Berdibek Sokpakbayev

Benim Adım Koca


Скачать книгу

Eskiden kalma bir alışkanlıkla bizim eşiği koklayarak bulmuş ve orada donup kalmış.

      Deccal dediğim boyası aşınmaya başlamış, kir içinde üç tekerleği olan, mavi eski bir motosiklet. Bu motosiklet her pazar bunu yapıyor, bizim avludan çıkmıyor.

      Motosikletin sahibi, komşu kolhozdaki4 biçerdöver makinisti delikanlı Karatay. Delikanlı diyorum, ama ne delikanlı ya! Yüzü kırışıklıklarla dolu, sakalı diken gibi olan yaşlı biri.

      Karatay bana nasıl itici görünüyorsa onun motosikleti de aynı şekilde benim için bir o kadar itici. Çünkü Karatay’ı kuş gibi uçurup homurtular çıkararak bizim eve hemencecik getiren o değil mi?

      Bundan bir yıl önce Karatay’ın hanımı vefat etmiş. Hanımının vefat etmesi artık onun dul kaldığı anlamına geliyor. Elbette o, artık dul kaldığına göre yeniden evlenmek niyetinde. Bu konuda da kiminle evlenecek sorusu ortaya çıkıyor. Dünyada sanki bütün kadınlar kurumuş gibi Karatay’ın boş ümide kapılan gönlü, benim annem Millat’a yönelmiş gibi görünüyor. Üzeri şerit şeklinde boyalı olan motosikletin her pazar bizim eşiğimizde biterek oraya park edilmesindeki sebep işte bu.

      Elbette bu mesele hakkında bana fikrimi soran kimse yok. Fakat ben Karatay’a içimden öfkeleniyorum ve annemin seninle evleneceği günü sen ancak rüyanda görürsün diyorum.

      Motosikletin tekerleğine bir tekme atarak eve girdim. Kim ona sahipse ona kulluk eden aptal teknoloji şimdi ne cevap verecek bakalım! Pat dedi, bir şey diyecek gibi oldu ama sessiz kalakaldı.

      Girişte babaannem kımız karıştırıyordu. Sabahın erken saatlerinden gecenin karanlığına kadar hiç dinlenmeden çalışıp eziyet çeken babaannem ah! Çırparak yayık dövdüğünde bir görsen, neredeyse yayığın dibini delecek sanırsın. Başörtüsü başından kayıp omuzlarına düşmüştü. Babaannemin çok şeyleri görerek ağarttığı saçları ve başı terlemişti. Bu sebeple hafif ter kokusu geliyordu. Elimdeki topu hızla avluya fırlattım ve bu sert tavrımla misafir odasına doğru yöneldim.

      Babaannem işini hemen bırakarak “Hey, bu halinle nereye gidiyorsun? Orada misafir var.” dedi.

      Şu babaannem ilginç bir insan, orada kimin olduğunu benim bilmediğimi sanıyor herhalde.

      “Orada misafir varsa sanki geri dönecektim!”

      Sesim yüksek çıktı. Olsun, duyarsa duysun. Kapıyı açıp içeri girdim. Karatay ile annem pencerenin önündeki masada, her zaman olduğu gibi, yüzyüze sohbet ediyorlardı. İkisi birden bana baktılar. Karatay’ın yüzünde benim gelmemden pek hoşlanmamış bir ifade vardı. Annemin bakışlarından da benim bu aptalca gelişimden onun da hoşlanmadığını hemen fark ettim.

      Bu halde köşedeki dolabıma doğru geçiyordum ki Karatay gülümseyerek yumuşak bir ses tonuyla “Hey, Koca-tay! Selam sabah yok mu?” deyiverdi.

      “Yaşı büyük kişilere selam vermemek görgüsüzlüktür.” diyerek annem beni kaç kere ikaz etmiştir. Bu sorumluluğumu mecburî olarak yerine getirerek “Merhaba!” deyiverdim.

      Büyüklerin yanına izinsiz ve kaba bir şekilde girdiğim için mecburen bir şey yapmam gerekiyordu. Sırtımı anneme ve Karatay’a dönüp dolabın en alt bölmesindeki gazete ve dergileri amaçsızca karıştırıyordum. Neyi arayıp neyi bulamadığımı bir Allah bilir. Ancak iki kulağım da annem ve Karatay’da idi.

      “Evet, bu yıl bahar yağmurlu oldu.” diye başladı Karatay şimdi sohbete. “Bizim ‘Komintern5’in buğdayları da boy vermeye başladı. Şimdi güzdeki doludan etkilenmezlerse halkın rızığı fena olmayacak gibi görünüyor.”

      Karatay’ın, sohbetin gidişatını hemen değiştirerek bu mevzudan bahsetmeye başladığını hemen anladım. Bu sebeple bakalım daha ne diyecek diye başımı kaldırmadan, kendi kendime bir şeyler yapıyormuşum gibi kararsız bir şekilde bekledim.

      “Fena olmayacak gibi.” diye annem de Karatay’ın sözünü sıradan bir ses tonuyla tasdikledi. Onun sesinden “Yaa Karatay! Benim çocuğumu böyle davranarak kandıramazsın. O, her şeyi seziyor, her şeyi anlıyor.” diyen bir anlam fark ediliyordu.

      Birkaç dakika sessizlik içinde geçti. Birden annemin “Çocuğum!” diyen sert sesi duyuldu. “Senin böyle kararsızca arayıp bir türlü bulamadığın şey ne?”

      Bu söz bana altı kat örülmüş kamçıyla vurmuşlarcasına tesir etti. Özellikle, “çocuğum” sözündeki öfkesi güçlü hissediliyordu. Çünkü normal zamanlarda annem bana adımla seslenirdi. “Çocuğum” şeklindeki resmî hitabı “Büyüklerin sözlerine kulak misafiri olarak yaptığın bu çirkin davranışı bırak!” diyerek kızması anlamına geliyordu. Bunu hemen anladım ve elime geçen bir dergiyi alarak hızlıca çıktım.

      Karatay bu gün bizim evde bazı zamanlarda yaptığı gibi uzun süre oturmadı. Çok geçmeden benim arkamdan o da çıktı. Başka zamanlarda giderken, babaannem ile mutluluk içinde vedalaşır, bana da güler yüzle birkaç şaka yapar, komik sözler söyler, hoşlanmadığımı bilmesine rağmen başımı okşardı. Bazen “Gel, otur, köyde bir tur attırayım, seni gezdireyim.” diyerek bana yaranmaya çalışır, benimle iyi bir ilişki kurmaya uğraşırdı. Bu defa öyle olmadı, esmer yüzü daha da kararmıştı, cesaretini kaybetmişti. Evin girişinde göz ucuyla solgun bir bakışla baktı ve hiç konuşmadan geçip gitti. “Büyük Hanım, hoşça kalın!” diyerek babaanneme söylediği sözü de öylesine görev niyetine, belli belirsiz, geldim gittim demek için söyleyip hiç duraksamadan çıkıp gitti. Sonrasında motosikletin pırs pırs edip boğulur gibi gelen çalışma sesi, onun ardından silah atılır gibi art arda gelen patırdama, kulak tırmalayan çirkin sesler işitildi. Bizim avludan çıkan bu ses sıklaşarak sokağın başına doğru uzaklaştı.

      ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

Kendi düşüncelerimden bahsediyorum ve kumdaki izden bahsediliyor

      Karatay’ın çabucak gidişine, hem de üzülerek gidişine sevinmiştim. Bu gidişiyle birlikte umarım bizim evden ümidini tamamen keser.

      Acaba annem gerçekten de Karatay ile evlenmek istiyor muydu? Mümkün değil. Yabancı biriyle… Diken sakallı, yapyaşlı Karatay ile… Yok yok, o onunla evlenmeyecek. Hiç olmazsa genç olsun, nasıl olursa olsun, anneme yabancı bir kocanın gereği ne? Biz, babaannem ile üçümüz, Allaha şükür, o olmadan da hiç fena yaşamıyoruz ki. Karnımız tok, sırtımız pek. Ben okulumu bitirip delikanlı olacağım ve üniversiteye gireceğim. Yazar olacağım. İşte o zaman ben anneme, eğer ecel gelip de vefat etmezse babaanneme de hayatın gerçek mutluluğunu tattıracağım.

      Bu düşüncemi tekrardan gözden geçirip anneme söylemek istedim. Fakat nasıl anlatacağım, bu ayıptı. Yok, annemin böyle bir düşüncesinin olması imkânsız. O, Karatay’a öylesine saygı gösteriyor olmalı. Benim yetişkin oğlum var, ben evlenmeyeceğim diyerek mantıklı bir gerekçe gösterip durumu izah etmiş olmalı. Fakat Karatay bunu anlamak, kabul etmek istemiyor. Gölge gibi ardında dolaşıp annemin burnunun dibinden ayrılmıyor. Of! Böyle aç gözlü, üslupsuz erkekler yok mu…

      Yok, annemin evlenmesi mümkün değil. O, bizi hiçbir zaman bırakmaz. O, akıllı ve terbiyeli bir insan. Köyde, büyüğünden küçüğüne herkesin onun önünden geçip gitmemesi, saygı gösterip hürmet etmesi de bu özelliğinden kaynaklanmıyor mu zaten. Böyle olmasaydı annemi iki defa seçimde ilçe meclisine vekil olarak seçerler miydi?

      Bütün bunlar, biraz dinlenip karnımı doyurduktan sonra aklıma gelen düşüncelerdi. Ne de olsa aç ayı oynamaz diye bir söz var, açken benim de aklıma hiçbir şey gelmiyor.

      Biraz