Зия Гёкальп

Türk Medeniyet Tarihi


Скачать книгу

onları doğrudan doğruya Tanrı’ya takdime karar verdi. Bu maksatla kendi imparatorluğunun hududu üzerinde, hâli bir mahal intihap ederek, çok yüksek bir kule yaptırdı. Ve Tanrı’dan kızlarını kendisine zevce olarak almasını niyaz ve istirham ederek onları götürüp kuleye bıraktı. Nihayet kulenin önünde ihtiyar bir kurt gözüktü. Kulenin dibine yapışarak gece ve gündüz ulumaya başladı, hatta orada kendisine bir in yaparak üç ay hiç kımıldamadan orada kaldı. Kızlardan biri, hemşiresine dedi ki: “Babamız bizi Tanrı’ya takdim için burada bıraktı. Sakın bu kurt Tanrı tarafından gelmiş olmasın?” Ve hemen kuleden inerek yanına gitti, onun zevcesi oldu. Çocuklar doğurdu ve Huey-hular, onun neslinden türedi.47

      Huey-huların bu menkabesi, bu kavmin kendisini Kurt neslinden addettiğini gösterir. Sancaklarının başında Kurtbaşı bulunması da bunu müeyyiddir.48 Gerek bunlar ve gerek Talaşlar, Kanglılar, Oğuzlar ve Göktürkler seslerinin kurt sesini andırdığını iddia ederler, kurt sesi çıkarmaya çalışırlar.

      Ergenekon Menkabesi: Moğollara yani Oğuz soyuna “İlhan” padişah olmuştu. Tatarların hanı da “Sevinci Han”dı. Moğollar, o taraftaki bütün kavimlerden daha kalabalık oldukları için hepsini ayrı ayrı ezerlerdi. Moğollardan çok darbe yiyen Sevinç Han, Kırgız Han’ı ve sair illeri kandırdı, hep birden Moğollar aleyhine ayaklandılar. Nihayet hile ile onlara galebe eylediler. Moğollar hep bir arada yaşadıkları için düşmanları onları ortadan kaldırdılar. Yalnız İlhan’ın “Kıyan” isminde bir oğlu vardı. O sene evlenmiş idi. Bir de “Tokuz” adlı bir yeğeni vardı. Bunlar zevceleri ile beraber düşmanların ellerinden kaçıp bir memlekete geldiler. Orada at, davar, deve mebzuldu.

      Bunlar bu malları sürerek bir sarp dağ içinde kar yığılı bir yola uğradılar. Bu yol çok tehlikeli idi, fakat oradan geçtiler. Yalnız tek yolu olan bu dağın içerisi geniş ve güzeldi. Akarsular ve çeşmeler, türlü sebzeler, yemişler, av hayvanları vardı. Hayvanların kışın etini, yazın sütünü yiyip içtiler. Derisini giydiler. Dağların karı eridi. Oraya “Ergenekon” dediler. Bu iki adamdan çok nesil üredi. Dört yüz yıl burada kalıp çoğaldılar. Nihayet buraya sığamayacaklarını anlayarak çıkmaya karar verdiler. Fakat yol bulunmuyordu. Bir demirci dedi ki: “Burada demirden bir dağ var, onu eritelim.” Hemen dağın geniş yerine bir kat odun, bir kat kömür koydular. Yetmiş deriden körük yapıp yetmişlere koydular. Birikip körüklediler. Derhâl, yüklü deve çıkabilecek kadar yol oldu. Çıktılar ve Tatarlardan intikam aldılar. Bu esnada hükümdarları “Börteçine = Bozkurt” idi.49

      Tukyuların Menkabesi: Tukyuların, yani Göktürklerin menkabesi iki şekilde Çin tarihlerine geçmiştir:

      1) Hiung-nularla aynı cinsten olan Tukyular Hiung-nu memleketinin şimalindeki “So” krallığından çıkmışlardır. Reisleri “Kapan Pu”nun on altı kardeşi vardır ki; bunlardan birisinin anası bir kurttu. Kurttan doğmuş olan “Y-ush-Nii Chouoctions”, rüzgârlara ve yağmurlara hükmediyordu. Düşmanları diğer kardeşlerini mahvettikleri zaman bu, tabi-atiyle o felaketten kurtuldu. Bunun iki zevcesi vardı, biri Yaz Tanrısı’nın diğeri Kış Tanrısı’nın kızı idi. Bunlardan da ikişer oğlu olmuştu. Kendi kavmi bu çocukların en büyüğü olan “Natüliu”yu hükümdar yaptılar; o zaman “Tukyu” adını aldı. Bunun on zevcesi olduğu için çocuklarından her biri analarının adını almışlardı. “Kurt = Assenae” bu isimlerden biri idi ve bu ismi ilk taşıyan hükümdar “A-hien-che” idi.

      2) Tukyular iptida garp denizinin “Si-hai” veya Hazar Denizi’nin garp kenarlarında oturuyorlardı. Komşu bir kavim bunları kamilen mahvetti. Yalnız bir delikanlı kaldı ki onu öldürmeye cesaret edemeyerek ellerini ayaklarını kesip büyük bir bataklığa bıraktılar. Burada bir dişi kurt ona baktı, yiyecek getirdi, hayatını kurtardı. Bu esnada kurt, bundan gebe kaldı. Komşu kavmin hükümdarı gibi bunu öldürmek için bir asker tayin etti. Askeri gittiği zaman, kurdu delikanlının yanında gördü. Kurt bu aralık bir mâbudun yardımına mazhar olmuş gibi, delikanlıyı oradan alarak denizin şark tarafına geçirdi ve bir dağın üstüne indi. Bu dağ “Kao Cang” memleketinin şimali garbîsinde idi. Dağın eteğinde bir mağara vardı. Kurt oraya girdi. Orada yeşilliklerle mâlâmâl, iki yüz “Li”; vüsatinde bir saha buldu. Orada on oğlan doğurdu ki bunlardan biri aile ismi olarak “Asena = Şane” namını aldı. Diğer kardeşlerinin en zekisi olduğu cihetle, biraz sonra hükümdar oldu ve neslini unutmadığını göstermek için çadırının kapısı önüne, üzerinde bir kurt kafası bulunan bir bayrak dikti. Nihayet birçok nesillerden sonra “A-hien-che” bunlara hükümdar oldu ve kavmini oradan çıkararak “Cücen”lerin tâbiyyetine girdi.

      Sair Menkabeler: Ustûreler, ilahlara taalluk eden maceralardır. Menkabeler de kahramanlara yani nîmilahlara isnat olunan sergüzeştlerdir. Gerek ustûrelerin gerek menkabelerin iki içtimai rolü vardır:

      Birincisi, âyinî roldür. Yani bu ustûreler ve menkabeler bir içtimai esnasında manzum yahut mensur olarak musiki ve raksla müterafık ve gayrimüterafık okunursa hatta bazen dinî bir trajedi hâlinde oynanırsa sihriyyen dinî bir tesir icra eder, yahut büyük bir sevap kazanılmış olur. İkinci rolü itikadîdir. Bu rol de kıymet menkabenin mevzusunda ve manasındadır. Menkabenin naklettiği vaka herhangi bir teşkilatın yahut müessesenin ne suretle tekevvün ettiğini izah etmek ister. Menkabelerin birinci rolünü Dede Korkut Kitabı’nın Oğuzname’sinde görüyoruz. Ozan, bunları yirmi dört boy beyi şölende hazır iken hanların hanına hitaben inşat eder. Aynı zamanda kopuzunu da çalar. Müslümanlarda mevlid-i şerif tilâveti nasıl ayinî mahiyeti haiz ise bu Oğuz nameler de eski Oğuz Türkleri için öyle idi.

      Menkabelerin izahkâr rolüne gelince bunu bilhassa İlhanlık dininde hâkim olan ilin hâkimiyetinin izahında görüyoruz. İlhanlıkta bir il, “Ak Kemik” tanınıyor ve diğerleri “Kara Kemik” itibâr olunarak bu ilin tâbiiyyeti altına giriyorlar. Hâkim olan ilin Ak Kemikliğini izah eden işte bu menkabelerdir. Yukarıda Dokuz Oğuzların ve Göktürklerin ne suretle ilahî ve kudsî bir mahiyeti haiz bir kudretten ürediklerine itikat olunduğunu gördük. Hâkim olan “İl”, velâyet-i âmmeyi haiz olmak için mukaddes olmak lazım gelir. Mukaddes olmak için de ya bir totemin ya bir ilahın sülalesinden gelmesi şarttır. İlah kadınlara ya bir nur sütunu, yahut bir hayvan ve bazen de bir insan suretinde tecelli eder. Bunların birisinden gebe kalan bir kadın, ilazadeler doğurur. Bunlardan türeyen bir “il” hâkimiyeti, velâyet-i âmmeyi haiz addolunurlar.

      “Bögü Han” ve “Oğuz Han” menkabelerinde nur sütununun, totemlerin semavi kızların mevcudiyeti gösteriyor ki bütün Türk menkabeleri, İlhanlık dininin cersûmelerini haizdir. Her budunun, her ilin kendini mukaddes zannetmesi ve diğer zümrelere müreccah görmesi tabiidir. Zaten, budun ve il devrelerinde de izdivaç, cemiyetin dâhilindedir. Bir fert kendisine yalnız kendi budununun yahut kendi ilinin kızlarını küfüv görebilir. Bütün bu vakıalar, cemiyetin ilahî bir menşeden gelmesi itikadı ile izah olunabilir.

      Alan Koa: Alan adlı bir melikenin çadırına gökten yeşil gözlü bir ilah iner. Alan Koa bundan gebe kalır. Kayı sülalesi, bunun iki oğlundan ürer.50

      Kırk Kız: “Sağın Han” adlı bir Kazak hükümdarının kızı bir sabah erken kırk cariyesi ile beraber gezmeye çıkarlar. Henüz güneş doğmamıştı. Bir ırmağın kenarına gelirler. Irmağın üzerine semanın nur sütunu indiği için suları gümüş gibi parlaktı. Kızlar suyun güzelliğine meftun olarak parmaklarını ırmağa daldırırlar. Bu temas neticesinde hepsi gebe kalır. Hükümdar, bunların hepsini bir dağa nefyeder. Orada bunların zümyeti çoğalarak “Kırgız” kavmini vücuda getirirler.

      Hia