olduğuna bakmamı istemiyorsan!
Bu küçük ne kadar da cesurmuş! Sen beni tanımadın galiba.
– Tanıdım. Sen benim düşmanımsın.
– Tanımamışsın. Bana Vaşak derler. Hayvanlar kralı Aslan bile benden çekinir.
– Dem vurma bana.
– Yeter! Defol burdan. Yoksa… Sen de yere serilmiş leşe dönersin.
– Kurt başkasının avunu da yemez, kendi avunu da başkasına vermez.
– Dik kafalılığından dolayı sen kaybedeceksin.
– Herbir senin gibi açgöz hem de burnu havada olana avumu aldırmam, namusumu iki paraya değişmem.
– Öylemi diyorsun?!
– Öyle…
Her iki taraf dövüşmeye hazırlandı. Vaşak büzülmüş gibi oldu da, birdenbire Uzkurdun üzerine atıldı. Uzkurtda kendisini onun üzerine attı. Dövüş başladı. Kimin altta, kimin üstte olduğu belli olmayan kapışma uzun sürdü. Vaşağın cüssesi büyüktü. Uzkurdun cüssesi onunkuya nazaran küçük de olsa, güç bakımından ondan pek fazlada güçsüz değildi, üstelik de her bir ısırdığı yeri koparmaktaydı.
Vaşak çok çevikti. Vucudunun üç dört yerinde acı verici yaralar oluştuktan sonra, o kurdun ağzını da ihmal etmeden, kendisi de ısırmaya başladı. O da bir keresinde Uzkurdun ensesinden ısırdı. İşte, o andan itibaren de gümüş renkli tüyler ne işe yaramakta olduklarını gösterdiler.
Vaşak diline batmış keskin tüylerin verdiği acıya dayanamadı, hemen ağzını açtı.
Uzkurtsa fırsattan faydalanarak, Vaşağın altına girdi de, arka ayaklarına dayanarak yukarıya doğru kalktı. İşte o anda, onun ensesinde bulunan gümüş renkli tüyleri Vaşağın karnını sanki bıçak ile delinmiş gibi parçalayıp attı. Karnından işkembeleri dışarıya doğru çıkan Vaşak yine de dövüşmeyi bırakmadı.
Bu dövüşün en sancılı yeri, onların hiç birinin kendisini korumaya değil, rakibini param parça etmeye can atmalarıydı.
Onların her ikisinin de “Ya alacağım, ya öleceim” şeklinde net bir amaçları vardı.
Uzkurt git gide daha kuvvetlenmekteydi. Tersine, Vaşak ise zayıflamaktaydı.
Kendi avuna sahip çıkma gayesi ve kurt gururu Uz-kurdu daha da güçlü kılmaktaydı.
Vaşağın ise amacı tamamen başka olan kötü niyet bu dövüşü yapmaya mecbur bırakmaktaydı. O hayatı boyunca Aslanın peşinde gezmeye alışmıştı. Ama, Aslan ağır kanlıydı. O, yakalamış olduğu avundan karnını doyurduktan sonra, onun yanında yan gelip yatmaz, ilk aklına gelen yöne gider. Bu inatçı kurt ise Vaşağa yol vermek bile istemiyor.
Uzun süren dövüş Vaşağın canını çıkarmıştı. O, rastgele Uzkurdun vucudunu ısırmaktaydı, onun vucdunu tırmalayarak çizikler içinde bırakmıştı. İşte o anda da onun işkembeleri bir kütüğe takıldı. Sanki onun tüm işkembeleri dışarıya çıkmış gibiydi. Neyin onu tutmakta olduğunu anlayamadığı için, kısa bir süreliğine geriye baktığı anda, Uz-kurt, Vaşağın boynundan ısırdı. Silkeledi. Vaşak boynunu düşmanın ağzından kurtarabilmek için her ne kadar can atsa da amacına ulaşamadı.
Uzkurdun keskin dişleri kendi işini hakkıyla yapmıştı.
“Can boğazdan çıkar” diye boşuna dememişler.
Vaşağın kendisinkiden iki katına kadar daha iri cüssesinin leşe dönmüş yerde yatmakta olduğunu gören Uzkurt:
– Ben senin üzerine gitmedim, sen benim üzerime geldin. Dövüşü de ben başlatmadım, sen başlattın. Ben namusumu korudum. Sen ise, işte orada, kuma karışmış yerde yatan mideni doldurmak için dövüşüp, kendini bile savunamadın. Kabahatın günahından büyük – dedikten sonra, yola koyuldu. Sadece o zaman vücudunun her yerinde hissedilen ağrı ve sızıdan dolayı dayanamaz hal almaya başladığını sezmeye başladı. Dövüş sırasında vücudundaki yaraların ağrıdır sızılarını o arada hissetmemiş olmalı.
Aladağda bulunan kadim mağaraya geri döndüğünde, tan yeri atmaya başlamıştı. Mağaranın bir köşesinde bulunan iki taşın arasına geldikten sonra, başını arka ayaklarının arasına sokup, bükülerek yattı…
Eğer bu durumda kimdir birisi bu mağaraya baksaydı: “Burada üc adet taş varmış” der, geçip gidebilirdi.
…Mağaranın içi sanki Güneş gökyüzünden inmiş, bu yere gelmiş düşmüş gibi birdenbire aydınlanıp gitti. Uzkurt iki tarafında bulunan taşlardan yayılan göz kamaştırıcı ışınların mağaranın içini sanki gündüz gibi aydınlatdığını gördü, yavaşca başını kaldırdığında, tünelin girişinde duran koca kurdu gördü. Onun cüssesinin iriliği Aslanlarınkinden küçük değildi. Sadece başının etrafında yelesi yoktu, onun yerine ensesinde bir karış uzunluğunda kümüşsü tüylerinin olduğunun farkına vardı. Belki de bu kurt Akhal’ın söylediği Bozkurttur.
– Hoşgeldin, Bozkurt!
– Hoşbulduk, Uzkurt! Düş peşime!
Bozkurt geri döndü de tünelden geçip, patika ile ta yolların ayrıldığı yere kadar gitti. O, taşların hangisine yaklaşırsa, onlar kendi kendiliğinden ışınlanıp, etrafı sanki gündüz gibi aydınlattığını gördü. Orada durup: – Sağa saparsan, Yedikayaya çıkarsın, bu patika seni hayatta kalman için tanınan süre dolduğunda üçüncü kayanın üzerine çıkarır ve oradan da seni benim yanıma göderir. Sola saparsan, pınarlı dereye varırsın. Pınarın uzanabildiği her yer karışı karışına güzelliklerle doludur. Onun tam fışkırmakta olduğu yerden yedi adımlik bir mesafede çınar ağacı vardır. Çınarın oyuğundaki çukurda Gökbörünün sütü karıştırılmış su vardır. O sudan içer isen, için temizlenir. Dilin ile yalıyarak vücuduna sürersen, yaraların iyileşir.
Bozkurt bunları söyledikten sonra sağ tarafta bulunan patika ile Yedidağa doğru gitti…
Uzkurt gözünü açtıp mağaranın içinin karanlık olduğunu gördüğünde hayretler içinde kaldı. Bitkin düşmüş yara bereler içinde kalmış gövdesini zorlukla kaldırdıktan sonra, tünelden geçip Bozkurdun patikasını takip etmeye başladı.
Epey bir süre yürüdükten sonra, yol ayırdına yetti. Yedikayaya doğru gitmekte olan çukurlu patikaya baktı. Onun nedense o patika ile gidip, kendisine rüyasında tarif edilen kayaya çıkarak, Bozkurdun yanına gitmek istedi. Hatta ilk iki adımını attı bile. Ama, nasıldır bir güç onu sol tarafta bulunan patikaya yönlendirdi.
Turna gözü gibi berrak sulu pınar başından taa dağın yamacına kadar iki tarafı ağaçlarla dolu dere onu kendisine imrindirmekteydi. O pınarın kıyısını takip ederek, onun kaynağına doğru yol almaya başladı.
Çöl – o engin alanları ile, burası serinlik kaynağı bahçeleri ile güzeldi.
O, sonunda pınarın kaynağının olduğu yere yedi adım mesafede bulunan tepesi yükseklere uzanan çınara yaklaştı. Ancak onun yanına nasıl ulaşacağının hiç yolunu bulamadı. Çınar pınarın öbür tarafındaydı. Pınarın kaynağı ise dağın sarp kaya kısmından fışkırmakta ve dik eğim ile akaçtan aşağıya doğru akıp gitmekteydi. Uzkurdun pınarı atlayarak geçmeye güycü yetmeyecekti. Pınarın buz gibi soğuk suyuna girip karşı tarafa geçmeye de cesaret edemiyordu.
Uzkurt arkasına dönüp baktığında, biraz ileriye doğru aşağıya gidildiğinde kurumuş ağacın pınarın üzerinde köprü gibi durmakta olduğunu gördü. Gidip o ağacın üzerinden dikkatlice yürüryüp, pınarı geçti