Lütfü Şehsuvaroğlu

Erguvan Tahtındaki Lanetin Sırrı - Kösem Sultan’ın Yüzüğü


Скачать книгу

derin bir düşünceye daldı. Birkaç gündür Vasili babanın kendisine olan teveccühü, onu kutsaması, günahlarından arındırması, sonra başını dudaklarına götürdüğündeki şefkati hiç de yabana atılacak şeyler değildi.

      Pierre’in içinden Tanrı tarafından seçilmiş kişilerdeki gibi bir ruh dinginliği ve metafizik ürperti geçti. Kendisini gerçekten arınmış hissediyordu. Öyle ya, kalbi temizdi, kimse için kötülük düşünmüyordu. Gerçi gençliğinde bazı kötülükler yapmış, bazı korsanlık hadiselerine karışmıştı, hatta hırsızlık bile yapmıştı… Ama şimdi öyle miydi ya?.. Arınmıştı. Sevgili eşiyle birlikte basit bir hayat sürdürüyor, Tanrı’dan sadece bir evlat talebinde bulunuyorlardı. Öyle fazla bir zenginlikte gözleri yoktu. Kiliseye adanmış, görevini de layıkıyla yerine getirmeye çalışmıştı hep. İçinden son birkaç senedir hiçbir kötülük geçmiyordu…

      O yüzden şimdi Aziz Vasili’nin dualarının kabul olmaması için hiçbir sebep yoktu. Tanrı Vasili’yi elbette dinleyecekti. Şu adalar içinde ondan daha Tanrı’ya yakın kim vardı?

      Olur a, Vasili bu anlattıklarına bir açıklık getirirdi. Hem getirmese bile Pierre’in ruhu o kadar mutmain olmuştu ki, âşıkların gözlerinin görmemesi gibi hakikat artık Vasili’nin anlattığından ve anlatacaklarından ibaretti.

      Anlatmasa da olurdu. Yeter ki bir evlatları olsun. İsterse leylekler getirsin. Çocukluktaki masalların da boşuna olmadığı böylece anlaşılırdı…

      Pierre soran gözlerle baktı aziz pederine, ama peder hazretleri sadece elindeki çakıyla bir söğüt dalından düdük yapmakla meşguldü.

      Pierre, Vasili’nin düdük yapmasına da hayrandı. Çok sevdiği ve Tanrı yolunda adanacağına inandığı çocuklara yapardı düdük. Ama bu kez çok itinayla çok özel bir düdük yapıyordu. Pierre’in gözleri bir kez daha buğulandı. Yoksa kendisine mi yapıyordu bu düdüğü?

      “Tanrı seni seviyor Pierre. Sana bir evlat verecek. Bu büyük bir lütuf… Onu çok sev ve onu iyi yetiştir! Ben de zaten hep eğitiminde ve gelişiminde yanında olacağım. Kendi çocuğummuş gibi ona bakmanda yardımcı olacağım. Onu belki de dünyanın en nadide kraliçesi yapacağız, aziz dostum…”

      Pierre müjdelenen evladın kız olduğunu anlamıştı.

      “Kraliçe mi aziz peder?”

      “Elbette böylesi bir müjdeyle gelen ancak kraliçe olur sevgili dostum.”

      Pierre bir kraliçe babası olacağına hiç ihtimal vermiyordu. Bir kız çocuğu yerine bir erkek çocuğu olsa daha şanslı olacağını da düşünmedi değil. Ama nefsi mutmain olmuştu hemencik. Üstelik de bu kız evlada, biricik eşi Tanya’yı yormadan kavuşacaktı. Fedakâr zangoç Tanrı’nın lütfuna razı olmuştu. O Tanrı’dan razı, Tanrı ondan razı olmak ve bu rızanın şuurunda olmak ne büyük saadet idi… Varsın kızı kraliçe olmasın idi. İşten eve geldiğinde, mesai aralarında eşiyle birlikte sarılıp oynayacakları bir evlatları olacaktı. Büyüdüğünde de kilisenin bakımında ola ki kendisine yardımcı olurdu.

      Kraliçe mi? Olur muydu gerçekten? Niçin olmasın? Belki de aziz pederin söylediği gibi o müjdeyle gelen prenseslerden biri olabilirdi…

      Akşam yemeği için zangocun evinde Vasili Baba’yı misafir ettiklerinde konuyu Tanya’ya iş birliği içinde aktardılar. Zangoçla papaz, Tanya’nın tepkisinin ne olacağını bilmiyorlardı. Ama Tanya, zangoç kocasından bile daha mutlu olmuştu. Vasili Baba bir kız çocuğundan söz açar açmaz Tanya onu hemen kendi çocuğu gibi kabul etmiş ve “ne zaman, ne zaman” diye söylenmeye bile başlamıştı.

      Vasili bu sonuca çok memnun oldu. Pierre eşinin bu kadar çocuk özlemi içinde olduğunu gerçekten bilmiyordu. Gerçi her vesileyle çocuk özlemlerini dile getiriyorlardı ama işte biraz hakikat güneşi onları ısıtmaya başlayınca heyecanı doruğa çıkmıştı zavallı kadının. Sanki kızı doğurmuş da ebelerin elindeki çocuğunu lohusa kadın nazarlarıyla izliyordu.

      …

      Sofi, Tinos Adası’nın merkezi Tinos kasabasının kuzeyinde at ile iki saatlik mesafedeki Gavrio köyündendi. Gavrio ile Tinos arasında iki köy daha bulunuyordu. Bunlardan Gavrio’ya yakın olanı Andros, Tinos’a yakın olanı ise Kionia idi.

      Tinos, Ege Denizi’nin tam ortasında yer alan Atina ile İzmir arasında tam orta yerde sıralanan Kiklat ada silsilesinin güneydoğusundaki bir adadır. Bütün Ege adaları gibi güzel, vahşi, yeşil…

      Bütün adalı kızlar güzel ve vahşidirler. Ama Gavrio kızları daha güzel ve daha vahşi…

      Sofi diğer bütün adalı kızlar gibi Vasili ile sohbeti çok seviyordu ama diğerleri gibi yarım yamalak işleri sevmiyordu. Sonuca gitmeye meraklı idi.

      Sonunda Sofi, Vasili’yi yatağa atmayı ve ondan bir çocuk sahibi olmayı bildi.

      O gece Sofi bir zifaf odası gibi hazırlamıştı samanlığı… Vasili’yi hem sarhoş etmek hem de zevkin doruklarına çıkarmak için tam bir plan hazırlamıştı. Vasili’yi tanrısal bir seremonideymiş gibi teslim almış, ritüel uygulamaya alışmış papazı kendi ritüelini izlemeye mecbur bırakmış ve sonunda da onu azdırmayı bilerek kendisini cennetin en maharetli hurisiyle baş başa bıraktırmıştı âdeta…

      Papaz cennete çevrilen samanlığın zevkini imsak saatlerine kadar bütün tüylerinde hissetti. Güneş doğup da Gavrio’nun bütün çiftliklerini aydınlık içinde bırakınca uyandı papaz. Gece neler olup bittiğini anlamaya çalıştı.

      Az sonra Sofi elinde kahvaltı tepsisiyle geldi samanlığa…

      Dışarıdan köylülerin sesleri duyuluyordu.

      Papaz yaptığından çok utandı.

      Sofi onun utanmasına fırsat vermeden atıldı.

      “Merak edilecek bir şey yok papaz efendi, bütün gece kendi cennetimizi kendimiz inşa ettik.”

      “Kızım…” dedi papaz. Gerisini getiremedi.

      “Ne kızımı Vasili baba?.. Azgın bir boğa gibiydiniz. Bakın…”

      Tepsiyi birden oradaki bir kütüğün üstüne bırakan Sofi, eteğini hızla kaldırıp bembeyaz bacaklarının baldırlar kısımlarındaki diş izlerini gösterdi.

      Sonra eteğini bırakıp yakasını tutan askıyı indirerek sol göğsünü dışarıda bırakacak biçimde bluzunu çekiştirdi.

      Tomurcuk uçlu memeleri de ısırık içindeydi. Bembeyaz teninin birkaç yerinde kızarıklık ve yan yana diş izleri dikkat çekiyordu.

      Papaz elleriyle gözlerini kapadı.

      “Yapma kızım! Bir gören olacak…”

      “Benden başka kimse girmez Vasili’m bu samanlığa…”

      “Nasıl konuşuyorsun böyle sevgili kızım…”

      Sonra birden eteğini kaldırıp cinsel organını gösterdi.

      “Bak sevgilim ne hâle soktun beni?”

      “Tanrı aşkına kapat kapat!..”

      “Artık bakire değilim Vasili’m. Ben artık seninim…”

      “Kızım bu mümkün değil…” diyerek gerekçelerini sıralamaya başlayacaktı muhtemelen papaz ama kız sözünü kesti sertçe:

      “Anladım. Seni korkak! Ben seni sınadım. Senden zaten bir şey beklemiyorum. Kaç zamandır seni yatağa atmayı düşlüyordum. Kendi iddiamı kazandım. Çocuğum senden olsun istiyordum. Köyümde bir çocuk sahibi olmak için yatacağım bir erkek yok maalesef. Hiçbirini kendime layık bulmuyorum.