
Olsun, bizim sınıf öğretmenimiz Maykanova beni kötülemeye devam etsin, yaramaz diyerek azarlasın. Benim kutsal idealimi, kalbimin en derinliklerinde alev alev yanan sırrımı Janar’a bir denk getirip söyleyebilseydim! İşte o zaman o, benim kim olduğumu anlardı. “Aaa, Koca böyle biriymiş ha! Yetenek eninde sonunda bir şekilde ortaya çıkıyor demek ki…” derdi. Keşke şöyle olsa: İnsan önce büyük olarak yaratılsa. Hayatta kendi gönlüne göre olan meslek uzmanlığını alıp bu görevi yaptıktan sonra çocuğa dönüşse. O zaman Maykanova bana nasıl bakardı? “Büyüklük döneminde bu tanınmış bir yazarmış, onun ismi bütün dünyada biliniyor. Öyleyse ben ona karşı büyüklenmeyeyim, yazara saygı göstermek gerekli.” diyerek yaptıklarından geri adım atardı.
Fakat ne çare ki hayatta böyle bir şey olmuyor, olamaz. İlk önce itibarsız, bilgisiz bir bebek olarak doğuyorsun. Büyüdüğünde nasıl bir adam olacağınla hiç kimse ilgilenmiyor. Her iki kişiden biri sana akıl verip üstünlük taslamaya niyetleniyor. Akı karayı ayırıp yüreğinin içinde ne var ne yok buna kimse yoğunlaşmıyor.
“Koca tertipsiz!”
“Koca düzgün çocuk değil!”
Bu şekilde hep bir ağızdan konuşup gürültü patırtı koparıyorlar.
Su kıyısı derin değil ve kumlu. Benden başka tek bir çocuğun bile gelmeyişine bakar mısın! Yapayalnız yüzmek de zevksiz oluyor. Su kıyısındaki ıslak kumda birisinin çıplak ayak izi duruyor. Belki de bu ayak izi Janar’ın ayak izidir. Tanımaya çalışan bir adam misali eğilip dikkatle bakıyorum. Evet, Janar’ın ayak izi. Sonrasında dikkatlice ayağımı izin üzerine getirip ölçüyorum. İz birazcık küçük kaldı. Evet, bu Janar’ın ayak izi olabilir. Bedenimi hoş bir his kapladı ve o halde hiç kımıldamadan bir süre öylece kaldım.
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
Kahvaltımı yaptıktan sonra yavaş yavaş yürüyerek okulun spor salonuna doğru geldim. Koltuğumun altında topum vardı. Bizim “Spartak” dün Kayrat takımına 7-5 yenilmişti. Bu gün onları mutlaka yenmemiz gerekli. Takımın kaptanı olarak bunun için çok hırslı bir şekilde büyük bir motivasyonla geliyordum.
Okulun yanında Jantas ile karşılaştım. Elinde mühür basılmış tek sayfalık bir yazı vardı. Onu sallayarak “Kara Köce, bunun ne olduğunu biliyor musun?” dedi.
“O ne?”
“Kampa gidiş belgesi. Biz kampa gideceğiz. Sen ise sokakta köpek taşlamak için köyde kalacaksın.”
Alaycı sözleri için Jantas’ı yumruklamak istedim ama öncesinde durup gidiş belgesi işini adamakıllı öğrenmeye karar verdim.
“Onu sana kim verdi?”
“Kim olabilir? Maykanova Hoca verdi. Fakat sen yoksun listede.”
“Neden yokum?” diye içimden geçirdim. Jantas’a Maykanova’nın nerede olduğunu sordum. Okulda olduğunu söyledi.
Bundan sonra birisiyle alay etmeden konuşmayı öğrenmesi için Jantas’ın burnuna bir yumruk attım ve koşarak uzaklaştım. Bu halde enerjik bir şekilde öğretmenler odasına soluk soluğa girdim. Maykanova bir şeyler yazıyordu, yalnızdı. Başını kaldırıp bana şaşkınlık içinde baktı:
“Ne oldu? Ne oldu, Kadırov?”
“Kampa gitmek için bana da belge verir misiniz?”
“Sana bu defa belge verilmiyor. Sonraki seferde gidersin.”
“Neden?”
“Neden olacak, öğrencilerin hepsine birden yetmiyor da ondan. Bir de biz elbette en önce örnek ve terbiyeli çocukları kampa gönderiyoruz.”
“Jantas kim oluyor? Onun benden fazlası ne?”
Maykanova iki yanından biri sıkıştırmışçasına başını birden kaldırdı:
“Sen ne diyorsun? Beni mi sorguluyorsun?”
Maykanova’nın mavi gözleri parlamaya başladı. Onun sinirlendiği zamanlarda bağırmaya başlayıp ardından da huzur vermediğini bilirim.
“Vermezseniz vermeyiniz.” dedim. Birden dönüp kapıyı var gücümle hızla çarparak çıktım. Böyle bir adaletsizliğe nasıl tahammül edebilirsin ki? Jantas, birini birine tutturan, nifak çıkaran dedikoducu, derste hiç durmadan konuşan bir geveze, tahtaya çıktığında her şeye dikkatle kulak veren Jantas örnek çocuk da ben örnek çocuk değilim. Benim derslerdeki başarımın ondan çok daha ileri olduğu ve yetkinliğim hiçbir zaman dikkate alınmıyor.
Maykanova da benim ardımdan çıktı:
“Kadırov! Buraya gel!”
Ben dönüp bakmadım.
“Kadırov!”
Kapıdan hızla çıktım.
Turnikeye yaslanmış vaziyette gülümseyerek bakan Jantas duruyordu. Öfkem daha beter arttı.
Daha da sinirimi bozmaya çalışarak resmen pusuda bekliyordu.
“Ne oldu, belgeyi aldın mı?” dedi.
“Aldım.” dedim.
“Hani, göstersene?”
Birden bir yumruk daha attım.
“İşte!”
Öğleden sonra yatağımda dinlenip düşüncelere daldım: Bu gün Maykanova’ya yaptığım davranış çok kabaydı dedim. Ancak onun Jantas’a kampa gitmek için izin belgesi verirken, bana vermemesi de hiç âdil değildi. Bu durum beni öfkelendirdi. Üstelik Maykanova öğretmen, hem de aynı zamanda sınıf öğretmenimiz. Boş ver, şu anda okul vakti değil, tatildeyiz. O bana ne yapabilir ki? Üç aya kadar da kim öle kim kala? Belki de gelecek eğitim-öğretim yılında bizim sınıf öğretmenimiz başka biri olur. Üstelik o zaman Maykanova’nın unvanından dolayı da ona saygı göstermek zorunda kalmam.
Hayat denilen şeyi durup düşündüğünde onun gerçekten çok ilginç olduğunu görürsün. Birbirleri ile yıldızları hiçbir şekilde barışmayan, birbirlerine karşı olan insanlar vardır. Maykanova ile ikimiz işte tam da öyleyiz. Bizim onunla takışmamız, güz mevsiminde o buraya öğretmen olarak geldiği andan itibaren başladı. Şöyle oldu. Yeni ders kitapları ve defterler satılıyor sözlerini duydum. Babaannemden para alarak koşa koşa dükkâna geldim. Doğruydu, gerçekten satıyorlardı. Fakat iğne atsan yere düşmeyecek kadar kalabalıktı. Dükkânın önündeki kuyruk alıp başını gitmişti.
Ne yapsam acaba diye biraz düşündüm ve hayırlısı artık diyerek kapıdaki kuyruğu hiç dikkate almadan içeriye girmeye niyetlendim. Çünkü kuyruğun sonundakilere yetmeme ihtimali