Ahmet Cevdet Paşa

Kısas-ı Enbiya ve Tarih-i Hulefa I. Cilt


Скачать книгу

kalmadı diye endişe edilsin. O ancak insanları, Allah’a ortak koşmaktan, sapkınlıktan kurtarmak için geldi. Kıyamete kadar da kalacak bir din bırakıp gitmek için gönderildi.

      Belki arkasında erkek çocuğu kalmaması bile bu nükteye bir işaret ve bu bakımdan hikmete uygundu. İmansızlar fırsat buldukça onu, böyle laf atmalarla incitirlerdi. Fakat amcası Ebu Talib’in koruması altında bulunduğundan, başka bir şey yapamazlardı.

      Ebu Bekir’in (r.a.) aşireti kalabalık olduğundan, ona da bir şey diyemezlerdi ama öteki müminlere eza cefa ederlerdi. Onları İslam dininden döndürmek için çok çalışırlardı. Öyle ki Ammar bin Yasir‘in annesi Sümeyye Hatun’u İslam dininden döndürmek için eziyet ederlerken Ebu Cehil bir mızrakla zavallıyı şehit etmiştir.

      Bilâl-i Habeşî ki kölelerden ilk önce İslam’la şereflenen odur. Kureyş kâfirleri ona çeşitli eziyetlerde bulunurlardı. Öyle ki boynuna ip takarak çocukların ellerine verip, Mekke sokaklarında dolaştırırlardı. Hz. Bilâl ise “Allah (c.c.) bir, Allah (c.c.) bir.” der, dininden asla caymazdı. Bütün bunlardan ötürü, İslam olanlardan bazıları Müslümanlığını belli edemeyip gizli tutarlardı.

      Hz. Ebu Bekiri’s-Sıddık (r.a.) ise inandığı günden beri İslam olduğunu açığa vurduktan başka, kabiliyetli gördüğü kimseleri de inandırmaya çalışır, imana gelen köleleri sahiplerinden satın alarak serbest bırakırdı.

      Kâfirlerin, Müslümanlara yaptıkları eza ve cefa günden güne arttığından, Fahr-i Âlem, peygamberliğinin beşinci yılında Müslümanların Habeş ülkesine göçmelerine izin verdi.

      Önce Osman İbni Affan ile hanımı ve Resul-ü Ekrem’in kızı olan Hazreti Rukayye, Zübeyr İbni’l-Avvam, Osman İbni Maz’ûn, Abdullah İbni Mesud ve Abdurrahman İbni Avf, Mekke’den çıkıp deniz kenarına vardılar. Denizden Afrika yakasına geçtiler ve Habeş Meliki Necâşi’nin yanına gittiler.

      Ondan sonra, Hazreti Ali’nin ağabeyi olan Cafer İbni Ebu Talib de hicret etti ve onların yanına gitti.

      Necâşi Hristiyan olsa da ülkesine göç eden Müslümanlara yer verip gereken saygıyı gösterdi. Doğrusu, insanlığa bir çeşit hizmet etmiş oldu.

      Daha sonra Müslümanlardan birçokları, birbiri arkasından oraya gittiler. Böylece Necâşi’nin yanında Müslümanlar epeyce çoğaldı.

      Müslümanların Habeşistan’da çoğalmasından, İslam dininin daha geniş bir çevreye yayılmasından dolayı Kureyşliler endişeye düşüp düşünceye daldılar. Hemen İslam göçmenlerini geri çevirmek için Abdullah İbni Ebu Reb’ia ile Amr İbni’l-As’ı gönderdiler. Onlar da Necâşi’nin yanına gidip, ondan Müslümanların kendilerine teslim olunmasını istediler.

      Necâşi ise kendisine sığınanları düşmanlarının eline teslim etmeyi insanlığa aykırı gördü. Onlara ret cevabı verdi. Böylece ikisi de elleri boş dönüp Mekke’ye geldiler.

      Hâtemü’l-Enbiya (s.a.v.) peygamberliğinin altıncı senesinde bir gün Safa’da otururken Ebu Cehil oradan geçip kendisine sövdü. Hz. Peygamber (s.a.v.) bir şey demeyip susmuşsa da Abdullah bin Cüd’ân’ın bir cariyesi bunu işitti. Resul-ü Ekrem’in amcası olan Hamza bin Abdül-Muttalib o gün ava çıkmıştı. Evine dönüşte, her zaman yapageldiği gibi tavaf için silahları üzerinde olduğu hâlde Harem-i Şerif’e gitti.

      Ne var ki Hamza, Kâbe’ye giderken o cariye Ebu Cehil’in Hz. Muhammed’e (s.a.v.) sövdüğünü kendisine haber verdi. Hamza, daha imana gelmemişse de kardeşinin oğlu hakkında kötü söz söylendiğini işitince akrabalık damarları harekete geçti, hemen Kureyşlilerin toplandığı yere vardı. “Benim kardeşimin oğluna söven, hatırını kıran sen misin?” diyerek boynundaki ok yayı ile Ebu Cehil’in başını yardı. Orada bulunan bazı kimseler Hamza’nın üzerine saldıracak oldular. Az kaldı ki büyük bir kavga çıkacaktı. Fakat Ebu Cehil, “Dokunmayınız! Hamza’nın hakkı vardır çünkü ben onun kardeşinin oğlu hakkında gerçekten kötü sözler söyledim.” diye engel oldu. Sanki insaf ve anlayış sahibiymiş gibi davrandı.

      Hamza’yı başından savdı. Kendi dostlarına da “Aman ona ilişmeyiniz. Varıp kızgınlıkla Müslüman olur. Muhammed’in (s.a.v.) taraftarları kuvvet bulur.” diye öğüt verdi. Çünkü Hamza Kureyş içinde değerli, saygı gören, üstelik çok yiğit bir adamdı. Daha imana gelmemişse de Araplar arasında akrabaya düşkünlük aşırı olduğundan, kardeşinin oğlu için her şeyi göze almıştı.

      Ebu Cehil’in de akraba ve taraftarları çok olmakla birlikte, aralarında kavga büyüdüğü takdirde Hamza’nın tarafına da geçenler olur, ister istemez bunlar da Müslümanlara arka çıkardı. Ebu Cehil ise bütün aklını fikrini sırf İslam’ın kuvvetlenmemesi uğrunda kullanıyordu.

      Hamza’nın yüzünden Kureyş içine bir ayrılık düşerse Müslümanların kuvvet bulmasından çekiniyordu. Yoksa Ebu Cehil, Kureyş ulularından, hatırı geçen, sözü dinlenir, etkili, taraflısı çok ve kimseden korkmaz bir herifti. Nitekim Hz. Muhammed (s.a.v.), “Ya Rabbi! Bu dini Ebu Cehil ya da Hattaboğlu Ömer’le kuvvetlendir.” diye Allah’a (c.c.) dua etmişti çünkü o zaman Kureyş içinde en çok sözünü yürüten, hatırını saydıran bu ikisiydi. Resul-ü Ekrem’e en fazla düşmanlık gösteren de onlardı.

      Kısacası Ebu Cehil, Hamza’nın tamamen Muhammed’e (s.a.v.) taraftar olmaması için, başını yarmışken ondan öç alma sevdasına düşmedi.

      Hamza ise İslam’la şereflenmeye pek hazır olduğu hâlde Hz. Muhammed’in (s.a.v.) yanına giderek, Ebu Cehil’le aralarında geçen olayı anlatıp gönlünü aldı.

      Resul-ü Ekrem de ancak kendisinin iman etmesiyle teselli bulup sevineceğini belirtti. Bunun üzerine Hamza hemen kelimeişehadet getirdi.

      Hz. Hamza (r.a.) İslam’la şereflenince, bundan böyle Hz. Muhammed’i (s.a.v.) koruyup gözeteceğini Kureyşlilere ilan etti. Bunu belirten güzel bir kaside söyledi. Onun iman etmesiyle İslam dini çok kuvvetlendi. Müslümanlar fazlasıyla memnun oldu. Bu ise Kureyşlilere pek zor geldi.

      Bunun üzerine Kureyş’in ileri gelenleri danışma toplantısı yaptılar.

      “Muhammed’e bağlananlar gittikçe çoğalıyor, bu işin sonu fena görünüyor. Zamanla buna bir çare düşünmelidir.” dediler. Her biri bir fikir ileri sürdü, Ebu Cehil de “Muhammed’i öldürmekten başka çare yoktur. Bunu kim başarırsa ona şu kadar deve bu kadar para veririm.” dedi.

      Hattaboğlu Ömer yerinden kalkarak, “Bu işi Hattaboğlu’ndan başka yapacak yoktur.” dedi. Toplantıda olanlar, Ömer’i alkışladılar. “Haydi Hattaboğlu! Görelim seni!” dediler. Ömer de hemen kılıcını kuşanıp gitti. Giderken yolda Nuaym bin Abdullah’a rastladı. Ömer’i kılıcı belinde, pek kızgın giderken gören Nuaym, “Nereye ey Ömer?” diye sordu. O da “Arap milletinin arasına ayrılık sokan Muhammed’in vücudunu dünyadan kaldırmaya gidiyorum.” diye cevap verdi.

      Nuaym, “Ey Ömer! Zor bir işe kalkışmışsın. Muhammed’in arkadaşları, onun başucunda dolaşıyor. Bunu başarmak güçtür. Tutalım ki başardın, sonra Abdül-Muttaliboğullarının elinden kurtulamazsın.” dedi.

      Ömer bu söze kızdı, “Öyleyse sen Muhammed’e bağlananlardansın. Önce senin işini bitirmeliyim.” diye kılıcına el attı. Nuaym, “Ey Ömer! Sen beni bırak. Kız kardeşin Fatıma ile kocası Said bin Zeyd‘e bak, ikisi de Müslüman oldu.” dedi. Ömer, onların İslam’a girdiğine inanmadı. Nuaym, “Eğer inanmazsan araştır, anlarsın.” dedi.

      Ömer’in bu hareketi, aslında çok tehlikeliydi çünkü kalkıştığı işin üstesinden gelmiş olsa bile anında din davası bir tarafa bırakılacak, Arap geleneği gereğince