olmadıkça kimse bir devlet ve mutluluğa eremez. Nitekim Kur’an-ı Kerim’de, “Ey Muhammed sen sevdiğine doğru yolu gösteremezsin. Fakat Allah (c.c.) dilediğine doğru yolu gösterir.” buyurulmuştur.
Bu sebepledir ki Resul-ü Ekrem, Ebu Talib’in Müslüman olmasını çok istemesine rağmen o da kendisini son derece sevdiği hâlde diliyle onun peygamberliğini kabul etmedi. Ölümünden sonra kavmi de kendisinin vasiyetini tutmadı.
Ondan sonra Ebu Leheb, onun yerine kavminin başkanı olmak, diğer Kureyş büyükleri de kendi aşiretlerinin başkanlığını elden çıkarmamak amacındaydı. Ebu Cehil ise Kureyş içinde hepsinden çok sözü geçer olma ve değer kazanma sevdasındaydı. Ebu Talib’le Hz. Hatice’nin ölmelerini fırsat bildiler. Resul-ü Ekrem’e eskisinden daha fazla eza ve cefa eder oldular.
Resul-ü Ekrem, onların eza ve cefalarından usanarak Mekke’den çıkıp Zeyd bin Harise ile birlikte Taif’e gitti. O zaman Taif’te yaşayan Sakif Kabilesi büyüklerini İslam dinine çağırdı. Onlar ise imana gelmek şöyle dursun, Resul-ü Ekrem’i horladılar, hatta içlerinden bazıları onu taşladılar. O kadar ki Zeyd bin Harise, Resul-ü Ekrem’i atılan taşlardan korumak için kendisini ona siper etmekle birkaç yerinden yaralandı. Bunun üzerine Hz. Muhammed (s.a.v.) geri döndü. Mekke’ye bir konak uzaklığı olan Batni Nahle adındaki yere indi. Orada, insan ve cinlerin peygamberi olan Son Peygamber Hz. Muhammed (s.a.v.) Er-Rahman Suresi’ni okurken, cinlerden bir kalabalık gelip dinlemişler, ona iman etmişlerdi.
Resul-ü Ekrem, bir süre Batni Nahle’de kaldıktan sonra Mekke’ye geldi. Mut’im bin Adi’ye konuk oldu. Hemen Kâbe’ye gitti. Hacer-i Esved’e el sürdü. İki rekât namaz kıldı. Sonra evine döndü.
Arap geleneği üzere Mut’im kendi evlat ve çevresiyle Hz. Muhammed’in (s.a.v.) etrafında dolaşıp, korunup gözetilmesinde büyük bir çaba gösterdi. O sırada Zem’a’nın kızı Şevde (r.a.), Resul-ü Ekrem’le evlendirildi.
Hz. Ebu Bekir’in (r.a.) kızı Aişe’nin de o sırada Resul-ü Ekrem’le (s.a.v.) nikâhı kıyıldı. Fakat pek küçük olduğundan, zifafı geri bırakıldı.
Resul-ü Ekrem (s.a.v.) her yıl hac mevsiminde ve Sûk-u Ukâz Panayırı’nın yapıldığı günlerde Mekke şehrinin dışına çıkıp, çevreden gelen kabilelerle görüşerek onları İslam’a çağırırdı. Aynı şekilde peygamberliğinin on birinci senesinin hac mevsiminde yine Mekke dışına çıktı, Akabe yakınında Medine halkından bir topluluğa rastladı. Bu topluluk Hazreç Kabilesi’ndendi. Hazreçlilerle Haşimiler arasında ise hısımlık vardı. Çünkü Abdül-Muttalib’in annesi Selma Hatun’dur. Onun aşireti olan Neccâroğulları, bu Hazreç Kabilesi’nin bir kolu idi.
Resul-ü Ekrem o topluluğa, “Siz kimlersiniz?” diye sordu. Onlar “Hazreç Kabilesi’ndeniz.” diye cevap verdiler. “Otursanız da sizinle biraz söyleşsek olmaz mı?” diye buyurdu. “Pekâlâ!” deyip oturdular.
Resul-ü Ekrem (s.a.v.), onlara biraz Kur’an okudu. Onları İslam’a çağırdı. Onlar ise “Galip bin Fihr evladından bir peygamber gelecek.” diye kendi ihtiyarlarından işitirlermiş. Medine’deki Yahudiler de “Peygamberin geleceği zaman yaklaştı.” derlermiş. Bu sefer Resul-ü Ekrem, onları dine çağırınca birbirlerine bakıştılar. “Yahudilerin dediği peygamber işte budur.” diye aralarında konuştular. Öteden beri Yahudilerle aralarında düşmanlık olduğundan ötürü, hemen iman ederek Hz. Peygamber (s.a.v.) önünde kelimeişehadet getirdiler.
Onlar Ebu İmame Es’ad İbni Zürare, Râfi İbni Malik, Avf İbni Haris, Kutbe İbni Amir, Ukbe İbni Amir ve Haris İbni Abdullah İbni Riyab idi.
İşte ensardan, ilk önce İslam ile müşerref olan bu altı zattır, radiyallahü anhüm. Bunlar hac mevsiminden sonra Medine’ye geldiler ve İslam dinini yaymak için gayret edip çalıştılar. Bu şekilde İslam dini Hazreciler arasında gereği gibi yayılmakla beraber Evs Kabilesi’ne de sirayet etti.
Hz. Muhammed’in (s.a.v.) peygamberliğinin on ikinci senesi hac mevsiminde Es’ad İbni Zürare ile arkadaşları olan Râfi, Avf, Katabe ve Ukbe ile Hazrecilerden Muaz İbni Haris, Zekvân İbni Abdil Kays, Ubadetübnü Sâmit, Ebu Abdullah Yezid İbni Salebe, Abbas İbni Ubade İbni Fadla, Evs Kabilesi’nden de Ebü’l-Heysem İbni Teyyihan ve Uveym İbni Sâide, Mekke’ye gittiler. Yine Akabe’de Fahr-i Kâinat ile görüşüp biat ettiler, radiyallahü anhüm.
Bundan sonra Allah’a ortak koşmamaya, zina yapmamaya, hırsızlık etmemeye, iftiradan kaçınacaklarına ve kız çocuklarını artık öldürmeyeceklerine dair söz verdiler.
İslamiyetten önce Araplar ancak erkek çocukla övünürler, kız çocuğu olanlar ise bundan utanırlardı. Bu yüzden pek çoğu, yeni doğan kız çocuklarını diri diri gömerlerdi. Bir de Arapların geçim yolları dar olup, evlerini geçindirmekte zahmet ve sıkıntı çekmekte olduklarından, bazıları yoksulluk bahanesiyle kız çocukları ve bazen erkek çocuklarını bile öyle diri iken gömerek öldürürlerdi. Bundan dolayı Medinelilerle yapılan sözleşmede, “Çocuğunu öldürmemek” maddesi, ayrı bir şart olarak ileri sürüldü ve bu madde, insanlık için büyük bir iyilik oldu.
Bu şekilde biat edenler daha önce söylendiği gibi on iki kişi olup, ikisi Evs Kabilesi’nden, geri kalanı Hazreç Kabilesi’ndendi. Hepsinin başı Es’ad bin Zürare idi. Hepsi o şekilde sözleştikten sonra, dönüp Medine’ye geldiler ve hemen İslam’ı yaymakla uğraşmaya başladılar.
Miraç Olayı
O sıralarda Hz. Muhammed’in Miraç Olayı meydana geldi. Cebrail (a.s.) bir gece geldi ve Resul-ü Ekrem’i (s.a.v.) aldı, Kâbe’den Kudüs’teki Mescid-i Aksa’ya götürdü. Oradan yukarı çıkardı. Bütün semaları seyrettirdi. Sonra Allah’ın Sevgili Kulu bu görünen âlemin dışına çıkarıldı. Kendisine nice acayip ve garip şeyler gösterildi. Yüce Allah’ın (c.c.) sözünü işitti ve pak cemalini gördü. Yine o gece mutlu bir şekilde evine döndü.
İşte beş vakit namaz, bu Miraç gecesi farz kılındı. Gerçi ondan önce de namaz kılınırdı. Fakat beş vakit sırayla namaz kılmak, o gece emredildi.
Ertesi gün Hz. Muhammed (s.a.v.) Miraç Olayı’nı ümmetine söyledi. İlk önce Hz. Ebu Bekir ve sonra diğer ashap tasdik ve tebrik etti. Müşrikler inkâr edip Mescid-i Aksa’nın nişanlarını sordular, Resul-ü Ekrem (s.a.v.) aynısını haber verdi. Onlar yine inkârlarında ısrar edip durdular.
Bu sırada İslam, Arabistan’ın her tarafına yayılmakta, özellikle Medine’de pek hızla tutunmaktaydı. Öyle ki Evs ve Hazreç kabileleri, ashaptan birinin Medine’ye gönderilmesini rica etmiş olduklarından, Resul-ü Ekrem (s.a.v.) de onlara Kur’an-ı Kerim’i ve İslamiyet’i öğretmek üzere Mus’ab bin Umeyr’i Medine’ye göndermişti.
Mus’ab, Medine’ye vardığında oradaki Müslümanların sayısı kırka yükselmişti. Başkanları Es’ad ve hocaları Mus’ab ile birlikte hepsi cuma günleri Medine dışına çıkıp bir yerde cemaatle namaz kılmaya başladılar.
Fakat Es’ad’ın teyze oğlu ve Evs Kabilesi’nin başkanı olan Sa’d bin Muaz ile yine başkanlardan Üseyyid bin Hudayr daha iman etmemiş olduğundan İslam dini tam olarak yayılamıyordu. Bir gün Mus’ab ile Es’ad, Zuferoğullarının evlerinden birinde sohbet ederlerken, Üseyyid bin Hudayr süngüsü elinde olduğu hâlde onların üzerine geldi. “Maksadınız nedir? Bazı zayıflarımızı aldatıp azdırıyorsunuz!” diye hiddet ve şiddetini dile getirdi. Mus’ab, ona nazik bir şekilde, “Hele biraz dur, otur. Sözümüzü dinle, maksadımızı anla.” deyince Üseyyid de oturdu. Mus’ab, ona İslam dinini tarif etti ve biraz Kur’an okudu. Kur’an’ın belagati kendisine tesir ettiğinden Üseyyid, “Ne güzel şey!” dedi ve “Bu dine girmek için ne yapmalı?” diye sordu.
Mus’ab, ona