de bu koroya katıldı. Onlar da yeni bir orduyla güçlenecek olan padişahın kimseyi makamında komayacağı görüşündeydiler.
“Hem ne öyle teamüle uymamak? Padişahlar hayli zaman taht üzerinde hak iddia etmesün diye geniş ailelerden, beyliklerden eş yapmamaktadır. Bu ne yaptı? Şeyhülislamın kızını aldı.”
Bunlar hep bahaneydi. Ücretler düşmüş, bahşişler azalmıştı. Lehistan seferi devleti maddi bakımdan zora sokmuştu.
Genç padişah ilk defa alttan aldı. Niyetinin ordu kurmak olmadığı, isyanı bastırmak için de gitmediği; sadece rüyasına peygamber efendimiz girdiği ve onu hacca davet ettiği için gitmek zorunda olduğunu söyleyerek gönül almak istedi. Fakat kül yutmadılar. Çünkü ocağa padişahın asıl niyetinin ne olduğu yolunda istihbaratlar gitmekteydi.
İhtilal için düğmeye basılmıştı.
Evvel şeyhülislama yazılı sordular:
“Padişahımızı tuhaf yeniliklere sürükleyenleri ve Müslümanların mülküne göz dikenleri katletmek caiz midir?”
Osman’ım büyük fikirlere sahipti ama bu fikirleri uygulayacak adamları yoktu. Hocası Ömer Efendi bir yandan, kayınpederi şeyhülislam efendi diğer yandan onun konuştuklarını ulu orta tartışıyorlardı. Bütün bu tartışmalar da elbette ocağa gidiyordu. Yeniçerinin Babüssaade Ağası Süleyman’ın hakaretlerine karşı büyüttükleri öfke de işin cabası oldu.
Sonunda bizzat kayınpederinden fetva aldılar. Şeyhülislam da damadının yeniliklerine karşıydı. Yazık ki, damadı bizzat Suriye’ye gidip Oğuzlardan bir ordu kuracağını ağzından kaçırmıştı. “İstanbul’u haraca boğan yeniçeri taifesinden bu devleti kurtaracağım, askerin vesayetini ortadan kaldıracağım; kapıkullarının imtiyazlarını gözden geçireceğim…” daha neler neler?.. Bire bin katarak isyanın tohumlarını ektiler ocakta…
Yavrucak babasına nasip olmayan bir yüksek ihtimamla üstün bir eğitime kavuştu. Daha küçük yaşta şu şiiri yazmıştı. Sanki akıbetini biliyor gibi.
“Niyyetim hidmet idi saltanat ü devletime
Çalışır hasid ü bedhah ecel nekbetime”
Annesinden çok benim yanımda kaldı şehzadeliği döneminde. Hele hele son beş yıl tamamen Yeni Saray’da geçirdi hayatını. Eski Saray’a ise çok nadiren gitti. Bayramdan bayrama…
Vasili Baba’dan dinlediklerimi bir bir anlattım ona. Bizans İmparatoru Andronikos’un başına gelenleri, devleti ıslah etmek için düşündüğü yenilikleri… Tam da benim o hikâyeleri dinlediğim yaştaydı. On üç yaşından tahta geçtiği yaşına kadar gündüz şehzade okulundan kazandıkları istikametinde, akşam da benimle birlikte kafasında oluşturduğu yeni devlet düzenini hayata geçirmeye kararlıydı. Büyük Doğu’yu kuracak zekâ, bilgi ve irade onda vardı. Ben de ümitliydim ama korkusuzluğu ve fütursuzluğu beni korkutuyordu. Bir de annesine karşı bile nobran olan şehzadem etrafını ezip geçiyordu.
Yüzüğümde sürekli Andronikos’un Bizans sokaklarında sürüklenişini görüyordum.
O büyük felakette sonradan kimileri benim payım olduğunu düşündüler. Baştan aşağıya iftira…
Anastasya’nın Rüyası
Anastasya o gece uyuyamadı.
Ne zaman gözlerini kapatsa Selanik’e giren gemileri hatırlıyordu. Normanları… Bizans’a yaptıklarını…
Yine babası anlatmıştı. Araplar bile Kostantinopolis’i kuşatırken Latinler kadar kötülük yapmamıştı. Hele hele 1204 yılındaki Haçlı seferi…
İstanbul nasıl büyük bir katliama uğramış, Bizans değerleri maddi manevi nasıl da hoyratça yağmalanmış, yok edilmişti.
Anna’nın sonunu merak ediyordu hâlâ…
Bir imparator on üç yaşındaki eşine niçin kötü davransın? Niye zulmetsin?
Anastasya da bir imparatorluğa gelin gitmeyi hayal ediyordu hep.
Ama babasının anlattığı hikâye ürkütmüştü onu. Şimdi bir gemiye binip uzak diyarlara gitme fikrine o kadar sıcak bakmıyordu.
Ama her imparatorluk da her imparator da aynı değildir diye geçirdi içinden.
Onu alıp götürecek bir gemi öyle bir saltanatı ayaklarının dibine serecekti ki önce babası, sonra bütün köy bunun nasıl gerçekleştiğine şaşacaklardı.
Olacaktı bu, inanıyordu buna Anastasya…
Bu küçük Rum köyünden çıkıp dünya çapında bir iktidarın nedimesi olacaktı…
Kiklat Adalarında inşa edilmiş kiliseler arasında Agios Nikolas Kilisesi en meşhuru idi. Neden? Çünkü orada Papaz Vasili Baba vaaz veriyordu. Vasili Baba kutsal kitapta yazılanları âdeta bir tiyatroda oynar gibi yaşayarak anlatıyor, yaptığı esprilerle de dinleyenleri kendine hayran bırakıyordu. Sadece vaazları ile meşhur olmamıştı Vasili. O aynı zamanda iyi bir insandı, yardımseverdi. Halkın ne derdi varsa çözmek için uğraşırdı. Elinden geleni yapardı. Eğer derdin üstesinden gelemezse dert sahibi ile hemdert olur acısını paylaşırdı. Bu da onları derdi halletmekten belki de daha mutlu kılardı.
Vasili dünyadan el etek çekmiş bir insan değildi. Doğudaki İskenderiye Kütüphanesi’ne kadar gitmiş, oradan Bağdat Kütüphanesi’ne uğramış; Kostantinopolis’de yıllarını geçirmişti. İsa’dan önceki felsefelerle de ilgilenmiş, İslam âlimleri arasında da birçok dost edinmişti. Sabır ve tevekkül zirve yapmış olsaydı belki de iyi bir ilim adamı bile olabilirdi.
Fakat Vasili’nin bir başka huyu daha vardı. Kadınlardan hoşlanırmış gençliğinde…
Adaları dolaşıp vaazlar verip sohbetler yaptıkça adaların güzel kızlarını görür; onlar da genç Vasili ile hafiften gönül eğlerlerdi. Vasili yine de papaz olduğunu unutmaz onlarla biraz ilgilendikten sonra işi son raddeye asla vardırmazdı.
Belki de insanları mutlu etmekten hoşlanıyordu. Kızlar nasıl mutlu olacaklarını biliyorlardı.
…
Vasili bir gece kilisenin zangocu Pierre Aretino’yu çağırdı. Pierre, Vasili’nin en yakın dostu idi. Daha doğrusu Pierre, Vasili’ye taparcasına bağlıydı. Onu kendine idol yapmıştı. Vasili bir azizdi Pierre için. O ne yapsa doğru yapar, ne söylerse hakikat odur.
Vasili, Pierre Aretino’ların evinde teklifsiz kalırdı. Pierre’in karısı da Vasili’ye sonsuz sadakatle bağlı idi. Pierre ile Tanya’nın çocukları olmuyordu. O kadar Vasili’ye gidip onun Tanrı’nın en sevgili kulu olduğunu bildiklerini, kendilerine bir yavru vermesi için dua ederse onu kırmayacaklarını söyleyip duruyorlardı. Vasili de ikide bir evlerine uğradığında akşam yemeği sonrası mutlaka dua ederdi Tanrı’nın kendilerine bir evlat bağışlaması için.
Vasili bir gece kiliseye çağırdığı Pierre ile özel bir sohbete girişti. Önce onun günahlarını özel olarak affetti. Pierre günah çıkarma seansından sonra Vasili’nin bir cemaate vaaz verir gibi ciddiyetle sırf kendine verdiği vaazı ve okumaları o kadar içtenlikle dinlemişti ki gözlerinden akan yaşları durduramamıştı. Vasili bu sevgili dostu saf ve temiz kalpli Pierre’in başını avuçları arasına alıp dudaklarına götürdü ve sonsuz bir şükranla öptü. Bu şükranı Pierre de hissetmişti. Daha bir ağladı.
“Benim gibi günahkâr bir kulu nasıl da onurlandırıyorsunuz? Ben bunlara layık mıyım?”
“Öyle deme Pierre dostum, sen Tanrı’nın cennetine sorgusuz alacağı iyi kalpli temiz kullarındansın. Senin