Зия Гёкальп

Türk Medeniyet Tarihi


Скачать книгу

Han” hepimizin ona ait olmaklığımız ve en sonra onun tarafından mahvedileceğimiz için, “Erlik Baba” unvanını almasına rağmen insanların en korkunç düşmanıdır. İnsanlar, korkmakla beraber ona hürmet ederler ve ibadette bulunurlar.

      17. Ervah Alemi

      Animizm, “Kut” ve “Altun lşık”: Etnografların ve Sosyologların “Mana” dedikleri şeye eski Türker “Kut” derlerdi. “Kut” münteşir bir kudsiyettir ki hangi şeyin üzerine konarsa onu mukaddes kılar: Kutlu Dağ, Kutlu Maral, Kut Kent (Hokand) gibi.

      Eski Türkler, “Kut”u gökten inen bir nur sütunu, bir “Altun Işık” suretinde tasavvur ederlerdi. Bu “Altın Işık” hangi insana, hangi hayvana, hangi şeye temas ederse onu gebe bırakırdı.

      Bidayette yalnız maşerî ruh vardı ki “Kut”tan ibaretti. Ferdî ruh, ferdî toteme yani ferdî velayete malik olduktan sonra vücuda geldi. Ferdî ruha, eski Türkler “Eş” adını verirlerdi. “Eş”, insanın vesair mevcudların haricî olan ruhlarıdır. Dâhilî olan ruha, esasen “Nefs” manasına olan “Tin” adı verilir. Eski Türklerde “Eş”in “Kut”tan ayrılarak vücuda gelmesi, ferdî ruhun maşerî ruhtan ayrılarak vücuda gelmesinin bir timsalinden ibarettir.

      “Çur”lar: “Çar”lar da bu manayadır. “Mana” haricinde bir takım ervaha da intikal ederek onları “izuk” yani “mübarek” kılar. Eski Türkler ervâh-i tayyibeye “Akl Çur” ve “Ak Çar”, ervâh-ı habîseye de “Kara-Çur” ve “Kare Çan” derlerdi.

      Zaten “Yer Su”lar ve tanrılar da ervah hâlinde başlamışlardı.

      Fetişler: “Kutlu cisimler” demektir. “Mana” bir takım camit cisimlere konmakla onlara kudsiyet verirdi. Kudsileşen bu cisimlere “Fetiş” adı verilir. Eski Türklerde çok “fetiş”ler vardır. Bunlar arasında bilhassa, “Yeşim Taşı = Yad Taşı” zikre şayandır. Güya “Yeşim Taşı” yağmur yağdırmak, yangını söndürmek, havayı güzelleştirmek gibi hassaları haiz imiş. “Yeşim Taşı” bu kudsiyeti “Altun Işık”tan almış. Güya, bir gece gökten inen bir nur sütunu bin “Kayın” ağacı ile bir “Fıstık Camı” üzerine inerek orada “Yeşim”den bir kaya vücuda getirmiş. Eski Türkler “Kutlu Dağ” diyerek tavaf ederlermiş. Türklerin şevket ve satvetine sebep de bu tavafmış. Bir Çin sefiri, bir Türk hakanını aldatarak bu kaya üzerine sirke döküp etrafındaki odunlara ateş vermiş. Kaya bu suretle yanınca parça parça dağılmış. Sefir bu parçaları araba ile Çin’e nakletmiş. Sihir kuvvetine malik olan bütün “Yeşim”ler, “Kutlu Dağ”ın dünyanın her tarafına dağılmış olan parçalarından ibarettir. Ve ondan dolayı sihir kuvvetini ve kutluluk hassasını haizdirler.

      Koruk: “Koruk”, “tabu” demektir. “Mana” ile “Totemsin” doğurdukları bir hassa da bazı eşyanın “Koruk” olmasıdır. Bir şey “koruk” olduğu zaman ona “Tekin değil, çarpar” deriz. Eski Türklerde “Ak” unvanını alan şeyler “Tekin” idi, hiç kimseyi çarpmazdı. Yalnız “Kara” unvanını taşıyan “Tekin” değildi, temas ettiği insanları ve hayvanları çarpardı. Böyle olan şeylere, “Tabu” manasına olarak “Koruk” derlerdi. Mesela, hakan vefat edince adı “Koruk” olurdu. Binaenaleyh, senelerce, hiç kimse onun adını ağzına alamazdı. Aynı adı taşıyanlar, adlarını değiştirmeye mecburdurlar. Hakanı anlatmak için de ona bir ölüm adı verirlerdi. Eski Türklerde “Su” da “Koruk” idi. Bu sebepledir ki kaplar ve elbiseler su ile temizlenemezdi. Bazı hayvanları, hizmetlerine mükâfaaten serbest bırakırlardı. Bunlara da “İzuk” derlerdi. Anlaşılıyor ki “İzuk” kelimesi de hem “mübarek” manasına hem de “Tabu” manasınadır. Eski Oğuzlarda “Totem” karşılığı olan “Ongun” kelimesi de “mübarek” manasına olan “Onuk, Oynuk” kelimesinden gelmiştir. Yakutlarda Şamanların totemine “Kilâ”(?) denildiğini, yukarıda gördük.

      Altay Türklerinde Türk Kozmogonisi: Türk Kozmogonisi’ni Altay Türklerinde görüyoruz. Bunlara göre, hiçbir şey yokken yalnız iki mevcut vardı: “Kara Han” ile “Su”. “Kara Han”dan başka görev “Su”dan başka görünen yoktu. “Su”, ezelden beri dalgalanan bir “Kao” mesabesinde idi, bir “amâ” bir “sevâd” idi. “Kara Han”, bir “ilm-i ezelî”, bir “kenz-i mahfî” hükmünde idi. “Kara Han” nihayet yalnızlıktan usandı. Kendisi gibi gören, bilen, yapabilen bir mevcudun da var olmasını istedi. “Kişi”yi yarattı. İkisi, iki kara kaz gibi “Su”yun üzerinde uçmaya başladılar. “Kişi” ruhen kanaatsızdı. Kara Han’dan daha çok yükseğe fırlamak, daha yüce yerlerde uçmak istiyordu. “Kara Han”, “Kişi”nin kalbinden geçen bu mağrurâne fikirleri görüyordu. Buna, ceza vermek lazım geldiğine hükmetti. Kişinin bilmek kudretini de uçmak iktidarını da nezetti. Zavallı “Kişi”, bir taş parçası gibi tabsız, tüvânsız suyun derinliklerine batmaya başladı. “Kişi” işinin fenalaştığını anladı. Tövbe etmeye, günahının affını niyaz etmeye başladı. “Kara Han” ona acıdı. Bilmek, toprak üstünde yaşamak kudretlerini kendisine tekrar verdi. Fakat “uçmak” iktidarını ona tekrar vermedi. “Kişi”nin yaşaması için şimdi bir toprak parçası lazımdı. “Kara Han” denizin altından bir yıldız yükseltti. “Kişi”ye, bu yıldızdan bir avuç toprak alarak “Su”yun yüzüne çıkmasını emretti. “Kişi” bu bir avuç toprağı alırken, kendisi için gizli bir dünya yaratmayı düşünerek, bir parça toprağı ağzında gizledi. Yukarı gelince, “Kara Han” elindeki toprağı Su’yun yüzüne at! dedi. “Kişi” elindeki toprağı attı. “Kara Han” toprağa “Büyü” diye emretti. Toprak büyümeye, büyük bir ada hâlini almaya başladı. Fakat aynı zamanda “Kişi”nin ağzındaki toprak da büyüyordu. Eğer, “Kara Han” işin farkında olarak “Tükür!” diye emretmese idi, “Kişi” tüküremeyecek, ağzı parça parça olacaktı. “Kişi”nin tükürdüğü toprak yerin üzerine saçılınca bundan dağlar, dereler vücuda geldi.

      “Kara Han”, bu büyük adayı boş bırakmamak için adanın ortasında bir çam ağacı yükseltti. Bunun dokuz dalı vardı. Her dalın altında bir yeni adam yarattı. Bu dokuz adamdan insanların dokuz ırkı üredi. “Kara Han” insanlara kılavuzluk etmek üzere “Yayık” adlı bir melek gönderdi. “Yayık”, insanları doğru yola götürmeye çalışırken, “Kişi” onları baştan çıkarmaya, türlü türlü eğlencelere alıştırmaya uğraşıyordu. “Kara Han” bu ahmak insanlara kızdı. “Yayık”a “yeryüzünü tarumar et” diye emretti. “Yayık” yeryüzünü mızrağı ile altüst etti. Yeryüzündeki birçok delik deşikler de bu suretle vücuda geldi. “Kara Han”, “Kişi”yi de yeraltındaki semaya kovdu ve adını “Erlik Han”a tebdil etti.

      “KaraHan”yeryüzünükendihâlineterkedinceyukarıdaonyedikatgöğü yarattı. Kendisi on yedinci katı mesken edindi Oğlu “Bay Ügen”i, on altıncı kat gökte, altun bir taht üzerine oturttu. Bu büyük ilah hem sulhun hem de adaletin en büyük ilahıdır. “Yayık”, “Bay Ülgen”in oğludur. Semanın her katına bir ilah yerleştirdi. Yedinci katta “Gün Ana”, altıncı katta “Ay-Ata” oturur. Türklerce “Güneş” kadındır, “Ay” erkektir. Çocukların hâlâ, “Ay Dede” demesi “Ay Ata” tabirinden kalmadır. Üçüncü katta da cenneti, “Süro Dağı”nı, “Süt Gölü”nü yarattı. “Yayucu”ları, bunların reisi olan “Yayık”ı, “Ayzıt”ı, hep burada yerleştirdi.

      “Kara Han”, “Yukarıki Sema”da bu tekvinâti yaparken “Erlik-Han”da “Aşağıki Sema”da, kara bir “Güneş” yarattı. Orasını bu “Kara-Güneş”in siyah nurları ile tenvir etti. Kendisi