Lütfü Şehsuvaroğlu

Erguvan Tahtındaki Lanetin Sırrı - Kösem Sultan’ın Yüzüğü


Скачать книгу

samanların üzerine yatırıp emeline nail olmaya başladı. Sofi papazı biraz daha hırçınlaştırdıktan sonra aniden yerinden fırlayıp kapıdan hızla süzülüp çıktı…

      Papazın hevesi kursağında kalmıştı. Ayağa kalkarak üstünü başını toplamaya, azgınlığını dindirmeye çalıştı. Bir iki kez yerinde zıpladı, eteğini, gömleğini düzeltti.

      Sonra tekrar başını iki eli arasına alıp kütüğün yanındaki kara sabanın üzerine oturdu.

      Kazıklanmış gibi hissetti kendini. Oysa ne yaptıysa kendi nefsinin izini sürerek yapmıştı.

      “İsa, Meryem, kutsal ruh affet!” diye kendiliğinden bir nida çıktı dudaklarından…

      “Aman!” dedi sonra, “Aman! Tanrı her işin doğrusunu bilir. Eğer bir evladım olacaksa da varsın olsun…”

      Önündeki kütüğün üzerinde duran sıcak bazlamalardan peynirlerden ballardan birer lokma tattı.

      Saçını başını düzeltip çıktı samanlıktan…

      Çıkarken etrafın sessizleşmesi için biraz bekledi. Yeterli gördüğü sessizliği duyumsayınca çıktı. Hızla bulunduğu yerden başka bir yere ulaşmak istedi…

      Ahırın köşesinden çıkıp da iki köylü delikanlının dama oynadığını görünce heyecanlandı. Ama delikanlılar kendi hâllerinde idiler.

      Vasili hızlı adımlarla köyün çıkışına doğru yöneldi.

      Pederi son anda fark eden gençler oyunu bırakıp pederin eteğini öpmeye koşturdular.

      “Aziz peder sizi göremedik. Kusura bakmayın! Bağışlayın…”

      Vasili bu yaptıklarının şaka mı, ciddi mi olduğunu anlamadan eteğini topladı.

      “Tamam evlatlarım önemli değil. İşim acele… Bir şeytanı kovalamaktan geliyorum. Başka bir şeytanı kovalamaya gidiyorum. Beni bırakın, işinize bakın!” dedi.

      Olmaz aziz peder, bizi bağışlamadan seni bırakmayız.

      “Tamam, evlatlarım Tanrı sizi bağışlasın. İşiniz rast gelsin.”

      Gençler hâlâ ellerine yapışmaya çalışıyorlardı. Peder ise kirli ellerini onlardan kurtarmaya…

      “Tamam, tamam iyi günler.”

      “İyi günler aziz peder…”

      Vasili gençlerin arkasından gülüştüklerini, kendisiyle dalga geçtiklerini düşünerek utanç içinde köyden çıktı.

      …

      Nicedir gitmedi Gavrio’ya Vasili.. Fakat kulağı hep oradan gelecek olumsuz haberlerdeydi. Allah’tan öyle bir haber gelmedi ve Vasili de kalp krizi geçirmedi.

      Ben Mahpeyker Kösem Sultan

      Sofi’yi annem olarak hiç düşünememiştim. Fakat onu görünce kanım nasıl da kaynamıştı? O da beni nasıl da sımsıkı kucaklamıştı.

      …

      Gemiden bir yolunu bulup kaçmıştım.

      Daha doğrusu içirip sarhoş ettiğim şövalye kılıklı adamı sarayıma götürmek üzere gemiden dışarı çıkardım.

      Adamları bu oyuna inandılar. Daha doğrusu benim yollu biri olduğumu ve yakındaki bir eve herifle yatmaya gittiğimi düşünmüş olmalılar…

      Zor yürüyen şövalyeyi evimiz az ötede, diye diye iskeleden hayli uzakta çıkmaz bir sokağa kadar sürükledim. Ne kadar da zorlandım. Fakat hep dua ettim içimden. Kutsal ruha, Aziz Meryem’e, Tanrı’ya…

      Tükenmemeli, yorulmamalıydım. Takatimi topladım. Bu sokağın bittiği yerde çöp bidonunun arkasında sadece kedi ve köpeğin geçebileceği bir yer biliyordum. Ben de incecik bir kızdım. Belki geçerim diye düşündüm. Çöp bidonunun yanına gelince:

      “Kapıya geldik şövalyem.” dedim. “Şimdi siz biraz uzanın, ben görevlileri çağırıp sizi yatağımıza taşımalarını emredeceğim.” dedim.

      Duvara doğru da bağırdım.

      “Hey kimse yok mu orada. Yardım edin de şövalyeyi yatağıma taşıyalım!” diye haykırdım.

      O anda zaten pencerelerden atılan pisliklerden geçilmeyen ve leş gibi kokan sokağa bakan pencerelerden biri açıldı ve yaşlı bir kadın küfürler savurarak elindeki lazımlığı döktü.

      Döktüğü şey tam da kavalyemin kafasında patladı, etrafa saçıldı. O anda yerde bir taş gördüm. Daha doğrusu irice bir saksı kırığı… Ne olduğunu anlayamayan ve gözleri pislikten kapanan adamın başına geçirdim. Olduğu yere yığıldı kaldı. Sesini bile çıkaramadı.

      Ben de çöp bidonunun arkasına geçip o küçük deliği aradım. Geçmem çok zordu. Zorlasam belki geçebilirdim ama riski göze alamazdım. Ya delikte sıkışıp kalırsam?..

      Uzandım ve ayaklarımla deliği genişletmek üzere tekmeler savurdum. Zaten zayıf dokulu bir duvardı. İki üç vuruşta biraz genişledi. Ben de o delikten süzülüp kaçtım.

      …

      Thilas acaba ne yapıyordu?

      Gemidekiler amirlerinin gelmediğini görünce ne yapacaklardı?

      Birkaç saatlik zamanım vardı. Ne de olsa birkaç saatlik bir zevki yaşatacaktım.

      Utanmaz adamlar!.. Daha on iki yaşındaydım. Bu yaşta bir kıza yapılır mıydı bu?

      Allah korumuştu, gemiden kurtulmuştum. Şükürler ettim Rabb’ime…

      Doğruca köye koştum.

      Onlar da bizi aramaya çıkmışlar…

      Leonardo da var.

      Kim bilir ne dedi? Thilas’la kaçtığımı mı düşündü?

      Babam, annem, Vasili Baba, Petlis amca, Thilas’ın annesi ve babası, ablası, komşuları…

      Ve bazı köylüler…

      Koşup bana sarıldılar. Annem, babam ve Vasili Baba ağlıyorlardı.

      “Bir şey yok, bir şey yok!” dedim. “Sadece Thilas denizaşırı gidecekmiş. Veda etti. Bir gemiye bindi ve gitti.” dedim.

      Annesi ve babası atıldılar.

      “Olamaz bizim Thilas denizi sevmez, gitmez, gidemez…” diye itiraz ettiler. Ağlamaları haykırışa dönüştü.

      “Emin olun öyle.” dedim. “Merak etmeyin diye iskeleye giderken beni de çağırdı. Bana dedi ki: ‘Annem ve babam benim denizci olmamı istemiyorlar ama benim bütün hayalim bir gemide çalışmak, bu gelen gemi benim için bulunmaz fırsat.’ böyle dedi size yemin ederim…”

      Sonra durdum, merak ediyormuş gibi annesine ve babasına dönerek sordum:

      “Gerçekten onun deniz özlemini hiç mi fark etmediniz?”

      Biraz daha isyan ettiler, ahladılar, pohladılar. Şaşırıp kalmışlardı. Hayli zaman sonra etraftan da telkinlerle kaderlerine rıza göstermeye her köylü gibi hazırlandılar.

      Leonardo ve Vasili Baba galiba benim yalan söylediğimi anladılar. Ama bir şey diyemediler. Acaba Thilas’ın başına ne gelmişti?

      Leonardo ve Vasili Baba, “Yine de iskeleye gidip bir bakalım, belki gemi kalkmamıştır, gider gönül rızasını öğrenirsiniz.” dediler Thilas’ın çarçabuk kadere rıza göstermiş anne ve babasına…

      Onlar da çaresiz iskeleye doğru yürümeye başladılar ama ben duygularına hitap ederek konuyu kapadım:

      “Şimdi giderseniz, belki sizi