derecesine kadar düşüp, Börüsaydan odun toplayamadan, boş geri dönmeğinin sebebini hayvanların kralı sayılmakta olan Aslanın adı ile üzerini örtmek istiyordu.
Ama, o günden birkaç gün geçtikten sonra, komşu çoban konaklama yerinde: “Çöle Vaşak ile Aslan inmiş. Aslan Vaşağı öldürmüş. Onun leşi Börüsay’da yatıyor” diyen türden haberler ortaya çıktı. Ondan daha ileride olan üçüncü çoban konaklama yerinde: “Börüsay’da Aslan görmüşler” diye konuşulmaya başlanmış. Dördüncü çoban konaklama yerinde ise: “Baş çoban konaklama yerine Aslan saldırmış” dediler.
Her çoban konaklama yerinde biraz değiştirirlip, biraz da abartılıp Aslanlı konu çobanların arasında panik yaratmaya yetmiş.
Kışlıktan geri gelen Lapar dayı alel acil davarları elden geçirdi.
Çay başında ise çoğluğunu dikkatli olmaya davet edip:
– Karakız koruma alanında bulunan Aslanlar bizim çöle gelmişler – dedi. – Bundan böyle tüfekler ve fişekler eşeğin semerine bağlı olsun! Ama, Kırmızı Kitaba dahil edilmiş, nadir rastlanmakta olan yaratıklar olduğundan dolayı onlar vurulmamalı. Sadece havaya ateş edilip, av fişeklerinin çıkardığı sesler ile korkutulacak. Geceleri ise, bu günden itibaren, davarların başında nöbetleşerek beklememiz gerekecek.
Çoğluk çobanın söylediklerine inanacağını da inanmayacağını da bilmedi:
– Kim söylüyor bunları? – dedi.
– Çiftlik Müdürü tüm çobanları bir araya toplayarak, düynki gün yapılan toplantıda söyledi.
Çobanın söylemekte olduklarının geçen günki korkak oduncıların söylediklerinin abartılarak, bu dereceye kadar getirilmiş olduğunu, elbette, çoğluğun aklı ermemişti. Haftalar, aylar boyunca, boş laflardan üretilmiş yalanların verdiği ıstırabı çektiler.
Avcılar, Milli Parkın çalışanları arabalı, helikopterli dolaşarak dağ ile kışlık alan, batı ile doğu aralığındaki alanlarda Aslanın izine rastlamamışlar. Sadece Karakız Milli Parkındaki Aslanlar yeniden sayıldıktan sonra, onların tamamının yerinde olduğu, hiçbirisinin hiçbir yere gitmemiş olduğu belli olduktan sonra yalana dayanan söylentiler esip giden kuru yel gibi unutuldu gitti.
Böyle olmasına bakmaksızın, o iki oduncu bir daha saksavul götürmek için Börüsay’a gelmediler.
Kısmet
Ayda bir kere davarlara saldırma alışkanlığına sahip olan Uzkurt geriye kalan zamanları çöl hayvanlarını avlamakla yetiniyordu. Böylece yaklaşık onsekiz aylık bir süre içinde bazen mağarada tek başına, bazı durumlarda ise geçitte, ya da Taşderenin oteki tarafındaki ardıçlık alanda Çita ile beraber kalırdı.
Geçmiş olan o kadar zaman zarfında Çitacık da gerçek bir Çita olarak yetişmişti. Onun çevik, cesur ve gayretli olması Uzkurdu hoşuna gitmekteydi.
Bir keresinde bir bahar günü şöyle bir olay olmuştu. Uzkurt iki adım ötesinde, karşısına dikilerek durmakta olan kobrayı gördü. O “tı-s-s” edip, tüyler ürpertici, keskin gözlerini avundan ayırmadan bakıp, zehrini püskürtmeye hazırlanmıştı ki, eğer, onun yan tarafından yürümekte olan Çita yetişmeseydi, uzun işkembeye benzeyen bir mahlukttan kaçmayı kendisini küçük düşürücü durum olarak alğılayan Uzkurtu onun ısırması da kaçınılmaz idi. Çita, ani zıplamayla keskin tırnakları ile kobranın başına vurarak, bir kenara fırlatıp attı.
– Bunun gibi canlı işkembeler benim barınmakta olduğum ardıçlık alanda çok. Canımın av avlamak istemediği zamanlarında ben bunları yakalayıp yiyorum. Bunların eti lezzetli olur.
– Yılanların zehrinin olması gerek.
– Evet, zehirli olanları da var, zehirsiz olanı da var. Biraz önceki ise en zehirlilerinden.
– Teşekkürler. Yoksa da baban ve annenden hiç iz bulunmadı mı?
Büyük ihtimalle, benim hayatta olduğumdan haberleri olmamalı. Bana ise bundan sonra onlar lazım bile değil.
– Niçün?
– İlk olarak, senin gibi gözüpek, cesur, güçlü arkadaşımın olduğu için. İkinci olarak da, biz – Çitalar büyüdükten sonra, kendi başımıza yaşarız. Dahası da var bu işin, annenin yanında yaşamak utanç vericidir. İşte, tavşanlara baksana! Onlar var ya bir haftadan sonra yavrularının alnına bir tekme atıp gönderiyorlar.
– Alnına bir tekme atmadan gönderir ise olmuyor mu?
– Anne tavşanın ayağının altında yavrusunun kısmeti var. İşte o kısmeti olan alın yazısını o tekme vasıtasıyla yavrusunun alnına yazıp gönderiyor.
– Yok canım, o dediğin alın yazısında ne deniyormuş?
– O yazıda “Kısmetini gör! Ayağın sana bakar! Ayağın ömrünü uzatır” denen yazılar var.
– Sen Çita olup da, tavşanların bu kutsal kurallarını nereden biliyorsun?
– Ben bir ana tavşanı yakalayıp yemek istedim. O anda, emzirmekte olduğu onyedi yavrusunun olduğunu söyleyerek yalvardı ve bana bu kutsal kuralları yerine getirdikten sonra, onu yememi rica etti. Ben onu bıraktım. Gerçekten de, dünki gün yavru olan tavşanlar bu gün tavşan oldular. Ana tavşanın hayatta kalmasını sağlamakla, ben on yedi kez atıştırabileceğim lokmalarımı kazanmış oldum.
Onlar kendi aralarında konuşarak, kadim mağaranın yanına vardılar.
– Çita, sen burada mı kalıyorsun? – diye sordu.
– Burası, benim dünyaya geldiğum kadim mağara.
– Baban, annen, kardeşlerin de bu mağarada mı barınıyorlar?
– Ben de aynen senin gibi, onları çocukluktan beri hiç görmedim. Ama ben onları özledim. Biz kurtlar, sizden farklı olarak, sürü halinde yaşıyoruz.
Uzkurt henüz bir aylıkken insanların onu yakaladığını, uzunca bir süre onların kafesinde yattığını, sonra onlardan kaçtığını, mağaraya geri geldiğinde ise hiç birisini bulamadığını anlattı.
Конец ознакомительного фрагмента.
Текст предоставлен ООО «Литрес».
Прочитайте эту книгу целиком, купив полную легальную версию на Литрес.
Безопасно оплатить книгу можно банковской картой Visa, MasterCard, Maestro, со счета мобильного телефона, с платежного терминала, в салоне МТС или Связной, через PayPal, WebMoney, Яндекс.Деньги, QIWI Кошелек, бонусными картами или другим удобным Вам способом.