Abdildacan Akmataliev

Cengiz Aytmatov Günlükleri


Скачать книгу

çıktığım sırada gelmekte olan birinin sesini işittim. İşte, Cengiz Hoca’nın heybetli vücudu. Elinde bir sürü kâğıt vardı. Yüzü gülüyordu.

      “Nasılsınız?”

      Hoca başını eğerek sorumu cevapladıktan sonra: “Ben de seni arattırıyordum. Konuşmamız gereken şeyler var, gitme.” dedi. Bekledim. Katılım kalabalıktı, biraz fazla beklemek zorunda kaldım. Bu arada görüşmeye ‘Manas’ bölümünün başkanı Samar Musaev, Sverdlovsk sinemasından gelen insanları da getirmişti. Zaman geçiyordu, öğle arası yaklaşmıştı. Onlar içeri girdiğinde Cengiz Hoca dışarı çıktı. “Seni çok beklettim galiba. Başka bir gün de konuşabiliriz.” diyerek elimden tutup koridora doğru yürüdü.

      “Tamam…” dedim.

      “Yok, zamanım var diyorsan bekle.” deyince ben de kendisine acelem olmadığını ilettim

      “O zaman bekle.” diye cevap verdi.

      İçeri geçti. Hepsini uğurladıktan sonra sekreterlikte oturan Nurgül ile beni çağırttı. Odasına girdim. Her şey eskisi gibiydi. Hiçbir değişiklik yoktu. Her zamanki gibi masa üzeri kağıtlarla doluydu. Cengiz Hoca’nın yanına yaklaşarak: “Neru ödülünüz kutlu olsun.” dedim.

      “Teşekkür ederim. İşlerin nasıl?” diye sordu. Oturdum ve Hoca’nın sorularını cevaplamaya başladım.

      “Enstitü işleri nasıl gidiyor?”

      “İyi.”

      “Hangi konularda araştırma yapılıyor?”

      “Şu anda “Kırgız Sovyet Edebiyat Tarihinin” 1.cildini bitirdiler.”

      “Komisyon işi galiba.”

      “Evet. K. Asanaliev, A. Sadıkov, S. Cigitov- enstitüden, K. Artıkbaev, B. Alımov-üniversiteden birlikte çalıştılar. İkinci cildi de bitmek üzere.”

      “Sen?”

      “Orta Asya, Sibirya vb. yerleri gezerek malzeme topladım. Geçen sene 1984 yılında Ufa’ya giderek Mustay Karim Hoca ile görüştüm. Sizin hakkınızda pek çok iltifatta bulundu ve iyi dileklerini iletti. Size selam söyledi. Onunla sohbetimiz 5 Temmuz 1984 tarihli “Kırgızstan Madaniyatı” gazetesinde yayımlanmıştı. Sekreterinize gazeteyi bırakmıştım.

      “İyi. Ailen nasıl?”

      “Annem iyi. Kardeşim de çalışıyor.”

      “O gün gördüğüm çocuk nasıl, büyüyor mu?”

      “Şimdi koşuyor. Bense henüz evlenmedim.”

      “Eski evinizde mi kalıyorsunuz?”

      “Evet.”

      Gülümseyerek bana baktı ve tekrar söze başladı:

      “Senin için önemli bir iş var. Fakat seni zorlamış olmak istemem. Zamanın ve isteğin varsa…”

      “Hocam bana güvenip bir iş verecekseniz bu benim için gurur kaynağıdır. Elimden geldiği kadar çaba gösteririm.”

      “Öyleyse tamam. Sen küçük çocuklarla ilgilenebilir misin?”

      “Çocukları severim.”

      “Burada söz konusu olan sadece duygusal ilişki değil. Kızım Şirin 1.sınıfta 5 numaralı Kırgız ilkokulunda okuyordu. Bugün ise kaydını 13 numaralı okula aldırdım. İngilizce öğrenmesini istiyorum. Fakat kızım ana dilini de unutmasın diyorum. Sen bu işle ilgilenir misin?”

      “Eğer bana güveniyorsanız, ilgilenmeye çalışırım.”

      “Başka insanlar da bulunurdu belki; ama ben seni layık gördüm. Onun için seni arattırıyordum.”

      “Şu anda 5 numaralı ilkokulda Pozitif Bilimlerin Küçük Akademisi adlı bir kurs açmıştık. Çocuklarla çalışma konusunda tecrübem vardır.”

      “O zaman anlaştık. Haftada bir ders için zaman belirleyelim. Şu anda okulu yeni başladı ve ders programı henüz açıklanmadı. Sen iş yerini arayıp soyadını söylersen bana bağlarlar. Ne zaman istersen arayabilirsin, sekreter kıza söylerim.”

      Ben yerimden kalkıp vedalaşmak istedim:

      “Bekle biraz.”

      Hoca telefonla bir yeri aradı:

      “Maken biz şimdi geliriz, çocuklar evde midir?” diye sordu. Cevabını aldıktan sonra:

      “On, on beş dakika burada bekle.” dedi. Ben dışarı çıktım. Küçük bir iş için gelmiş, yine bir büyük işle karşılaşmıştım. Şimdi de Hoca’nın evine gidecektim. Fakat bu büyük mesuliyetin üstesinden gelebilir miyim, diye çok endişeleniyordum. Ben bu düşüncelerle meşgulken Cengiz Hoca da geldi. Birlikte dışarı çıktık. Arabaya bindik ve Hoca’nın evine doğru hareket ettik. Uzun bir zaman sessiz kaldık. Söze başlamaya çekiniyordum. Doğrusu ne diyeceğimi de bilmiyordum; ama konuşmak istiyordum. Dayanamadım: “Yazın Moskova’da Yakut tiyatrosu ‘Deniz Kıyısında Koşan Ala Köpek’ adlı uzun hikâyenizi sahnelemişler. ‘Komsomolskaya Pravda’ gazetesinde okudum.” dedim. Hoca sözümü şöyle devam ettirdi:

      “O zaman biz Moskova’daydık, adresimizi bulmuşlar. Yönetmen ve iki üç oyuncu gelerek oyunu izlememi rica etti. Biz de gittik. Gösteri o kadar güzeldi ki sanki eser onlar için yazılmış gibiydi. Bizi her şeyden çok Şirin şaşırttı. Gösteri bittikten sonra ağlayıverdi. Ayıp oluyor desek de durmadı. Herkes bize bakıyordu. Çocuğu bu kadar etkilediği için izleyiciler de şaşırdı. Oyundan sonra oyuncuları tebrik ettim, onlar da eser hakkındaki kendi fikirlerinden söz ettiler.

      “Dünya Gençler ve Öğrenci Festivalinde siz bir iki defa televizyonda konuşma yaptınız. Kırgız heyeti olarak sizinle görüşmek istemiştik.”

      “Öğrenciler ve farklı milletlerden gençlerle buluşmuştum. Patrisa Lumumbu Üniversitesindeki toplantının açılışını yaptım.”

      Araba Toktogul ile Djerjinski sokaklarının kavşağında durdu. Arabadan inip eve doğru yürüdük. Bu evi dışarıdan çok görmüştüm. Resmi geçit olacağı gün Akademinin görevlileri burada toplanırdı. Apartmana girip asansörle beşinci kata çıktık. Kapıya geldiğimizde Cengiz Hoca: “İşte bu bizim evimiz.” dedi. Zile bastığında kapı açıldı. Bizi Mariya abla güler yüzle karşıladı. Selamlaştık. Abla beni tanımıştı:

      “Şirin meselesini tamamen çözelim, çocuklar nerede?”

      “Şimdi, uyuyorlar. Siz odaya geçip konuşadurun.”

      Hocayla ikimiz odaya geçtik. Oda çok güzel bir şekilde süslenmişti. Masasının üstünde kâğıtlar, kitaplar vardı. Hoca sandalyesine, ben de koltuğa geçip oturduk. Hoca:

      “İşlerinden ve başka haberlerden bahset.” dedi.

      Ben susuyordum. Hoca tekrar:

      “Kendi evindeymiş gibi davran. Rahat ol.” dedi.

      Araştırdığım konuyu tekrar sordu. Ben de cevap verdim. Bu defa öncekilere ek olarak Kazan’a gittiğimi söyledim.

      “Birçok şaire ve yazara en iyi edebiyatçıyı sorduğumda, üstat olarak sizin adınızı verdiler. Eserlerinizin Kırgızca olarak hemen basılmasını istediler. ‘Beyaz Gemi’, ‘Deniz Kıyısında Koşan Ala Köpek’, ‘Gün Olur Asra Bedel’ gibi eserlerin birer nüshasını göndermemi rica ettiler.”

      “Bir iki sene gecikerek de olsa kitaplar yayımlanıyor. Rusça yazmanın birçok iyi yönü var. Sovyet okuyucuları ile dünya okuyucuları da bekliyor. Ben bu durumu dikkate alarak Rusça yazıyorum, Kırgız okuyucuları da Rusça okuyabiliyor; fakat yine de eserlerin kendi ana dilinde yayınlaması lazımdır. Bu sebeple bitirmek üzere olduğum ‘Aylampa’nın