Омер Сейфеддин

Bomba


Скачать книгу

anda isteniyordu. Deli olacaktı. İnkâr etti:

      “Nasıl sekiz yüz lira?..”

      Voyvoda gülümsedi. Kirli ve kırık dişleri göründü. Tekrar sigarasını çekti. Başını salladı:

      “Anlaşıldı. Demek zahmet edeceksin. Mutlaka dayak yemeden, ayakların yanmadan, tırnakların çıkarılmadan söylemeyeceksin! Eğer yine söylemezsen oğlun Boris bizim elimizde mahpustur. Onu keseceğiz. Evini de yakacağız. Yine seni rahat bırakmayacağız…”

      Baba İstoyan önüne bakıyordu. Hatta oturdukları evi bile satmışlardı. Bu sekiz yüz lirayı verirse muhakkak açlıktan ölecekti. Bir eşeği bile kalmamıştı. Magda, Boris’in kesileceğinden bahsedildiğini duyunca ağlamaya başladı. Tekrar Kaptan Raçof’un ayaklarına kapandı:

      “Affet gospodin, Boris’i affet…” dedi. Raçof gülerek cevap verdi:

      “Güzel daskaliçe! Sen de maksada vefasız kaldın. Burada ikiniz de bizim için çalışacağınız yerde babanıza mallarını sattırıp kaçmak istediniz. Sizin için milletin verdiği paraları çalmayı arzu ettiniz. İşte biz buna müsaade etmiyoruz. Elinizden paraları alacağız. Buradan bir yere gidemeyeceksiniz. Bizim için çalışacaksınız.”

      Ve ilave etti:

      “Haydi, Boris’ini seversen paraları getir. Baba İstoyan inat ederse sevgilinin kafası kesilecek. Bir daha onu ömründe göremeyeceksin.”

      Magda, Boris’in öldürülme ihtimalini düşününce deli olacaktı. Kalktı, ağlayarak Baba İstoyan’a sarıldı:

      “Ver babacığım, ver, biz genciz. Boris’le çalışır, yine kazanırız. Söyle nerede, gideyim getireyim.”

      Raçof ve arkadaşları Magda’nın yalvarmasını seyrediyor ve gülüşüyordu. Baba İstoyan tamamıyla aptallaşmıştı. Sanki hiç lafları işitmiyor, manalarını anlamıyordu. Hasis köylü için ölmek bu parayı vermekten daha ehven idi. Magda yalvarıyordu. Birden Baba İstoyan başını kaldırdı. Raçof’a dedi ki:

      “Kaptan, bari yüz lirasını bir ev almak için bana bırak. Ahir vaktimde açıkta kalmayayım.”

      Raçof reddetti:

      “Hayır, yüz lirasını bırakmam. Oğlun genç, çalışır. Seni besler. Haydi getir diyorum.”

      Vakit geçiyor. İhtiyar tereddüt ediyor, Magda yalvarıyordu. Raçof bir işaret etti. Kısa boylu esmer tüfeği aldı. Dipçikle ihtiyarın sırtına dehşetli bir darbe indirdi. Raçof da ayağa kalktı. Şiddetle sordu:

      “Haydi Baba İstoyan, dayağa başlayacağız. Ayaklarını ateşe sokacağız. Vakit geçiyor. Paraları getirecek misin?”

      Magda gözyaşları içinde çırpınıyor ve ihtiyara sarılıyordu, ihtiyar hiçbir şey söylemedi. Başını salladı. Yattığı odanın kapısına gitti. İçeri girdi. Bir dakika sonra kırmızı ve ağır bir çıkın ile geldi. Masanın üzerine bıraktı. Haydutlar parayı bu kadar çabuk elde ettikleri için sevindiler. Raçof hemen çıkını açtı. Saymaya başladı:

      “Aferin Baba İstoyan!” diyordu, “Zahmet vermedin. Şimdi bize şarap çıkar, eğlenelim…”

      Paraların sayılması bitti. Raçof liraları üçe taksim etti. Arkadaşlarıyla çantalarına koydular:

      “Hani şarap, hani şarap?” diye haykırdılar. Magda ayağa kalktı. Ambarın küçük kapısına koştu. Açtı ve içeri girdi. Üç bardak ile bir testi şarap getirdi. Haydutların önüne koydu. Sonra tekrar ambara girdi. Mezelik biber ve turşu çıkardı. Komitalar birbiri üzerine aceleyle içiyorlardı. Raçof:

      “Böyle mezeye lüzum yok.” dedi, “Biz cansız meze istemeyiz…” Bu laftan bir şey anlamayan Magda’yı belinden tuttu ve öpmek istedi. Magda mukavemet etti ve ağlamaya başladı. Raçof genç kadını bırakmayarak diyordu ki:

      “Yanaklarından meze alacağım. Sen sosyalist değil misin? Sosyalistler her şeyde iştirak isterler. Ben de senin yanaklarına Boris’le müşterekim!..”

      Magda çırpınıyordu. Raçof çirkin ve akur sesiyle dedi ki:

      “Eğer böyle münasebetsizlik edersen Boris’ini göremezsin. Onu keseriz…”

      Magda bu lafı işitince tekrar hıçkırmaya ve Raçof’a yalvarmaya başladı. Artık Raçof onun taze yanaklarından bol bol öpüyordu Kadeh kadeh içiyor ve tekrar tekrar öpüyordu. Arkadaşlarına:

      “Siz de meze alınız be!..” dedi. Cansız bir yumak gibi Magda’yı onların kucağına attı. Bu iki kuvvetli herif bu nefis kadına yapıştılar. Bir tanesi eteklerini kaldırmak istiyordu. Diğeri daha fena sarhoştu. Dişleriyle, avcunun içinde tuttuğu bu güzel başın yanağını ısırmıştı. Magda birden haykırdı ve kucaklarından kurtuldu. Sağ yanağının iki yerinden kan akıyordu. Baba İstoyan bu manzarayı görmemek için ocağın kenarına çömeldi ve başını avuçlarının içine aldı. Gözlerini ateşe dikti. Magda elini yanağına koymuştu. Parmaklarının arasından mebzuliyetle kan sızıyor ve ağlıyordu. Haydutlar bu güzel kadının bu kan içinde ağlamasına bakarak sanki mahzuz oluyorlardı. Hepsi susuyorlardı. İhtiyar saat bu tecavüz ve itisaftan müteessir olmuş gibi yine tik taklarını işittiriyor, rüzgârın gürültüsüne horoz sedaları karışıyordu. Raçof sözde acıdı:

      “Ağlama Magda.” dedi, “Şimdi Boris’in gelir. Orasını öper. Acısı kalmaz. Haydi ben mandolin çalayım, bize biraz raks et…”

      Ve ocağın yanından mandolini alarak bir polka çalmaya başladı. Magda ağlıyor:

      “Ben oynamayı bilmem kaptan!” diyordu. Raçof kalktı. Magda’nın yanına gitti. Kulağına müessir ve vahşi bir sesle:

      “Eğer oynamaz, neşemizi kırarsan Boris’i göremezsin, gider keseriz…”

      Magda’nın bütün vücudu sarsıldı. Gözlerinin yaşı dindi ve mütevekkil bir sesle:

      “Oynayayım, ah Boris…” dedi. Raçof oturdu. Mandolini çalmaya başladı. Diğer iki haydut, durmadan içiyorlar ve gülerek Magda’nın oynayışını seyrediyorlardı. Yanağından akan kan beyaz boynuna gidiyor, ona tekrar hayata gelmiş bir şehit manzarası veriyordu. Isıran haydut, başka bir arzu izhar etti:

      “Kaptan!” dedi, “Eteklerini kaldırsın, öyle oynasın. Bacaklarını görelim…”

      Raçof, Magda’ya döndü:

      “Haydi Magda, bunu da yap! Bacaklarını görsünler! Artık gidelim. Boris’ini gönderelim…”

      Genç kadın bir an durdu. Baba İstoyan’a baktı. Yüzünü ateşe dikmiş, hiç onları görmüyordu. İşte bu herifler artık namusunu da tahkir ediyorlardı. Lakin Boris’i tehlike içindeydi. Eğer arzularını yapmasa o kadar sevdiği Boris’i kesilecekti. Bir daha onun kumral ve çok saçlarını, mavi gözlerini, küçük ve kırmızı dudaklarını, tatlı tebessümünü göremeyecekti. Gözlerini kapadı ve eteklerini kaldırdı. Çalınan polkaya ayaklarını uydurarak sıçramaya başladı. Haydutlar coştular. Kaptan daha şiddet ve iştiyak ile çalmaya başladı Diğerleri yerlerinde oturamıyorlar, bu beyaz ve dolgun bacaklara, onların atılışlarındaki şehveti cazip muharrik hareketlere bakarak birbirlerinin boynuna sarılıyor, itişiyor, kakışıyorlardı. Kalktılar Raçof’un yanına gittiler. Kulağına bir şey fısıldadılar.

      Raçof: “Olur ama vakit geçti! Sabah oluyor! Geç kaldık!” dedi sonra derin, behimî, muhrik bir hırsla güzel kadına baktı ve:

      “Ah, vakit olsaydı…” diye müteessif oldu. Kalktılar. Tüfeklerini omuzlarına geçirdiler. Sarhoştular. Adımları birbirine karışıyordu. Raçof: “Allah’a ısmarladık Baba İstoyan!” dedi. İhtiyar köylü sanki