Ahmet Cevdet Paşa

Kısas-ı Enbiya ve Tarih-i Hulefa I. Cilt


Скачать книгу

teberrüken deveyi alıp kendi evine götürdü.

      Hâtemü’l-Enbiya’nın şerefli gelişiyle Medine şehri mesut oldu ve nurla doldu. Vatanlarından ayrı düşüp de gönülleri üzgün olan muhacirlere taze can geldi. Ensarın da yüzü güldü.

      O gün Medine halkı, Hz. Halid’in (r.a.) evine gelip Resul-ü Ekrem’i ziyaret ettikleri sırada, Yahudi âlimlerinden Abdullah bin Selam da geldi ve dikkatle Hz. Peygamber’in yüzüne baktı, “Bu yüz yalancı yüzü değildir.” deyip, hemen Müslüman oldu.

      Ensarın her biri, Resul-ü Ekrem’i kendi evine misafir etmek istiyordu. Hangisi tercih olunsa diğerlerinin üzülmesi hatırlara gelirdi. Hâlbuki konak yerini deve belirleyince kimsenin bir diyeceği kalmadı. Fakat o boş arsada çökmesinin sebep ve hikmeti neydi? Onu da anlatalım:

      O arsa, Neccâroğullarından iki çocuğun, miras kalmış mülküydü. Resul-ü Ekrem, onu on miskal altına satın aldı. O miktar altını Hz. Ebu Bekir’e ödettirdi. O da bu parayı sahiplerine verdi.

      Sonra Resul-ü Ekrem, kerpiç kestirdi ve kereste buldurdu. O arsada bir mescit yaptırmaya ve bir tarafında kendisi için odalar bina ettirmeye başladı. Daha sonraları zaman içinde nice yüksek binalar eklenerek bugünkü bayındır ve süslü “peygamber mescidi” işte bu camidir ve kapısı, devenin çöktüğü yerdir. Bu cami yapılırken Allah’ın elçisi, ashabıyla beraber çalışmış ve elleriyle kerpiç taşımıştır. Kâbe-i Mükerreme, müşriklerin elinde bulunduğu için, Resul-ü Ekrem, Medine’ye geldikten sonra Beytü’l-Makdis’e, yani Mescid-i Aksa’ya doğru namaz kılardı. Bunun için bu mescidin kıblesi Kudüs yönünde olmak üzere yapımına başlandı.

      Resul-ü Ekrem’in kızlarından Rukuyye (r.a.), evvelce kocası Osman bin Affan (r.a.) ile birlikte Medine’ye göç etmişti.

      Bu defa mescidin yapılmasına başlandıktan sonra, Resul-ü Ekrem’in diğer kızlarıyla hanımı Sevde’yi getirmek üzere kendi azatlıları olan Zeyd bin Harise ile Ebu Râfi’yi Mekke’ye gönderdi. Onlar da gidip Resul-ü Ekrem’in kızları olan Ümmü Gülsüm ve Fatıma’yla (r.a.) hanımı Sevde’yi (r.a.) ve Zeyd bin Harise’nin hanımı Ümmü Eymen ile oğlu Üsame’yi (r.a.) alıp Medine’ye getirdiler. Onlarla beraber Hz. Ebu Bekir’in oğluyla bütün ailesi de geldiler.

      Resul-ü Ekrem’in büyük kızı Zeyneb’in (r.a.) kocası Ebu’l-As İbn Reb’i, henüz İslam’a girmemiş olduğundan Hz. Zeyneb, Mekke’den çıkamayıp geri kalmışsa da sonradan o da Medine’ye göç etmiştir.

      Kısaca muhacirlerin hepsinin Mekke ile alakaları kesildi ve Resul-ü Ekrem’in gelmesiyle şereflenen ve aydınlanan Medine şehri, artık kendilerinin sevgili vatanları oldu.

      Ama aradan çok geçmeden, Hz. Ebu Bekir ile Bilâl-i Habeşî (r.a.), sıtmaya yakalandılar. Sıtma tutarken, Mekke’nin hava ve suyunu hatırlayıp sayıklayarak hasretlerini belli ederlerdi. Bilâl-i Habeşî, Mekke’den çıkmaya sebep olanlara ve en çok Utbe bin Reb’ia, Şey-be bin Reb’ia ve Ümeyye bin Halef’e beddua ederdi.

      Fahr-i Âlem de “Ya Rabbi! Sen bize Mekke gibi Medine’yi de sevdir ve burada bize bereket ve geçim genişliği ver.” diye Allah’a yalvarırdı. Yüce Allah da duasını kabul buyurdu ve Medine’yi muhacirlere sevdirdi.

      Hatta Hz. Ömer (r.a.), “Ya Rabbi, bana senin yolunda şehitlik nasip et ve resulünün şehrinde ölmeyi takdir et.” diye dua ederdi.

      Mescid-i Şerif ile yanındaki odaların yapılmasına kadar Resul-ü Ekrem, yedi ay süresince Ebu Eyyûb Ensari’nin (r.a.) evinde kaldı.

      Ensar, her gün oraya, Allah’ın elçisi için, sırayla yemek getirirdi.

      Resul-ü Ekrem’in şeref vermesine karşılık olarak ensarın her biri böyle bu şekilde yardım etmiş ve her biri bir şey vermiştir. Enes bin Malik’in annesi pek fakir olduğundan, hiçbir şey götürüp veremediğine üzülüp dururdu. Nihayet bir gün, on yaşında olan oğlu Enes’in elinden tuttu, götürüp, “Ey Allah’ın elçisi! Bu da size hizmet etsin.” diyerek bırakıp gitti. Ondan sonra Enes de (r.a.) Hz. Peygamber’in hizmetine devam etti.

      Peygamber mescidi ile yanındaki odalar yapıldıktan sonra Resul-ü Ekrem, Ebu Eyyûb Ensari’nin evinden odalara taşındı.

      Hz. Ebu Bekir’in (r.a.) sevgili kızı olup, Mekke’deyken Resul-ü Ekrem’e nikâhlanmış olan Aişe’nin (r.a.) zifafı da o sırada oldu. Onun odasından Mescid-i Şerif’e bir yol açıldı. O zaman, Hz. Muhammed’in hicretinin üzerinden sekiz ay geçmişti.

      Mescidin bir tarafında bir sofa vardı. Üstü sundurmalıydı, yani üstü kapalı, önü açık bir yer idi. Orada ashabın fakirleri yatardı. Onlara “ashab-ı suffa” denilirdi. Onların akşam yiyecekleri yoktu. Her gün akşam olunca bir kısmını Resul-ü Ekrem yanında tutar, diğerlerini ashabın evlerine paylaştırırdı. Her biri varıp bir evde yemek yerdi.

      Resul-ü Ekrem, sadaka kabul etmeyip ancak hediye kabul ederdi. Kendisine sadaka diye gelen şeylere el sürmeyip onları suffa ashabına verirdi. Gelen hediyelerden de onlara hisse ayırırdı.

      Ashab-ı suffa, daima mescitte hazır bulunurdu ama öteki ashap, namaz zamanı mescide gelerek Hz. Peygamber ile birlikte namaz kılıp giderdi.

      Sonra ezan okumak uygun görüldü. Namaz vakti olunca Bilâl-i Habeşî (r.a.) ezan okurdu. Ashap da onu işitir işitmez camiye toplanırdı.

      Bu sene Mekke’de müşrik reislerinden As bin Vâil ile Velid bin Mugire dünyadan göçüp ceza yerine gittiler.

      Medine-i Münevvere’de de ensarın en büyüklerinden olan Es’ad bin Zürare ile Berâ (r.a.) dünya sıkıntısından geçip, İslam’a yaptıkarı hizmetin bol bol mükâfatını almak üzere ahirete gittiler.

      Bu seneye Senetü’l-İzin, yani Ruhsat Yılı denilir. Başında Mekke’den Medine’ye göç etmek üzere ashaba izin ve ruhsat verildi. Onlar da hemen muharrem ayında göçe başlamış ve arka arkaya Mekke’den Medine’ye gitmişlerdir. Nihayet Resul-ü Ekrem de safer ayında Mekke’den çıkıp, rebiülevvel ayında Medine’ye ulaşmıştı.

      Sonradan bu sene, muharrem ayının başı İslam tarihinin başlangıcı sayılmıştır. İşte Hicret tarihi dediğimiz budur. Hz. Muhammed’in (s.a.v.) doğumunun elli dördüncü ve Hz. İsa’nın doğuşunun altı yüz yirmi ikinci yılıdır.

      Müslümanların tamamen Mekke’den çıkıp gitmeleri, ilk bakışta müşriklerce bir çeşit başarı sayılıyordu. Mekke’nin, artık yabancılardan boşalmış olarak kendilerine kaldığını sanıyorlardı.

      Hâlbuki Medine’de muhacirlerin yerleşip, ensar ile birleşmesiyle müşriklerin aleyhine büyük bir ordu toplanıyordu.

      Hakikat gözüyle bakanlara bu senenin muharreminin başlangıcı, kâfirlere karşı Müslümanların elinde yalın kılıç bir zafer silahı gibi görünüyordu.

      İlk zamanlarda ashaptan bazıları, “Kâfirlerin niçin bu kadar eza ve cefalarını çekelim?” diyerek kendilerine saldıran kâfirlere silahla karşı koymak üzere izin istedikçe, Resul-ü Ekrem, “Şimdilik savaşa izinli değilim.” derdi. Bu sene kâfirlerle çarpışmak için Müslümanlara izin verildi.

      Çünkü Evs ve Hazreç kabileleri iman edince İslam dini kuvvet bulmuş ve Müslümanların kudreti, müşriklerle savaşabilecek kıvama gelmişti.

      Hz. Muhammed’in (s.a.v.) hicretinden beş altı ay sonra, zaman zaman muhacirlerden birer birlik kurulur ve Resul-ü Ekrem’in amcası Hz. Hamza İbni Abdül-Muttalib ve amcasının oğlu Hz. Ubeyde İbni’l-Haris İbni Muttalib İbni Abdi Menaf gibi ashabın büyüklerinden biri kumandan tayin edilirdi. Beyaz bir bayrak verilerek bu birlikler Mekke müşriklerinin kervanlarına saldırmak üzere Medine’den çıkarılır oldu.

      Hicret’in