Ahmet Cevdet Paşa

Kısas-ı Enbiya ve Tarih-i Hulefa I. Cilt


Скачать книгу

Kureyş ordusu meydana çıkıp göründü. Müşrikler, zırhlara bürünmüş oldukları hâlde ileri yürüdüler. Bunların sayısı bin kadar olup, içlerinde yüz atlı ve yedi yüz develi vardı.

      Sayıca Müslümanların üç mislinden fazla oldukları hâlde silah ve malzemece kuvvetleri kat kat fazlaydı. Üç bayrakları vardı. Birini Ebu Aziz Zürâre İbni Ümeyr, diğerini Nadr İbni Haris, üçüncüsünü de Talha İbni Talha taşıyordu. Harp meydanına geldiler ve yer tutup saf oldular.

      Müslümanlar da onlara karşı saf olup durdu. Fakat ne garip bir manzara idi ki Ebu Aziz İbni Umeyr, Kureyş ordusunun birinci sancaktarı iken kardeşi Mus’ab İbni Umeyr, muhacirlerin sancaktarı idi. Kureyş ordusunun diğer eşrafı ve reisleri ile muhacirlerin çoğu -uzak veya yakın- hep birbirinin akrabası idi.

      Kısacası Resul-ü Ekrem’in büyük düşmanları olan Ümeyye İbni Halef ve kardeşi Übeyye İbni Halef, Resul-ü Ekrem’in en eski atası olan Mürre İbni Ka’b’ın kardeşi Hasis İbni Ka’b’ın soyundan ve o zaman Ebu Süfyan’ın adı geçen kervanda yoldaşı olan Amr İbni As da Sehimoğullarından ve Sehimoğulları ise bunun gibi Hasis İbni Ka’b’ın soyundan oldukları hâlde ashabın büyüklerinden Hz. Ömer ve Said İbni Zeyd de (r.a.) Mürre’nin diğer kardeşi olan Adi İbni Ka’b’ın neslinden idiler.

      Bütün ashabın büyüğü olan Hz. Ebu Bekir, yine ashabın büyüklerinden Talha (r.a.), Teym İbni Mürre’nin soyundandı. Resul-ü Ekrem’in en büyük düşmanı olan Ebu Cehil İbni Hişam ile Halid İbni Velid de Mahzûmoğullarından idi. Mahzûmoğulları ise Yakaza İbni Mürre’nin torunlarındandır.

      Daha garip olanı da Hz. Ebu Bekir’in oğlu Abdullah (r.a.) kendi yanında ve diğer oğlu Abdurrahman ise Kureyş müşriklerinin arasında idi.

      Nadr İbni Haris ki Resul-ü Ekrem’e çok büyük düşmanlığı vardı, hatta Resul-ü Ekrem Kur’an okurken, “Muhammed, size eski masalları söylüyor!” diye alay ederdi. O da Abdi Menaf’ın kardeşi olan Abdü’d-Dâroğullarından olduğu hâlde ashabın büyüklerinden Zübeyr İbni Avvam (r.a.) Abdi Menaf’ın diğer kardeşi olan Abdu’l Uzza evladındandır.

      Yine kadınların efendisi Hz. Hatice, Abdül-Uzza evladından olup, kardeşi Nevfel İbni Huveylid ise İslam’ın büyük düşmanlarından idi.

      Adı geçen kervanın başı olan Ebu Süfyan ve Resul-ü Ekrem’e büyük bir düşmanlığı olan Ukbe İbni Ebu Muayt da Ümeyye İbni Abdi Şems İbni Abdi Menaf’ın torunları idiler. Kureyş ordusunun en büyük reislerinden olan meşhur Utbe, Şeybe ve Reb’ia, İbni Abdi Şems İbni Abdi Menaf’ın oğulları oldukları hâlde muhacirlerin büyüğü olan Ubeyde (r.a.) ise Hars İbni Muttalib İbni Abdi Menaf’ın oğlu idi.

      Utbe İbni Reb’ia’nın oğlu Velid kendi yanında ve diğer oğlu Ebu Huzeyfe Müslümanlar arasındaydı.

      Önce Mekke emiri bulunan Abdül-Muttalib’in oğlu ve Resul-ü Ekrem’in amcası Abbas da Kureyş ordusunun en büyüklerinden olduğu hâlde harp meydanına gelince, karşısında büyük kardeşi Hamza İbni Abdül-Muttalib’i (r.a.) gördü. Haris İbni Abdül-Muttalib’in oğulları olan Ebu Süfyan ile Nevfel de müşriklerle beraberdi.

      Abdül-Muttalib’den sonra kavminin başı olan Ebu Talib İbni Abdül-Muttalib’in oğlu Hz. Ali, savaş safında büyük kardeşi Akil İbni Ebu Talib’e karşı duruyordu. Resul-ü Ekrem’in kızı Zeyneb’in (r.a.) kocası olan Ebu’l-As İbni Râbi de edindiği peygambere hısımlık şerefini bir tarafa bırakarak Allah’ın elçisine karşı silah çekip geliyordu.

      Araplar, sırf ırk ve soy gayretiyle çarpışırlarken, böyle aynı kavim ve kabileden olan birçok halkın iki grup olup da birbirine karşı saf bağlayıp durmaları Kureyşlilerin çoğunu kararsızlığa düşürdü. Bilhassa Abdül-Muttaliboğullarının harbe girişmeleri, sırf diğer Kureyş büyüklerinin zoruyla oldu. Hâlbuki karşılarında kardeş, amca ve dayı çocuklarını görür görmez, kendilerine kararsızlık ve şaşkınlık geldi.

      İşte adı geçen Utbe İbni Reb’ia, bütün bunları fark ederek derin bir düşünceye daldı ve “Ey cemaat! Kim kiminle dövüşecek? Birbirlerinin kardeşini, amca oğlunu, veya dayı çocuklarını öldürecek… Sonra bunlar nasıl yüz yüze bakacaklar? Bu olur iş mi? Siz bu işten vazgeçiniz ve aradan çıkınız. Muhammed’i öteki Arap kabilelerine bırakınız. Eğer onlar Muhammed’i yenerlerse sizin de muradınız yerine gelmiş olur. Üstelik siz bir şey kaybetmiş olmazsınız.” diye Hakim İbni Huzam ile Ebu Cehil’e haber gönderdi.

      Diğer yanda Ebu Cehil ise durmadan halkı harbe kışkırtıyor ve halkın gayret ve hamiyet damarlarına dokunacak sözler sarf ediyordu. Hatta o gün, atını mahmuzlayıp, harp safından ileri çıkarak, Bizler, tek bir vücut gibi bir kalabalığız. Üzerine varılmaz ve yenilmez bir topluluğuz. Biz bugün Muhammed’den ve arkadaşlarından öç alacağız!” der idi. Üstün geleceğine asla şüphe etmiyordu.

      Hakikaten İslam ordusuna göre Kureyş ordusunun maddi kuvveti kat kat fazlaydı ama Müslümanların manevi kuvveti çok yüksekti. Kureyş ordusunda çarpışmak istemeyenler çoktu. Kendilerine ırk ve soy gayretinden başka can verdirecek bir şey yoktu. Müslümanlar ise din gayretini her şeyden üstün tutarak, hepsi İslam birliği etrafında kenetlenmişlerdi. Şehit olduklarında gidecekleri yeri görür gibi bildiklerinden, onlara göre şehit olmaktan daha kıymetli bir devlet ve saadet yoktu.

      İşte Ebu Cehil, bu inceliklerden habersiz olarak muharebeyi kazanmak için askerin çokluğunu yeter sanıyordu. O, “Muhammedileri öldürmeye lüzum yok… Onların ellerini arkalarına bağlayıp da Mekke’ye götüreceğiz.” derdi.

      Bundan dolayı Utbe İbni Reb’ia’nin sözlerine gücenip, onun öğüdünü kötü bir niyete yorarak, onu azarladı, “Ebu Huzeyfe İbni Utbe’yi esirgemek için, bu suretle halkın fikirlerini bozuyor.” yollu, halkın gözünde Utbe’yi küçük düşürecek sözlerle fikrini çürüttü.

      Batni Nahle’de Abdullah İbni Cahş olayında ölen Amr İbni Hadremi’nin kardeşi Amir İbni Hadremi de Ebu Cehil’in öğretmesi ve kışkırtmasıyla meydana çıkıp kardeşinin ismini anarak feryat etti. Aklınca kardeşinin kanını almak üzere Müslümanlar tarafına ok attı.

      Tesadüfen Amir İbni Hadremi’nin oku, Hz. Ömer’in azatlısı olan Mihca’ya isabet etti ve o şehit oldu. O zaman Resul-ü Ekrem, “Mihca şehitlerin efendisidir.” diye buyurdu. İşte İslam ordusunda ilk önce yaralanıp şehit olan odur.

      O zamanlarda iki taraf muharebeye girişmeden önce birer ikişer meydana çıkarak dövüşmek âdet idi. Buna mübareze ve dövüşenlere de mübariz denilirdi. Önce mübarizlerin meydana çıkmasıyla halkı cenge kızıştırmak âdet iken bu sefer Ebu Cehil’in kışkırtmasıyla Amir’in meydana çıkarak kardeşinin kanını dava etmesi ve Müslümanlara ok atması, mübarezeden evvel muharebenin kızışmasına ve araya kan düşmesine neden oldu.

      Mahzumoğullarından Esved İbni Abdül-Esed, “Ya ben Muhammedilerin havuzundan su içerim ya da o havuzu yıkarım veya o havuzun yanında ölürüm.” diye yemin etti ve fedailik yolunda kılıcını çekerek, Müslümanların havuzuna doğru koştu.

      Resulullah’ın aslanı Hz. Hamza (r.a.), o tarafa koştu ve havuzun yanında Esved’e yetişti. Hemen bir kılıç vurdu. Esved, arkası üzere düştü. Fakat aklı sıra yemini yerine gelsin diye kendisini havuza attı. Hz. Hamza da onu havuzda öldürdü.

      Resul-ü Ekrem meydana çıkıp Müslümanların saflarını düzeltti. Bazıları saftan dışarıda duruyordu, mübarek elindeki asa ile hafifçe dokunarak onları sırasına getirdi ve “Ben emretmedikçe düşman üzerine hücum etmeyiniz. Fakat tam ok menziline geldiklerinde ok atınız.” diye emretti.

      Kısacası