Edmondo De Amicis

İstanbul


Скачать книгу

Madras şallarının, Hint ve İran kaşmirlerinin, Kahire’nin rengârenk kumaşlarının, altın oymalı minderlerin, gümüş çizgili ipek örtülerin, uçacakmış gibi görünen hafif ve şeffaf, mavi ve pembe çizgili dokuma eşarplarının, her formda ve her dizayndaki kumaşların, kıpkırmızı, mavi, yeşil, sarı ve isyankâr renklerin en hoş kombinasyonların, insanın ağzını açık bırakacak bir ahenkle bir araya gelmiş ve iç içe geçmiş her çeşitte ve her desende kumaş yığınlarının arasından geçersiniz, buralarda Elhamra Sarayı’nın duvarları gibi sizi düşüncelere salacak kırmızı ya da beyaz arka planlı, imparatorluk figürleri, Kur’an ayetleri, çiçeklerle bezeli, girintili, her boy masa örtüleri bulunur ve her şeyi örten yeşil, turuncu ve leylak rengi feracelerden, ipek gömleklere, altın işlemeli mendillere, harem ağasından ya da efendisinden başka hiçbir erkeğin gözünün bile değemeyeceği saten kemerlere kadar bir haremin kameriyesinde dolaşan Türk cariyelerine ait kıyafetlerin her bir parçasına burada teker teker hayran olabilirsiniz. Kırmızı kadifeden yıldızlarla kaplı, kenarları ermin kürk ile çevrili kaftanlar, sarı atlas kumaştan cepkenler, pembe renkli ipek şalvarlar, altından çiçeklerle bezeli beyaz Şam ipeğinden iç çamaşırları, gümüş payetli gelin duvakları, kenarında kuğu tüyü bulunan yeşil kazaklar, şekil şekil, her bir yanı süslenmiş, aşırı ağır ve zırh gibi parlak ve sert Rum, Ermeni, Çerkez cüppeleri ve tüm bu hazinelerin ortasında bir şairin sayfalarının arasına bir terzi kendi figürünü dökmüşçesine dokunmuş Fransız ve İngiliz kumaşları da vardır. Bir kadını seven hiç kimse, bir milyoner olmamanın büyük bir talihsizlik olduğunu düşünmeden ve bir dakikalığına da olsa ruhunda her şeyi bir çuvala doldurup kaçma duygusunu hissetmeden bu pazardan geçemez.

screen_87_131_134

      Kapalıçarşı’da Kumaş Satıcıları

      Bu düşüncelerden kaçabilmek için, Çubukçular Çarşısı’na girmekten başka çare yoktur. Burada hayal gücü daha yalın arzulara indirgenir. Yasemin, kiraz ağacı, akçaağaç ve gülden sipsiler, Baltık Denizi’nden gelen; kristal gibi pürüzsüz ve parlak, sayısız renk tonu; şeffaf, yakut ve elmaslarla süslenmiş sarı kehribar rengi sigara ağızlıkları, altın ve ipek ipliklerle bezeli marpuçları ile Sezar ağızlıklar, Lübnan’dan gelen, renk renk nakışlı tütün keseleri, gümüş ve çelikten, antik güzel formlarda, hareli, işlenmiş, değerli taşlarla süslü, yaldızlarla ve halkalarla parıldayan Fas marpuçları ile meraklı müşterinin bakmak için yaklaştığı sırada satıcısının gözlerinin fal taşı gibi açıldığı, eğer müşterisi Anadolu’nun bir şehrinde birkaç yıl harcamamışsa, bir paşa ya da vezir değilse dudak büktüğü bohem kristal nargileleri bulunur. Buraya bir şeyler almaya sadece yumuşak başlı vezire minnet göstermek isteyen Hanım Sultan’ın elçisi ya da sarayda yeni bir terfi alan ve bu görev nedeniyle sadece görünüşü için bir çubukluğa elli bin lira saymak zorunda kalan mevki sahibi veya Avrupa hükümdarına eşsiz bir İstanbul hatırası götürmek isteyen bir sefir gelir. Mütevazı Türk yalnızca hüzünlü bakışlar atar ve durmadan ilerler ve kendini teselli etmek için peygamberin cümlesini aklına getirir: “Kim ki altın ya da gümüş çubuk tüttürecek olursa o kişinin karnında cehennem ateşi deve anırması gibi inleyecektir.”

      Itriyatçılar Çarşısı’na girince insanın etrafını baştan çıkarıcı kokular sarar ve bu kokular tamamen Doğu’ya özgü ve hoşlandığı şeyleri “kadınlar, çocuklar ve kokular” olarak ifade eden peygamberin en sevdiği şeylerden biridir. Burada öpücüklere koku katan sarayın meşhur pestilleri, Müslüman kadınların diş etleri kuvvetlensin diye Sakız Adası’nın güçlü kuvvetli kız çocuklarının sakız ağaçlarından toplayıp gönderdikleri sakızlar; enfes bergamot ve yasemin esansları, altın işlemeli kadife kılıflarda saklanan ve fiyatı insana dudak ısırtan güçlü gül esansları, kaşlar için rastıklar, gözler için sürmeler, tırnaklar için kınalar, Süryani güzellerin ciltlerini yumuşatan sabunlar, erkeksi Çerkez kadınlarının yüzlerindeki kılları dökmek için kullandıkları haplar, sedir ve portakal suları, yosun keseleri, sandal yağı, esmer amber, fincanları ve çubukları mis kokutan sarı amber, her biri birtakım tuhaf isimle anılan ve alıcısı ya da kullanımı tarifsiz, bir aşk hevesini, baştan çıkarma amacını, saf istek duygusunu temsil eden, bir araya geldiklerinde şehvetli ve keskin bir koku yayan, kendinden geçmiş iri gözler, okşanan parmaklar, yumuşak bir nefes ve öpücükleri ile iç çekişleri hissettiren sayısız toz, su ve merhem vardır.

screen_89_195_152

      Tüm bu hayaller karanlık ve ıssız bir sokakta, sefil görünümlü dükkânlarla çevrelenmiş, içinde muhteşem hazinelerin saklı olduğuna kimsenin inanamayacağı kuyumcular çarşısına girince yok oluverir. Mücevherler meşe ağacından yapılmış, halkalı ve demir zırhlı kutularda saklanır ve tüccarların bakışları altında, dükkânın önünde satılır: bu tüccarlar uzun sakallı ve sanki cebinize girip cüzdanınızdakileri sayıyormuş gibi dik bakışlar atan yaşlı Türkler ve yaşlı Ermenilerdir. Kimisi tam siz yanlarından geçerken karşınıza dikilir, önce gözlerini gözlerinize diker ve sonra fevri bir hareketle bir Golcondo elmasını, bir Ormus safirini ya da bir Giamscid yakutunu yüzünüze doğrultur, eğer yüzünüzde negatif bir işaret belirirse de aynı hızla kendini geri çeker. Kimisi de etrafı yavaş yavaş turlar ve yolun tam ortasında sizi durdurur ve etrafı şüpheyle süzdükten sonra göğsünden pis bir paçavra çıkarır ve anlatmaya başlar: Bir yandan size Brezilya’dan güzel bir topaz, Makedonya’dan güzel bir firuze gösterirken bir yandan da sizi yoldan çıkarmak için şeytani bakışlarını üzerinizde gezdirir. Kimileri de tek bir bakışıyla değerli taşlardan birini alıp almayacağınızı anlar ve size bir şey göstermeye tenezzül etmez. Şayet sizde bir Karun havası yoksa ya da yüzünüz bir azize benzemiyorsa, o kutuları açmaya yeltenmezler bile. Opal kolyeler, çiçekli ve yıldızlı zümrütler, Ofir incirleriyle çevrili hilaller ve taçlar, deniz yeşili zümrüt, zebercet, yıldız taşı, akik, lal taşı ve lacivert taşından oluşan göz kamaştırıcı yığınlar beş parasızların meraklı gözlerinden ve özellikle de İtalyan yazarlardan amansızca saklanır. Burada en fazla, yoğun işlerinizde verdiğiniz molaları değerlendirmek için Türklerin yaptığı gibi parmaklarınızın arasında dolaştırabileceğiniz, amber, sandal ya da mercandan yapılan tespihlerin fiyatını sorma riskine girebilirsiniz.

      Eğlenip oyalanmak için her bütçeye uygun kumaşlar satan Frenk dükkânlarına girmek gerekir. Siz içeri girer girmez, etrafınızı nereden geldiğini anlayamadığınız insanlar sarar. Yalnızca tek bir kişiyle konuşabilmek asla mümkün değildir. Her zaman tüccarların, ortaklarının, simsarların, çırakların oluşturduğu altı yedi kişilik bir kalabalığın ortasında kalırsınız. Şayet birinden kurtulursanız, hemen bir diğeri sizi yakalayıverir: burada kötü sondan kaçmanın hiçbir yolunu bulamazsınız. Mallarını satabilmek için nasıl bir beceriyle, sabırla, inatla ve şeytani oyunlarla uğraştıklarını anlatmaya kelimeler yetmez. Çok kabarık bir fiyat isterler, üçte birini teklif edersiniz ya bıkmış bir ifadeyle kollarını yana bırakırlar ya umutsuzca ellerini alınlarına koyarlar ya da hiç cevap bile vermezler veya kalbinize dokunmak için bir okyanus dolusu kelime döküverirler önünüze: Siz ne de zalim bir insansınız, dükkânı kapattırmak mı istiyorsunuz tüccara? Kazandıkları üç kuruşu kaybetsinler de fakir olsunlar mı istiyorsunuz? Çocukları da mı hiç düşünmüyorsunuz? Bu kadar kötü davranışı ne yaptılar da hakettiler. Size bir malın fiyatını söylerken, yan dükkânın simsarı size yaklaşır ve kulağınıza fısıldar: “Aman alayım demeyin, sizi kazıklıyolar.” Siz de samimi olduklarını sanırsınız oysa onlar tüccarla iş birliği içindedirler, güveninizi kazanabilmek adına şal için sizi kazıkladıklarını söylerler ve üzerinden bir dakika geçmeden şal yerine