Kâbe’de bir kuyu vardı. Hazine yapılarak Kâbe’ye getirilen hediyeler oraya konurdu. Kâbe’nin bazı yerleri selden yıkılınca bir hırsız bu Kâbe hazinesinden bazı eşyaları çalmış, Kureyş’in uluları arasında verilen karar üzere elleri kesilmişti. Bunun üzerine Kureyşliler, Kâbe’yi yeniden yapmaya başladılar. Yapım sırasında iş Kara Taş’ın yerine konmasına gelince, bazı kabileler Hacer-i Esved’i yani Kara Taş’ı yerine biz koyacağız, diye iddia ettiler. Diğerleri ise buna karşı çıktığından aralarında çekişme başladı. Sonunda bu davayı kılıçla çözmek üzere savaşa karar verdiler.
Sonra bu karardan cayıp Muhammedü’l-Emin’i hakem seçerek onun hükmüne razı oldular. O da bir parça bez getirip Hacer-i Esved’i onun içine koydu; her kabileyi bir ucundan tutturup, taşı yukarı kaldırttı; mübarek elleriyle Hacer-i Esved’i alıp yerine koydu. Kureyşliler, onun bu hüküm ve tedbirini kabul edip çok beğendiler. Bu şekilde aralarındaki kavga ve çekişme de sona erdi. O zaman Fahr-i Âlem, otuz beş yaşındaydı. Otuz yedi yaşına gelince gaipten kendisine, “Ey Muhammed!” diye seslenilmeye ve bazı taraflarda nur görünmeye başladı. Bu sırları yalnız Hatice’yle paylaşırdı.
Hâtemü’l-Enbiya Hz. Muhammed’in (s.a.v.) geleceğini önceden haber vermiş olanlardan birisi de İyad kabilelerinin ulusu olan meşhur Kass bin Sâide’dir ki uzun yaşamış, güzel ve düzgün konuşmakla tanınmış bir kimseydi. Öyle ki, çok yaşlıyken Ukâz Panayırı’nda kızıl bir deve üzerinde olduğu ve Arap’ın en iyi konuşanları orada hazır bulunduğu hâlde çok düzgün ve sanatlı bir konuşma yapmıştı. O zaman Fahr-i Âlem de Ukâz Panayırı’nda bulunup onun bu yüksek konuşmasını dinlemişti. Fakat henüz halkı, Allah’ın birliğine çağırmakla görevlendirilmemişti.
Kass bin Sâide’nin o konuşması, Arap’ın meşhur konuşmacıları arasında çok yayılmış, dillere destan olmuştur. Kısaca tercümesi şöyledir:
“Ey insanlar! Geliniz, dinleyiniz, belleyiniz, ibret alınız. Yaşayan ölür, ölen yok olur, olacak olur. Yağmur yağar, otlar biter. Çocuklar doğar. Analarının babalarının yerini tutar. Sonra hepsi yok olup gider. Olayların ardı arkası kesilmez. Hemen birbirini kovalar. Kulak veriniz, dikkat ediniz. Gökte haber var, yerde ibret alacak şeyler var. Yeryüzü bir sarayın döşemesi, gökyüzü bir yüksek tavan. Yıldızlar yürür, denizler durur. Gelen kalmaz, giden gelmez. Acaba vardıkları yerden hoşnut olup da mı kalıyorlar? Yoksa orada bırakılıp da uykuya mı dalıyorlar? Yemin ederim Allah’ın (c.c.) katında bir din vardır ki şimdi bulunduğunuz dinden daha sevgilidir. Allah’ın (c.c.) bir gelecek peygamberi vardır ki gelmesi pek yakın oldu. Gölgesi başınız üstüne geldi. Ne mutlu o kimseye ki ona inanır, o da ona doğru yolu gösterir; vay o talihsize ki ona isyan eder, karşı çıkar. Yazıklar olsun ömürleri gafletle geçen ümmetlere.
Ey İyadIılar! Hani babalarınız, dedeleriniz, hani süslü köşkler, taştan evler yapan Ad ve Semûd kavmi, hani dünya varlığına gururlanıp da kavmine, ‘Ben sizin en büyük Rabb’inizim!’ diyen Firavun ile Nemrud? Onlar size göre daha zengin, kuvvet ve kudretçe sizden fazla değil miydiler? Bu yer onları değirmeninde öğüttü, toz etti, dağıttı. Kemikleri bile çürüyüp dağıldı. Evleri yıkılıp ıssız kaldı. Yerlerini yurtlarını şimdi köpekler şenlendiriyor. Sakın onlar gibi gaflet etmeyin, onların yoluna gitmeyin. Her şey yok olup gidicidir. Kalıcı olan ancak yüce Allah’tır ki birdir, ortağı, benzeri yoktur. Tapılacak ancak O’dur. Doğmamış, doğurmamıştır. Bizden önce gelip geçenlerde bize ders olacak şey çoktur. Ölüm ırmağının girecek yerleri var, ama çıkacak yeri yoktur. Büyük, küçük hep göçüp gidiyor. Giden geri gelmiyor. Kesin olarak biliyorum ki herkese olan bana da olacaktır.”
Kass bin Sâide, son peygamberin yakında geleceğini anlamış olduğu hâlde Ukâz Panayırı’nda, böyle halkın arasında konuşurken zavallı bilmiyordu ki son peygamber de oradadır, onu dinliyordur. Arası çok geçmeden son peygambere peygamberlik geldi. Fakat Kass bin Sâide öldüğünden, gelip de görüşmek kendisine kısmet olmadı.
Ondan sonra İyadoğullarının ulusu Cârûd da onun gibi Allah’ın (c.c.) birliğine, Hz. İsa’nın (a.s.) dinine inandığı hâlde kavminin büyükleriyle birlikte gelip, bir gün HZ. Muhammed’in (s.a.v.) yanına girdi. İslam ile şereflendi. Onunla beraber kavminin bütün büyükleri de iman ettiler.
Hz. Muhammed (s.a.v.), ondan memnun oldu, “İçinizde Sâideoğlu Kass’ı bilen var mı?” diye sordu Cârûd da “Ya Resulullah! Hepimiz biliriz. Özellikle ben, her zaman onun izinde gidenlerdenim.” diye cevap verdi. Hz. Muhammed (s.a.v.), “Kass bin Sâide’nin Ukâz Panayırı’nda, deve üzerinde, ‘Yaşayan ölür, ölen yok olur, olacak olur.’ diyerek hutbe okuduğu hatırımdan çıkmaz. Bir hayli sözler daha söylemişti. Sanmam ki hepsi hatırımda kalmış olsun.” diye buyurdu.
Ebu Bekir (r.a.) o toplantıda hazır bulunup, “Ya Resulullah! Ben de o gün Ukâz Panayırı’ndaydım. Kass bin Sâide’nin söylediği sözler hep hatırımdadır.” diyerek adı geçen hutbeyi başından sonuna kadar okudu. Bunun üzerine, Cârûd’un arkadaşlarından biri ayağa kalkıp, Kass bin Sâide’nin bazı şiirlerini okudu ki Kâbe’de Haşimoğullarından Hz. Muhammed’in (s.a.v.) peygamberliğini açıkça bildirmişti. Son Peygamber Hz. Muhammed (s.a.v.) de “Umarım ki Allah (c. c.) kıyamet gününde Kass bin Sâide’yi ayrı bir ümmet olarak diriltsin.” diye buyurdu.
Hazreti Muhammed’in (s.a.v.) Peygamberliği
Fahr-i Âlem Muhammed (s.a.v.) Hazretleri’ne kırk yaşında iken nübüvvet ve kırk üç yaşında iken risalet geldi. Nübüvveti, rüya-yı sadıka ile başlayıp altı ay kadar rüyasında her ne görürse olduğu gibi ortaya çıkardı.
O sırada bir köşeye çekilip yalnız kalmayı severdi. Hira Dağı’na gider, oradaki bir mağarada tek başına ibadet ederdi. İşte o zaman, Cebrail (a.s.) gelip kendisine göründü, şu anlamlara gelen Kur’an ayetlerini getirdi:
“Yaradan Rabb’inin adıyla oku! O, insanı alaktan yarattı. Oku! Senin Rabb’in en cömert olandır. O, kalemle yazmayı öğretendir, insana bilmediğini öğretendir.” (Alak 1-5)
İlk önce Allah’ın (c.c.) vahyinin heybeti, Hz. Muhammed’e (s.a.v.) korku ve dehşet verdi. Hemen, titreyerek Hatice’nin yanına gitti. “Beni örtün, beni örtün.” diye buyurdu. Hemen Hatice, o hazretin üzerini örttü. O da biraz rahat bir nefes alıp dinlendikten sonra olup biteni Hatice’ye anlattı. Hatice (r.a.) Hz. Muhammed’i (s.a.v.) alıp, amca oğlu olan meşhur Varaka İbni Nevfel’in yanına götürdü. Vahiy olayını ona anlattılar. Varaka, “Müjde ey Muhammed! Sen, Meryem’in oğlu İsa’nın haber verdiği ahir zaman peygamberisin… Sana görünen melek, Hz. Musa’ya da gelen, ‘Namus-u Ekber’ yani Cebrail’dir. Keşke genç olsaydım da senin, insanları Allah’ın birliğine çağıracağın zamana erişseydim. Kavmin seni Mekke’den çıkaracağı zaman sana yardım etseydim.” dedi.
Hz. Muhammed (s.a.v.) bunun üzerine, “Kavmim beni Mekke’den çıkaracak mı?” diye sordu. Varaka. “Evet, peygamberlik her kime verildiyse kavmi içinden ona düşmanlar olagelmiştir. Seni de kavmin Mekke’den çıkaracak.” diye cevap verdi. Ondan sonra vahyin arkası kesildi. Cebrail (a.s.) gelip görünmez oldu. Hz. Peygamber, bundan çok sıkıldı. Fakat İsrafil (a.s.) ara sıra gelip gider, Resul-ü Ekrem’e bazı şeyler öğretirdi. Bu hâl, üç sene kadar sürdü. Sonra bir gün Hz. Peygamber’e gökten bir ses geldi. Yukarı bakınca Cebrail-i Emin’i gördü.
Yine kendisine korku ve dehşet gelip, Hatice’nin (r.a.) yanına gitti. Elbisesine büründü. O zaman yine Cebrail (a.s.) gelip göründü. “Ya Eyyühe’l-Müddessir.” suresini getirdi. İşte Hz. Muhammed’in (s.a.v.) peygamberliğinin başlangıcı budur. Ondan sonra Cebrail-i Emin peyderpey Kur’an ayetleriyle gelip gitmeye başladı. Yirmi sene bu hâl üzere devam etti.
Kısaca