Ahmet Cevdet Paşa

Kısas-ı Enbiya ve Tarih-i Hulefa I. Cilt


Скачать книгу

Kur’an okudu. Kur’an okunurken Sa’d’ın yüzünde iman belirtileri görüldü. Hemen, “Siz bu dine girerken ne yapıyorsunuz?” diye sordu Mus’ab ona İslam dininin esaslarını ve yapılması gerekenleri bildirdi. O da kalbinin bütün içtenliğiyle İslam’a girdi. Sa’d bin Muaz böylece iman ettikten sonra kalkıp döndü. Ve hemen kendi kavmi olan Abdül-Esheloğullarının yanına gitti. Onlara, “Ey cemaat! Beni nasıl biliyorsunuz?” dedi. Onlar da “Sen bizim ulumuz ve en faziletlimizsin.” dediler. “Öyleyse siz de Allah’a ve elçisine iman etmelisiniz. İman etmedikçe bundan sonra hiç birinizle görüşemem.” deyince, Abdül-Esheloğulları Aşireti içinde o gün iman etmedik kimse kalmadı.

      Sonra, Sa’d bin Muaz ile Mus’ab, Es’ad bin Zürare’nin evinde oturup, halkın geri kalanını da İslam’a çağırmakla meşgul oldular. Kısa zamanda İslam dini Medine’de o kadar yayıldı ki Evs ve Hazreç kabileleri içinde Beni Ümeyye bin Zeyd’in evinden başka, İslam nuruyla aydınlanmadık ev kalmadı.

      Evs ve Hazreç kabileleri, Ezd kabilelerinden ayrılmış bir gruptur. Asıl vatanları Sebâ diye bilinen Me’rib şehriydi. Zamanla bu şehrin su bentleri harap olunca Ezd kabileleri, şuraya buraya dağıldılar, işte onların bir grubu da gelip, o zaman Medine’de yerleşmiş olan Yahudilerle anlaşma ve sözleşme yaparak Medine dolaylarında kaldılar.

      O zamanda Medine dolaylarında yerleşmiş olan Yahudiler, Kurayza ve Nadir adlarıyla iki kabileye ayrılmıştı. Ezdîlerin başı olan Harise ölünce, Evs ve Hazreç adlarında iki oğlu kaldı. Bir kısmı buna uymakla EzdîIer de iki kabileye bölündü. Sonra Yahudilerle EzdîIer arasına düşmanlık girdi ve pek çok çarpışmalar oldu.

      EzdîIer her ne kadar iki kabileye ayrılmışlarsa da düşmana karşı birlikte hareket ettiklerinden ve Yahudilere göre kalabalık olduklarından çok defa Yahudilere üstün gelirlerdi. Sonradan Evs ve Hazreç kabileleri arasına düşmanlık girdi ve birbiriyle uğraşarak ikisi de yıprandı. Fakat bu sefer İslam birliği yönünden birleştiler ve barıştılar. Bu şekilde kuvvet buldular ve Yahudilere üstün geldiler.

      Peygamberliğin on üçüncü senesinin hac mevsiminde Mus’ab, Mekke’ye döndü. Onunla beraber Müslümanlardan yetmiş üç erkek ve iki kadın da Mekke’ye gitti. Bunların kimisi Evs ve kimisi Hazreç Kabilesi’nden idi. Neccâroğullarından Ebu Eyyûbi Ensari diye bilinen Hz. Halid de onlardan birisiydi.

      Mekke’ye vardıklarında hepsi yine Akabe’de Resul-ü Ekrem (s.a.v.) ile buluştular. Hz. Muhammed’in (s.a.v.) Medine’ye göç buyurması meselesini konuştular. Resul-ü Ekrem (s.a.v.) onlara bazı ayet-i kerimeleri okuduktan sonra, nefislerini, çocuk ve eşlerini nasıl koruyup gözetirlerse, kendisini de öylece koruyacaklarını garanti etmek üzere onlardan kesin söz istedi.

      Düşündüler taşındılar. “Ya Resulullah! Senin uğrunda ölürsek bize ne var?” dediler. Resul-ü Ekrem (s.a.v.) “Cennet var.” deyince, “Öyleyse elini ver.” dediler. Resul-ü Ekrem (s.a.v.) mübarek elini uzattı. Hemen biat ettiler, yani can verip cennet aldılar. Pek hayırlı bir alışveriş ettiler ve hemen dönüp Medine’ye gittiler.

      Bunun üzerine Hz. Muhammed (s.a.v.) artık Medine’ye göç etmek üzere ashaba, izin verdi. Onlar da hemen göçe başladılar. Muharrem ve sefer aylarında vatanlarını terk ederek birbiri arkasından Medine’ye gittiler. Önce Habeşistan’a göçüp de sonradan Mekke’ye gelmiş ve kâfirlerin eza ve cefasından usanmış olan Ebu Seleme bin Abdül-Esed (r.a.) bu izni işittiği gibi, herkesten evvel kalkıp Medine’ye göç etti. Arkasından birçok Müslüman Medine’ye gitti.

      Daha sonra Hz. Ömer, kardeşi Zeyd ve Abbas bin Reb’ia ile beraber yirmi kişi oldukları hâlde Medine’ye gittiler. Medine’nin avali denilen köylerinde kaldılar. Sonunda evvelce Habeşistan’a gidip gelenlerden, Hz. Peygamber’in damadı olan Osman bin Affan da gitti.

      Mekke’de Resul-ü Ekrem ile birlikte ashaptan yalnız Hz. Ebu Bekir ile Hz. Ali kaldı. Resul-ü Ekrem de göç etme niyetindeydi. Ancak kendisi için Allah’tan izin çıkmasını bekliyordu. Hatta Hz. Ebu Bekir, Medine’ye gitmek istedikçe Resul-ü Ekrem (s.a.v.), “Sabret… Umulur ki yüce Allah sana bir yoldaş verir.” diye buyururdu.

      Ashap, arka arkaya Medine’ye göçtükçe Evs ve Hazreç kabileleri yer gösterip onları barındırırlar, pek sayarlar ve onlara yardım ederlerdi. Din uğrunda, bu şekilde vatanlarını terk ederek göçen ashaba “muhacirun”, Medineli olup da onları bu şekilde ağırlayıp İslam dinine yardım eden ashaba da “ensar” denirdi. Gerek muhacirun ve gerek ensar, hepsinden Allah (c.c.) razı olsun ki İslam dinine gerçekten çok büyük hizmetleri olmuştur.

      Hz. Muhammed’in (s.a.v.) Hicret Etmesi

      Kureyş müşrikleri baktılar ki Evs ve Hazreç kabileleri iman etti. Böylece İslam Medine’de kuvvet bulup yerleşti. Onların Akabe’deki biatlerinden sonra, ashap da arkalarından gitti ve hemen bir iki ay içinde çoğu Medine’ye gidip onlarla birleşti.

      Müşriklerin akılları başlarına geldi ki Resul-ü Ekrem de onların yanına giderse Medine’de büyük bir İslam kuvveti doğacak ve Kureyş’in Şam yolunda pek önemli bir geçit yeri olan Medine yolu Müslümanların elinde kalacak. Kureyş ileri gelenleri bunları düşündükçe telaşa düştüler ve hemen danışma için Dârü’n-Nedve’de toplandılar. Dârü’n-Nedve, Kusay bin Hakim’in evidir ki yukarıda anlattığımız gibi Kusay, şurada burada dağılmış olan Kureyş kabilelerini toplayıp kuvvet bularak Mekke başkanlığını kazanmış olduğundan onun evi, danışma yeri yapılmıştı. Ne zaman Kureyş’in önemli bir işi olsa orada toplanıp görüşme yaparlardı.

      Bu sefer de orada toplanıp, “Muhammed için ne tedbir almak lazım gelir?” diye aralarında görüştüler. Her biri bir söz söyledi. Bazıları, “Onu hapsedelim.” dediler. Münasip görülmedi. Bazıları, “Bir tarafa sürgün edelim.” dediler. Bu da kabul görmedi.

      Sonunda en büyük müşrik Ebu Cehil, “Onu öldürmekten başka çare yoktur. Her kabileden birer adam gidip, hepsi birden vurarak öldürmeli ki katil belli olmasın. O zaman Beni Haşim çaresiz kalıp diyete razı olacak. Bu şekilde iş biter ve kan davası da olmaz. Kabileler içinde konu kapanıp gider.” dedi. Diğerleri de onun görüşünü kabul edip uygun gördüler.

      Bu kararın yerine getirilmesi için birtakım kötü kişiler ayrılıp seçildi. O gece Hz. Muhammed’in (s.a.v.) evinin önünde durup, onun uyumasını beklediler. Kâfirlerin ileri gelenlerinden Ebu Cehil, Hakem İbni As, Ebu Leheb, Ümeyye İbni Halef, Ubeyye İbni Halef ve benzeri başları da onlarla beraberdi. Cebrail (a.s.) gelip durumu Resul-ü Ekrem’e haber verdi. Medine’ye hicret etmek üzere izin verildiğini ve Hz. Ebu Bekir’i birlikte götürmeye memur olduğunu bildirdi.

      Resul-ü Ekrem (s.a.v.) hemen Hz. Ali’yi çağırdı ve kendisinde şunun bunun emanetleri olan eşyayı verdi. “Ey Ali! Ben, Medine’ye gidiyorum. Bu emanetleri sahiplerine ver. Ondan sonra sen de durma gel fakat şimdi benim yatağıma yat ki müşrikler beni yatıyor sansınlar.” diye buyurdu.

      Hz. Ali, Resul-ü Ekrem’in (s.a.v.) döşeğine yattı ve Resul-ü Ekrem’in (s.a.v.) yeşil hırkasını kendi üzerine örttü.

      Resul-ü Ekrem (s.a.v.) hemen bir avuç toprak aldı ve Yasin Suresi’nin evvelinden “Ve ceâlnâ min beyni eydihim şedden ve min halfihim şedden feağşaynâhüm fehüm lâ yübsirûn.” ayetini sonuna kadar okudu. O toprağı kapısının önünde bekleyen müşriklerin üzerine saçtı ve içlerinden çıkıp gitti. Kör gibi bakıp durdular ve onu göremediler. Bir süre sonra kendilerinden olan biri geldi, “Burada ne bekliyorsunuz?” dedi. “Muhammed’i bekliyoruz.” cevabını verdiklerinde, “Muhammed, sizin başınıza toprak saçıp, içinizden kaçıp gideli epey zaman olmuş. Hele bir kere kılığınıza bakınız.” diyerek onlarla alay etti. Birbirilerine bakıp üzerlerinin toz toprak içinde kalmış olduğunu gördüler. Fakat evin