Abdıreşit Taşov

Bozkurtun Patikası


Скачать книгу

dağ eteğini takip ederek giden Uzkurdun bir ses kulağına geldi. O hayatında hiç de böyle bir ses duymamıştı. Sesin gelmekte olduğu yere ulaştığında, yavrucak bir benekli yaratığın iki taşın arasında sıkışıp kaldığını gördü. O, böyle bir yaratığı henüz hiç görmemişti.

      – Sen nasıl bir yaratıksın?

      – Ben Çitalar neslindenim. Sen beni yemezsin değil mi?! – diye, eziyet çekmekte olan yaratık onun yüzüne ümit dolu beklentili bir şekilde baktı. – Bana bu taşların ıstırabından kurtulmaya yardım et!

      – Böyle davranılır mı, ben seni yiyebilir miyim hiç? – diye, Uzkurt taşların birisini ön ayağı ise sıkıştırıp, somağı ile itiverdi. Taş çok az da olursa yerinden oynadığında Çitacık onun altından sıyırılıp çıktı.

      – İki taşın arasında ne işin var senin? –diye, Uzkurt ona çemkirdi.

      – Taşlar beni Vaşaktan kurtardılar. Sen ise taşlardan kurtardın. Minnettarım – dedikten sonra, Çitacık arka ayaklarını zorluk ile kaldırıp, topallayarak kendi yoluna gitti.

      Uzkurt: “Dur! – diye, onu durdurdu. – Nereye gidiyorsun?”

      – Babam ile annemin yanına.

      – Onlar neredeler?

      – Vaşak ile dövüştükten sonra, orada gözüken ardıçlığa çekildiler.

      – Oraya gitmene gerek kalmadı. Zaten sen onları oradan bulamazsın. Eğer onlar hayatta olsaydılar, çoktan gelip seni arayıp bularlar idi.

      – Hayır. Hayır. Onlar diridirler. Ardıçlığa yetebilmişler ise, Vaşak bizimkilere bir şey yapamaz.

      – Niçün?

      – Çitalar da aynen kediler gibi ağaçlara tırmanmayı biliyorlar.

      – O zaman ümit var – diye, Uzkurt ona arkadaşlık etti.

      Yolda giderlerken, Çitacık, Vaşağın yavrucuklar yalnız kalacakları zamanı bekleyerek geldiğini, onları yiyişini, kendisinin ise karanlığa karışarak, iki taşın arasında saklanıp kalmış olduğunu, babasıdır annesinin gelip Vaşak ile ölüm kalımına dövüş ettiklerini, o anda da taşın üzerine basıp, gövdesini sıkıştırdığını, sonra ardıçlı alana doğru kovalaşarak gitmiş olduklarını anlattı. Sonrasında ise:

      – Hadi gel, ikimiz arkadaş olalım – dedi.

      Uzkurt onun iyi niyetli teklifini kabul edip, yan tarafta duran koca taşın üzerine atlayarak çıktı.

      Çitacık ise taşın üzerine çıkmak için çok uğraştı.

      – Taşın üzerine mutlaka çıkmam mı gerekiyor? – diye, Uzkurdun da aşağıya inmesini istedi.

      – Mutlaka – dedikten sonra, Uzkurt kararlı bir şekilde konuştu. – Taşın üzeri yüksek yer. Arkadaşlık ise yüceliği simğelemektedir. Bizim arkadaşlığımız yükseklikte başlasın ve sonsuza kadar devam etsim!

      – Evet, öyle olsun! O zaman bana ön ayaklarını uzat!

      – Uzkurt aşağıya doğru bükülerek ön ayaklarını aşağıya doğru sarkıttı. Çitacık, taşa daynarak diklendi de, zıplayarak Uzkurdun ön ayaklarından sarıldı.

      – Eyvah – diye, Uzkurt ayaklarını geri çekip aldığında, yeni dostu da fırlayıp taşın üzerine düştü. – Senin tırnakların ne biçim? Ayaklarıma saplanıp, diğer tarafından çıkmış olmalılar. Neyse, olmuş bir kere, tırnaklarından dolayı akmakta olan kanı yalayarak, kendi ayağından da kan akıt.

      Çitajık Uzkurdun ayağından akan kanı yaladı. Sonra sağ ayağının tırnakları ile sol ayağını tırmalayarak kan akmasını sağladı. Uzkurt da o kanı yalıdı.

      – İşte, bizim kanımız birbirimize geçti. Artık biz kan kardeşleri olduk – dedi.

      Iki arkadaş ardıçlık alana ulaştıklarından sonra, çok dolaştılar. Ama hiçbir yerde çitaların ne ölüsüne ne de dirisine rastlayamadılar. Onlar, oralarda Vaşağı da göremediler. Nedeni, Börüsay’da, Uzkurdun öldürmüş olduğu Vaşak idi.

      Çoban konaklama yerinde

      Oduncuların aracı çoban konaklama yerine gelip durdu, Tokar tek başına kendi işleri ile uğraşmaktaydı. Lapar çobanların toplantısına katılmak için gitmişti.

      – Köpeklerini uzaklaştırsana, konaklayıp geçmekçiydik, yoksa da yolumuza devam edeceğiz – dedikten sonra, sürücü aynayı biraz açarak seslendi.

      Tokar köpeklerini aracın yanından uzaklaştırıp, bir kenarda her birine avuç içi kadar kor ateşte pişirilmiş gömme ekmek verdi.

      Sürücü ile beraberindeki kişi peşlerinden atlı kovuyormuş gibi koşarak Kara çadıra girdi.

      Tokar onların kanı çekilmiş soluk yüzlerini gördüğünde şaşırmış olsa da, onların hal hatırını sorduktan sonra:

      – Hayırdır?! – dedi.

      – İyilik olsaydı, hiç biz bu kadar yol yürüyüp, Börüsay’a vardıktan sonra, elimiz boş geri dönecek miyiz? – dedikten sonra, sürücü yanındakinin böğrüne yumruk attı. – Doğru değilmi, Aman?

      – D-d-d-dog-yı – diye, Aman hem kekeleyerek, hem de “r” harfı yerine “y” harfini kullanıp, Tokarı gülümsemeye mecbur etti. Tokar gülümsemekte olduğunu çaktırmamak için onlara çay verdi.

      Sürücü bir bardağı boşalttıktan sonra, bedeninde su koşmuş gibi kendisini biraz da olsa rahat hissetti, durumu anlatmaya başladı.

      Daha önce geçilen yolda bulunan aracın izinin rüzgardır yağmurun etkisi ile kaybolmuş olmasına bakmaksızın, çölü iyi biliyormuşuz gibi gitmiş olduklarını, yolun bulunmamasından dolayı da yollarını kaybetmiş olduklarını, düz bir alana çıktıklarında, Börüsay’ın öteki tarafından gelmiş olduklarının, oralarda da Vaşağın leşine rastlamış olduklarını, Aslan vardır endişesiyle, korkup geri döndüklerini anlattığında, Tokar kendisini tutamadı:

      – O Vaşağın leşi değildir ya? – dedi.

      – Gerçekten de onun leşi – dedikten sonra, sürücü daha önce anlatmış olduklarını tekrarladı. – Ben zooloji kitabında onun resmini görmüştüm. Öğretmenimiz “Vaşağın olduğu yerde Aslan hem olmalıdır, aynen Aslanın olduğu yerde de Vaşak hem olur” diye, anlatmıştı dedi.

      – Ne yani, çölde Aslan da vardır mı demek istiyorsun?

      – Demek istemiyorum, madem Vaşağın leşi var mıdır? Demek ki, o var mış. Onun yanında Aslan hem olmalıdır! Her ne olsa da sağ salim kurtulduk. Buna da şükür.

      – Ya-a, yok ya, Ben hiç de inanmıyorum. Doğrudur, çölde kurt var, sırtlan var, kaplandır çita var, çöl varanı var, kulan var. Başka da onlarca türe mensup olan hayvanlardır diğer yaratıklar var. Ama, “Aslan var” diye duymadım.

      Tokarın inanmamazlık etmesi sürücüyü sakinleştirme yerine, tam tersine kızdırmıştı.

      – Bakıyorum ki, sen Vaşağın ne olduğunu fazla bilmiyorsun galiba. O Aslandan başka kişinin başedebileceği bir yaratık değil. Sırtlan da, kaplan da onun üstesinden gelip bilmez. İhtiyatı elden verdiğini anladığında Aslanı da tongaya düşürebilen yaratık. Onun için de o Aslanın peşine takılp gezermiş. Belki de, Aslan onu zamanında bunun farkına varmış olduğu için öldürmüştür.

      – Belki… kendi eceliyle böyle olmuştur.

      – Bu zamana