Ahmet Cevdet Paşa

Kısas-ı Enbiya ve Tarih-i Hulefa I. Cilt


Скачать книгу

halkı, çiftçilikle geçinirdi. Kureyşliler ise büyük ticaretlerle meşgul oldukları için çiftçilere küçümseyen gözle bakarlardı.

      Bunun için Utbe ve Şeybe, ensar ile mübarezeyi küçümseyip, “Ey Muhammed! Bize dengimiz ve akranımız olan amcamız oğullarını gönder!” diye bağırdılar. Resul-ü Ekrem de “Kalk ey Ubeyde, kalk ey Hamza, kalk ey Ali!” diye buyurdu. Üçü de kalkıp Ubeyde İbni Haris İbni Muttalib Utbe’ye; Hamza İbni Abdul-Muttalib, Şeybe’ye; Ali İbni Ebu Talib ise Velid’e karşı gittiler.

      O zaman Ubeyde altmış üç, Hamza elli sekiz ve Ali yirmi bir yaşlarındaydı. Her biri yaşça karşısındaki hasmının dengi idi. Hepsi de Arap’ın en ileri gelen bahadırlarındandı. Bilhassa Hz. Hamza, Allah’ın heybetli bir aslanıydı. Hz. Ali, gerçi şimdiye kadar böyle büyük çarpışmalarda bulunmamıştı ama onun da bir aslan yavrusu olduğu yüzünden belliydi, Üçü de mübareze meydanına çıktı. Âdet üzere isim ve şöhretlerini söylediler.

      Utbe ve Şeybe ile Velid de “Tam dengimiz ve akranımızsın, buyurunuz.” dediler ve hepsi birden kılıçlarını çektiler. Böyle Kureyş ulularından, bahadırlıkları meşhur olan altı büyük adamın kapışmaları, o vaktin hükmünce görülmeye değer olaylardan sayılırdı. Her iki taraf cenge hazırlanmıştı. Kiminin ok ve yayı elinde, kiminin eli kılıcının kabzasında olduğu hâlde iki taraf da bu yiğitlerin vuruşmalarını seyre daldılar. Hz. Ubeyde ile Utbe, birbirine bir iki hamle yaptılar… İki ihtiyar birbirini yaraladıysa da birisi ötekinin işini tamamlayamadı.

      Hz. Hamza ve Ali ise birer hamlede hasımlarını öldürdüler ve dönüp Ubeyde’ye yardım ederek Utbe’nin de işini bitirdiler. Ubeyde’yi alıp Hazreti Peygamber’in yanına getirdiler. Ubeyde, ayağındaki kılıç yarasıyla, kanları akarak Hazreti Peygamber’in yanına gelince, “Ey Allah’ın elçisi! Ben şehit miyim?” diye sordu. Resul-ü Ekrem, “Evet.” diye cevap verdi ve yerinin “Firdevs Cenneti” olduğunu müjdeledi.

      Bunun üzerine Ubeyde, memnun ve sevinçli olarak, İslam dini uğrunda ayağının kesilmesinden dolayı asla kaygılanmayacağına dair güzel ve dokunaklı şiirler söyledi. Fakat yarası ağır olduğundan, üç gün sonra Medine’ye götürülürken yolda cennete kavuştu.

      Öte tarafta Utbe ve Şeybe ki Kureyş ordusunun en ileri gelen reislerinden, iki büyük kişi idiler ve bunların genç Velid’le birlikte harp meydanında düşüp kalmaları, diğerlerini ürküttü.

      Ebu Cehil ise asla gevşeklik göstermeyerek, “Siz, Utbe ve Şeybe’ye bakmayınız. Onlar, gururla hareket ederek kendilerini tehlikeye düşürdüler.” diye kavmine cesaret veriyor ve “Hemen yürüyünüz!” diye emrediyordu.

      O sırada Hz. Ebu Bekir, oğlu Abdurrahman’ı müşriklerin arasında görünce meydana çıkıp onunla çarpışmak üzere izin istediyse de Resul-ü Ekrem, “Ey Ebu Bekir! Bilmez misin ki sen benim görür gözüm ve işitir kulağım yerindesin.” diyerek ona izin vermedi ve yanından ayırmadı.

      İki taraf ilerlemeye ve birbirine yaklaşmaya başladı. Oklar ise iki taraftan durmadan yağıyordu.

      Hazreç Kabilesi’nden Haris İbni Sürâka adlı genç, geride durarak ilerideki bahadırların çarpışmasını seyredenler içindeydi. Düşman tarafından atılan ve öndeki harp safının üzerinden geçen bir ok, ona dokundu ve zavallıyı şehit etti. İşte ensardan ilk önce şehit olan odur. İlerideki harp safında bulunan İslam gazilerinin üzerinden aşıp giden bir okun geride Haris’e dokunması hepsine ibret dersi oldu. Ecel oklarının öndekilerle arkadakileri ayırmadığı ve ileridekilerin tehlikesinin geridekilerin tehlikesinden fazla olmadığı anlaşıldı. Sonradan Harise’nin annesi olan Rubeyyi, Hazreti Peygamber’in yanına gelip, “Ey Allah’ın elçisi! Oğlum cennette ise kendime teselli verip sabredeyim, değilse ne yapayım?” diye sorunca, Resul-ü Ekrem, “Cennet bir değil, sayısızdır. Senin oğlun Cennetü’l-Firdevs’tedir.” diye buyurmuştur. Biz yine konumuza dönelim.

      Resul-ü Ekrem, mağara arkadaşı ile birlikte çadırda bulunduğu sırada, “Ya Rabbi! Bana vadettiğin yardımı ver.” diye içten yalvararak dua ve niyaz ederken, kendisine hafifçe bir uyku geldi ve hemen gülümseyerek uyandı. “Müjde ey Ebu Bekir! İşte melekler ile Cebrail (a.s.) yardıma geldi.” diye buyurdu.

      Sonra Resul-ü Ekrem, zırhını giyip, “Yakında o topluluk bozulup geriye döndürülür.” manasına gelen ayeti okuyarak çadırdan dışarı çıktı. Üst tarafındaki ayet ise “Yoksa Kureyş müşrikleri, biz toplu ve tek bir vücut cemaatiz mi derler?” manasındadır.

      Yukarıda anlattığımız gibi, gerçekten Ebu Cehil, bu Bedir gününde, “Biz tek bir vücut olan, öç alıcı bir topluluğuz; bugün Muhammed’le arkadaşlarından intikam alacağız!” demişti.

      Bu ayet ise daha Mekke’de iken inen ve gelecekten haber veren ayetlerdendir. Hz. Muhammed’in peygamberliğinin açık bir delili olan mucizelerdendir. Hatta Hz. Ömer’den rivayet edilir ki “Bu ayet inince, acaba hangi topluluk bozulacak? dedim. Bedir gününde Resul-ü Ekrem zırhını giyip de Seyühzemül cem’u ve yuvellineddübür, dediği zaman, muradın ne olduğunu anladım.” diye buyurmuştur.

      Rivayet edilmiştir ki daha önce Medine yakınlarına kadar gelip de Medine halkının hayvanlarını sürüp götürmüş olan Kürz İbni Câbir-i Fihri’nin, çölde yaşayan Kureyş kabileleri ile bu sefer Mekke’deki Kureyşlilerin ordusuna yardım için geleceği, o gün işitildi. Hâlbuki Kureyş ordusunun kuvveti zaten Müslümanlara göre kat kat fazla iken çöl Araplarının da gelerek, onlara katılacak olması, kuvvetlerinin daha da çoğalacağına dair Müslümanları telaş ve endişeye düşürmüştür.

      Bunun üzerine Allah tarafından melekler ile Müslümanlara yardım olunacağı müjdelendi.

      Kürz İbni Câbir-i Fihri, hakikaten Mekke Kureyşlilerinin ordusuna yardım etme niyetinde bulunmuşsa da sonradan Kureyş ordusunun bozulduğunu haber aldığı gibi, yardımdan vazgeçmiştir.

      Yine rivayet edilir ki o sırada benzeri görülmemiş çok sert bir rüzgâr çıkıp, göz gözü görmez olmuş. Bu ise meğer melekler ile Cebrail (a.s.)’ın gelişi imiş ki harp meydanına varmışlar. Ablak atlara binmiş insanlar gibi görünmüşler ve müşriklere karşı saf bağlayıp durmuşlar.

      Şu da meşhur rivayetlerdendir: Kureyş ile Kinâne arasında vaktiyle muharebeler geçmiş olduğundan, bu sefer Kinâne Kabilesi fırsatı ganimet bilip, arkadan gelerek saldırmasın diye Kureyşliler endişe ederken, Kinâne şeyhlerinden meşhur Sürâka İbni Malik-i Müdlici bir bölük süvari ile Kureyş ordusuna gelip, “Ben de sizinle beraberim.” diyerek onlara cesaret vermiş.

      Hâlbuki Sürâka, Haris İbni Hişam ile el ele tutuşup gezerlerken, öyle bir şiddetli bora ile melekler gelince, Haris’ten ayrılmış ve askerini alıp savuşmuştur. Onun savuşup gitmesi Kureyş Kabilesi’ni vehim ve telaşa düşürmüş.

      Hatta Ebu Cehil bunun üzerine, “Siz Sürâka’ya bakmayınız. Onun Muhammed ile gizli anlaşması vardır. Muhammedileri bitirdikten sonra, dönüp de Kudeyd Konağı’na vardığımızda ben ona Muhammed’in taraftarlığının ne demek olduğunu öğretirim! Hemen siz yürüyünüz.” diye kavmine cesaret vermişti.

      Kureyş ordusu bozulup da Mekke’ye vardıklarında, “Askerin bozgunluğuna Sürâka sebep oldu.” demişler. Sürâka ise bunu işittiğinde, “Allah’a yemin ederim ki ben sizin Bedir’e doğru yürüdüğünüzü duymadım fakat bozguna uğradığınızı işittim.” demiş. Meğer Sürâka şeklinde görünen iblis ve Müdlicoğullarından birtakım adamların suretinde görünenler ise iblisin yardımcısı olan şeytanlarmış.

      Bir süre sonra Sürâka ve başkaları, İslam ile şereflendikleri zaman, bütün bunları aralarında konuşmuşlar ve şeytan