teşebbüslerde bulunmamızı gerektirdi. Bildiğiniz gibi o tarihte Eskişehir’de İngiliz birlikleri vardı. Fuat Paşa, toplayabildiği millî kuvvetlerle birlikte Eskişehir’e yakın Cemşit denilen yere gitmişti. Eskişehir’i uzaktan sardı. Eskişehir’de bulunan İtilaf Kuvvetleri Komutanı General Sally Clade’in Fuat Paşa’ya gönderdiği bir mektupta kullanılan ifadeler ve Kuvayımilliye’mizi vasıflandırış şekli, millî komutanlarımızın ve Kuvayımilliye’mizin yüksek şeref ve haysiyetlerine karşı bir tecavüz sayıldığından ve adı geçen generalin hak ve yetkisi dışında görüldüğünden bu hususta İstanbul’da bulunan İtilaf Devletleri siyasi temsilcilerinin bir muhtıra ile dikkatleri çekilmişti. 25 Eylül 1919 tarihinde General Sally Clade’in Fuat Paşa’nın yanına gönderdiği bir heyet -ki bir kurmay binbaşı ile Eskişehir İngiliz kontrol subayından meydana gelmişti İngilizlerin iç işlerimize ve millî mücadelemize hiçbir şekilde karışmayacaklarına dair söz verdiler. Bu sıralarda İngilizler, Merzifon’da bulunan kuvvetlerinin geri alınması hâlinde memnun olup olmayacağımızı dolaylı yoldan anlamak istemişlerdi. Tabiatıyla, pek memnun olacağımızı, bildirmiştik. Gerçekten, oradaki kuvvetlerini bütün ağırlıklarıyla birlikte, önce Samsun’a çektiler. Sonra oradan da İstanbul’a götürdüler. Eskişehir’e hâkim olduktan sonra Fuat Paşa’yı, Bilecik ve Bursa dolaylarına göndermeyi düşünüyorduk.
Konya Valisi Cemal Bey İstanbul’a Kaçıyor ve Konya Halkı da İstanbul’u Tanımıyor
Efendiler, Konya’da vali bulunan Cemal Bey, Ferit Paşa kabinesinin Anadolu’da önemli bir dayanak noktası hâline geldi. Konya’da Ordu Müfettişi olan Cemal Paşa’nın İstanbul’a gidip gelememesi, orada bulunan Kolordu Komutanı Selahattin Bey’in kararsızca davranışları ve en sonunda habersiz İstanbul’a çekilip gitmesi, Konya ve dolaylarını Vali Cemal Bey’in hükmü altında bırakmıştı. Oraya, gayeyi yakından anlamış olan bir kimsenin gönderilmesine ihtiyaç vardı. Sivas’ta yanımızda bulunan Refet Bey’in gönderilmesi uygun görüldü. Refet Bey hareket etti. Konya’da, Heyetitemsiliye tarafından gönderilen bir komutanın gelmekte olduğu haber alınınca, vatansever kimseler canlanmış, öte yandan da Vali Cemal Bey cezaevinde ne kadar kanlı katil, tutuklu varsa hepsini çıkarıp silahlandırmış ve kendisine bir kuvvet yapmak istemişti. Konya’nın muhterem halkı, bu alçakça harekete karşı ayaklanarak vatanseverliğin gerektirdiği şeyi yapmaya karar vermiş ve bunun farkına varan Cemal Bey, 26 Eylül’de İstanbul’a kaçmıştır (Ves. 107). Halk, belediye dairesinde toplanarak, Hoca Vehbi Efendi’yi vali vekilliğine getirmişti.
Refet Bey’in Yersiz Bazı Teklifleri
Efendiler, dikkate değer bir noktadır; bu anda hatırıma geldi, yüksek heyetinize arz etmeden geçemeyeceğim; Sivas-Konya yolu üzerinde bir telgraf merkezinden, Refet Bey’den özel bir telgraf aldım. Refet Bey, bunda Konya ve dolaylarında başarı sağlamak için kendisine 2’nci Ordu Müfettişliği unvan ve yetkisinin verilmesi lüzumunu bildiriyordu. Refet Bey birçok zaman sonra Ankara’da bulunduğum sırada, Bolu dolaylarındaki asilerin tepelenmesine memur edildiği zaman dahi oradan bir şifre ile halk üzerinde mühim tesiri olacağından söz ederek kendisine Paşa unvanının verilmesini benden istemişti. O zamanlar Refet Bey’in gerek birinci ve gerek ikinci arzularını yerine getirecek resmî mevki ve yetkide bulunmadığımı açıklamaya lüzum yoktu. Özellikle bunu Refet Bey’in en iyi bilmiş olmasına şüphe edilebilir mi? Refet Bey, bu arzularını yerine getirtmek için benim İstanbul hükûmeti nezdinde aracılık etmemi ima etmek istiyordu da denilemezdi. Çünkü dünyaca biliniyordu ki ben, ordu müfettişliğinden ve askerlikten istifa etmiş olduktan başka, Padişah ve İstanbul hükûmeti tarafından sürülmüş ve idama mahkûm bulunuyordum. Çalışmalarım bir kongrenin seçtiği heyet içinde, Heyetitemsiliye içinde, onun adına oluyordu. Millî çalışmalarda bulunmak ve bilhassa bu hususta başarılı olmak için resmî unvan ve yetki şart idiyse de zaten o, benim kendimde yoktu. Başarı sağlamak için içinde bulunduğum durum ve şartların ne olduğu anlaşıldıktan sonra, benden resmî şekiller içinde sıfat ve yetki aramaya lüzum olmayacağı tabii idi. Şüphesiz Refet Bey’i Konya’ya gönderirken biz kendisine gayeye uygun her türlü iş ve hareket için tam ve geniş yetki vermiştik. Bunun kullanılması ve uygulanması onun kendi becerikliliğine ve kudretine bağlıydı.
Efendiler, her tarafı faaliyete ve millî teşkilatlar kurmaya yöneltmek için çalışırken, İstanbul hükûmetinin emeline hizmet eden bazı sivil idare amirleri tarafından sözde manevi tehditle dolu telgraflar da alıyorduk. Mesela, Urfa Mutasarrıfı Ali Rıza adında biri tarafından, yaptıklarımızın İtilaf Devletleri’ne karşıymış gibi sayıldığı ve bu yüzden bütün Osmanlı ülkesinin İtilaf Devletlerince askerî işgal altına alınarak Türk hükûmetine son verileceği, temas neticesinde aldığı bilgiye göre bildiriliyor ve kabine ile uzlaşma teklif olunuyordu. Bu telgrafın Mutasarrıf’a yabancılar tarafından yazdırıldığına şüphe yoktu. Buna, tabiatıyla gereği gibi cevap verildi (Ves. 108).
General Harbord Heyeti ve Generale Verdiğim Cevap
Efendiler, hatırlarınızda olsa gerektir ki memleketimizde ve Kafkasya’da incelemeler yapmak üzere Amerika hükûmeti, General Harbord’un başkanlığı altında bir heyet göndermişti. Bu heyet Sivas’a geldi. 22 Eylül 1919 günü, General Harbord ile uzun uzadıya görüşmelerde bulunduk. Generale, millî mücadelenin maksat ve gayesi ve millî teşkilat ve birliğin ortaya çıkış sebebi, Müslüman olmayanlara karşı olan duygular ve yabancıların memleketimizdeki yıkıcı propagandası ve yaptıkları hakkında geniş ve delilli açıklamalarda bulundum. Generalin bazı garip sorularıyla da karşılaştım. Mesela: “Millet, düşünülebilecek her türlü teşebbüs ve fedakârlıkta bulunduktan sonra da başarı sağlanamazsa ne yapacaksın? Verdiğim cevapta -yanlış hatırlamıyorsam- demiştim ki: Bir millet varlığını ve istiklalini elde etmek için düşünülebilen teşebbüsleri ve fedakârlığı yaptıktan sonra başarı sağlar. Ya başaramazsa demek, o milletin ölmüş olduğuna hükmetmek demektir. Öyle ise millet yaşadıkça ve fedakârca teşebbüslerine devam ettikçe başarısızlık söz konusu olamaz.
Generalin sorduğu sorudan asıl maksadın ne olabileceğini araştırmak istemedim. Fakat verdiğim cevabın takdirle karşılandığını bugün yeri gelmişken belirtmek isterim.
Abdülkerim Paşa’nın Aracılıkları
Efendiler, Eylül’ün 25’inci günü akşamı Ankara’da bulunan 20’nci Kolordu Komutan Vekili Mahmut Bey’den aldığım bir şifre telgrafta şunlar bildiriliyordu: “Bu gece İstanbul telgrafhanesinden Fuat Paşa’yı telgraf başına istediler. Dâhiliye Nezaretinin vilayet şifresiyle bir şifre yazdırdılar. Bunun özeti, Padişah’ın beyannamesindeki en doğru yol göstermelere göre hareket etmek suretiyle vatanın kurtulması kolaylaşacaktır. Millî mücadele, medeniyet âlemine nefretle karşılanan gayeler gibi aksettirildi. Hükûmetle milletin ayrılığı yabancıların işe karışmasına yol açacaktır. Konferans, hakkımızda karar verirken bu anlaşmazlık hayır ve selamet işareti olmayacaktır. Neticede, mücadelenin liderleri ile görüşmek üzere, yüksek şahsiyetlerle bildirilecek yerde buluşma, oldubitti şeklinde istenmekte ve vaktin darlığından cevap beklenilmektedir. Şahsi görüşlere saygılı davranılacağını, şahsa ve şerefe dokunulmayacağını uzun uzadıya ilave ediyor. Telgrafı yazan bu zat, Kurmay Tuğgenerallerden Abdülkerim Paşa’dır. Bu telgrafa Ticaret ve Ziraat Nazırı Hadi Paşa vasıtasıyla ve aynı şifre ile cevap beklemektedir. Adı geçen kişinin, bu hilesi ile müracaatın bizden olduğunu ilan etmek ve yaymak gayesini güttüğü anlaşılıyor. Telgraf başında beklemekte bulunduklarından, bir dakika önce kabul edilip edilmeyeceği ile ne cevap verileceğinin bildirilmesi istirham olunur.
Ali Fuat Paşa hazretlerine de yazılmıştır.” (Ves. 109).
Mahmut Bey’e aynı