(s.a.v.) ise o gece evinden çıkıp gizlendi ve her nerede kaldı ise kaldı. Ertesi gün öğleyin Hz. Ebu Bekir’in evine gitti, kapısı önünde durdu. Dinin gereği üzere, “İçeri girmeye ev sahibinin izni var mı?” diye seslendi. Hz. Ebu Bekir, “Buyurunuz ey Allah’ın elçisi.” deyince Resul-ü Ekrem (s.a.v.) içeri girdi ve Allah tarafından göçe izin verildiğini bildirdi.
Hz. Ebu Bekir, “Ben de birlikte miyim?” diye sordu. Resul-ü Ekrem, “Evet.” cevabını verdi. Hz. Ebu Bekir, Hz. Muhammed (s.a.v.) ile birlikte göç edeceğine o kadar sevindi ki gözlerinden sevinç gözyaşları aktı. Hemen evinde bulunan develerden birini Resul-ü Ekrem’e (s.a.v.) sundu. Hz. Peygamber (s.a.v.), “Pekâlâ, ama şimdi hediye kabul etmem, satın alırım.” dedi ve hemen parasını ödedi.
O deveyi Hz. Peygamber (s.a.v.) için, başka bir deveyi de Hz. Ebu Bekir için hazırladılar. Kılavuzlukta usta olan Abdullah bin Ureykit’i kılavuzluk etmek üzere ücretle tuttular. Develeri, belli bir vakitte Mekke’nin alt tarafında ve yaklaşık olarak bir saat uzaklıkta olan Sevr Dağı’na götürmek üzere Abdullah ile sözleşerek ona emanet ettiler.
O gün Hz. Muhammed (s.a.v.) akşama kadar Hz. Ebu Bekir’in evinde oturdu, geceleyin Ebu Bekir’le beraber çıktılar ve Sevr Dağı’na gittiler. Sevr Dağı’nda ıssız bir mağara vardı. Oraya girdiler. O anda Allah’ın (c.c.) emriyle bir örümcek gelip, o mağaranın ağzına ağını ördü. Bir çift yabani güvercin de gelip yuva yaptı ve yumurtladı.
Kureyş’in etrafa gönderdiği adamlar gelip Sevr Dağı’nın her tarafını dolaştılar. Bir kısmı da Ümeyye bin Halef ile beraber o mağaranın ağzına geldi. “Şu mağarayı da arayalım.” diye birbirleriyle söyleştiler. Ümeyye bin Halef, “Allah akıllar versin. Orada ne işimiz var? Orada Muhammed doğmadan bu örümcekler ağ germiş. Ayrıca güvercinler de yuva yapmış.” deyince hepsi dönüp gittiler.
Hâlbuki mağara ağzına geldiklerinde içeriden Resul-ü Ekrem (s.a.v.) ile Hz. Ebu Bekir onları görüyorlardı. Fakat onlar bu iki kişiyi görmezlerdi. Öyle ki onlar mağara yakınına geldiklerinde Hz. Ebu Bekir, pek endişelenerek, “Ey Allah’ın resulü, beni öldürürlerse ne gam… Ben bir kişiyim, ama Allah göstermesin sana bir zarar gelirse bütün ümmetin mahvolmasına sebep olur.” deyince, Resul-ü Ekrem, “Üzülme, Allah bizimle beraberdir.” diye teselli etti.
Onlar geri dönüp gittikten sonra Hz. Ebu Bekir, “Ey Allah’ın resulü, eğer içlerinden birisi şöylece önüne bakıverseydi bizi görürdü.” deyince, Resul-ü Ekrem, “Ya sen ne sanıyorsun? O iki arkadaş hakkında ki onların üçüncüsü Allah’tır.” diye buyurdu.
Hz. Ebu Bekir, mağaraya girdiğinde bir delik gördü. Oradan yılan ve çıyan gibi bir zararlı hayvan çıkıp da Resul-ü Ekrem’e zarar ve ziyan vermesin diye onu ayağıyla tıkayıp oturdu. Resul-ü Ekrem de ona dayanıp uykuya daldı. Hâlbuki o delikten bir yılan çıktı ve Hz. Ebu Bekir’in (r.a.) ayağını soktu. Fahr-i Âlem (s.a.v.), uykudan uyanıp da rahatsız olmasın diye Hz. Ebu Bekir ayağını çekmedi. Fakat canı acıyıp gözlerinden yaş aktı ve gözyaşları Resul-ü Ekrem’in (s.a.v.) mübarek yüzüne damlayınca, Efendimiz uykudan uyandı, “Ne var ya Ebu Bekir?” diye sordu. O da “Ey Allah’ın elçisi, ayağımı bir şey soktu. Ama zararı yok. Anam babam sana feda olsun.” diye cevap verdi. Resul-ü Ekrem (s.a.v.) kalktı, yılanın soktuğu yere tükürdü. O anda acısı geçti ve Hz. Ebu Bekir şifa buldu.
Hz. Ebu Bekir’in azatlı kölesi Amir bin Füheyre, Sevr Dağı’nda bir sürü koyun güder ve geceleri sağıp mağaraya bir miktar süt götürürdü. Hz. Ebu Bekir’in oğlu Abdullah da geceleri gizlice o mağaraya gelip Kureyş’in hâl ve hareketlerine dair haberler getirirdi. Resul-ü Ekrem ile mağara arkadaşı olan Hz. Ebu Bekir, üç gece bu hâl üzere o mağarada kaldılar. Daha Sonra kılavuzları olan Abdullah bin Üreykit develeri getirdi. Bindiler, onu ve Amir’i de beraber aldılar ve sahil yoluyla giderek Kudeyd denilen yere ulaştılar. Orada yaşayan Ebu Ma’bed’in çadırı önünden geçerken satın almak üzere, “Hurma yahut başka yiyecek bir şey var mı?” diye sordular. Ebu Ma’bed, orada yoktu fakat karısı Âtike oradaydı. “Yiyecek bir şey yoktur.” diye cevap verdi. Resul-ü Ekrem (s.a.v.) bir tarafta bir koyun gördü, “Bu nedir?” diye sordu. Âtike, “Bir zayıf koyundur ki yürümeye takati olmadığından sürü ile gidemeyip kalmış.” deyince Efendimiz (s.a.v.) “İzin verirsen sağalım.” diye buyurdu. Âtike, ne desin? “Sürü ile otlamaya gidemeyen bir zayıf hayvandan ne çıkar?” diye karşılık verdi ama misafirin isteğini reddetmek uygun kaçmayacağından, “Pekâlâ onda süt bulursan sağıver.” dedi.
Resul-ü Ekrem (s.a.v.) o koyunu tutup memesini sağdı ve “Bismillahirrahmanirrahim.” dedi. Koyunun sütü gelince bir büyük kap istedi ve koyunu sağdı. Kap doldu. Önce Âtike’ye ve sonra orada bulunanlara doyuncaya kadar içirdi ve en son kendisi içti. Tekrar sağdı, yine içtiler. Üçüncü defa sağıp onu Âtike’ye bıraktı. Oradan kalkıp mağara arkadaşı olan Ebu Bekir’le (r.a.) beraber yola koyuldular.
Aradan çok zaman geçmeden Ebu Ma’bed geldi. O kap içindeki sütü gördü, “Bu ne?” diye sordu. Karısı Âtike, “Allah’a yemin ederim ki buraya bir mübarek adam geldi. Koyunu böyle sağdı.” diyerek olup biteni olduğu gibi anlattı. Ebu Ma’bed, “Bunda bir iş var. O adamın şekil ve yüzü nasıldı?” diye sordu. Karısı da “Orta boylu, kara kaşlı, kara gözlü ve son derece nur yüzlü, güzel adamdı.” diyerek, peygamberin vasıflarını anlattı.
Kocası Ebu Ma’bed, “Allah’a yemin ederim ki bu senin dediğin kişi, Kureyş içinden çıkan peygamberdir. Eğer ben burada bulunsaydım ona uyardım.” dedi. Âtike’den rivayet edilir ki “O koyun Hz. Ömer’in hilafetinde ortaya çıkan kuraklık zamanına kadar yaşadı. Yeryüzünde hayvanlar yiyecek bir şey bulamazken, biz onu akşam sabah sağardık.” demiş.
Resul-ü Ekrem’i ele geçirenlere Kureyş’in yüz deve vadettiği, Kinâne Kabilesi’nden, o taraflarda, çadırda yaşayan Müdlicoğulları Aşireti içinde duyulmuş ve kıyı yolundan iki deve ile dört kişinin geçip gittiği de işitilmişti.
Bunun üzerine Müdlicoğullarından Sürâka yüz deve tamahına düşmüş, atına binip onların peşine takılmıştı. Onlar ise Kudayd denilen yerde henüz Âtike’nin çadırından çıkarken Sürâka, onlara yetişti. Hz. Ebu Bekir, “Eyvah ey Allah’ın elçisi! Tutulduk!” diyerek telaşa düştü. Hz. Muhammed (s.a.v.), “Endişe etme, Allah bizimle beraberdir.” diye teselli ederken Sürâka gelip çattı. Ama atının ayakları dizlerine kadar yere battı. Sürâka, “Ey Muhammed! Dua et kurtulayım. Boynuma borç olsun ki geriden gelen arayıcıları savıp uzaklaştırayım.” diye yalvardı.
Hâtemü’l-Enbiya dua etti. Yüce Allah da onun duasını kabul buyurdu ve Sürâka kurtuldu. Sürâka, bu şekilde uğramış olduğu beladan kurtulup onların yanına geldi. Üç gün kadar onların durumunu gizlemek üzere söz verdi. Kurnaz ve akıllı bir adam olan Sürâka, ileride İslam’ın kuvvetlenmesini düşünerek bir amanname istedi. Resul-ü Ekrem, Amir bin Füheyre’ye deri üzerine bir amanname yazdırıp Sürâka’ya verdi ve yoluna gitti.
Sürâka orada kaldı. Peygamberimizi aramak için gelenlere, “Ben buraları arayıp taradım, kimseler yok, başka tarafa bakalım.” diye onları geri çevirdi.
Daha sonra Ebu Cehil, Sürâka’nın onları bilerek geri çevirdiğini duyunca fena hâlde hiddetlendi. Hatta onu ayıplayan bir de şiir yazdı. Sürâka da ona, “Eğer atımın ayaklarının nasıl yere gömüldüğünü görseydin sen de Muhammed’in peygamberliğine iman ederdin.” diye şiirle cevap verdi.
Daha sonraları Ebu Bekiri’s-Sıddık Radiyallahü Anh Hazretleri de bu olaya dair bir güzel kaside söylemiştir.
Mekke’nin Fethi senesinde Resul-ü Ekrem, Huneyn Gazası’ndan döndüğünde;