Ahmet Cevdet Paşa

Kısas-ı Enbiya ve Tarih-i Hulefa I. Cilt


Скачать книгу

Buna da mı susacaksınız?” diye söylendiler. Kadınların bu davranışı Abbas’ın pek zoruna gitti. “Hele sabah olsun da gidip şu herife, Ebu Cehil’e çatayım ve dil ile de olsa öcümü alayım.” diye niyet etti.

      Ertesi sabah Kâbe’ye gidip Ebu Cehil’in yanına doğru vardı ve onunla münakaşa etmeye bir bahane aradı. İşte o an, Ebu Süfyan’ın habercisi, yani Zamzam Gaffâri gelip, “Ey Kureyş! Çabuk yetişiniz. Yoksa Şam kervanı Muhammed’in eline düşer ve bunca mallarınız elden gider.” diyerek Âtike’nin rüyasında gördüğü gibi bağırıp çağırıyordu ve herkes onun sesine doğru koşup gidiyordu. Bunun üzerine Abbas’ın Ebu Cehil ile konuşmasına fırsat kalmadı. Onlar da bu haberin aslını anlama merakına düştüler ve habercinin yanına doğru koşuştular. Bütün Kureyş büyükleri habercinin başına üşüştü. Hemen Ebu Süfyan’a yardım etmek üzere halkı teşvike kalkıştılar.

      Bilhassa Ebu Cehil, bütün Mekke halkını sefere katılmaya çağırıyor ve Süheyl bin Amr da halkın gayret ve hamiyet damarlarına dokunacak sözler sarf ediyordu. Sonunda Kureyş büyüklerinin hepsi hazırlandılar ve bütün dövüşçüleri ayağa kaldırdılar. Fakat Âtike’nin rüyası birçoklarını şüpheye düşürdü. Ebu Leheb, Müslümanlara çok büyük düşmanlık duyduğu hâlde kendisi gitmeye cesaret edemeyerek yerine birini tutup göndermeye karar verdi ve Ebu Cehil’in kardeşi As bin Hişam’ın zimmetinde olan dört bin dirhem alacağına karşılık, onu kendi yerine tutup gönderdi.

      Bu sırada Utbe İbni Reb’ia ile kardeşi Şeybe de geri kalmak istedilerse de yakalarını Ebu Cehil’in elinden kurtaramadılar. Kaldı ki Utbe, Ebu Süfyan ile arasındaki akrabalık nedeniyle ona yardım için koşmak zorundaydı. Çünkü Utbe, Reb’ia’nın oğlu; Ebu Süfyan, Harp İbni Ümeyye’nin oğlu ve Ümeyye ile Reb’ia ise Abdi Şems İbni Abdi Menaf’ın oğullarıydı. Bundan başka, Ebu Süfyan’ın karısı olan meşhur Hind de Utbe’nin kızıydı. Ümeyye İbni Halef de ihtiyarlığından dem vurarak geri kalmak istedi ancak Ebu Cehil, bir sürme kutusu, Ukbe İbni Ebu Muayt da bir buhurdan alıp, Ümeyye’nin evine gitti. “Karılar gibi oktan ve kılıçtan çekinenlere bunlar yakışır!” diye üstüne yürümeleriyle o da birlikte sefere çıkmak zorunda kaldı.

      Âtike’nin rüyasından dolayı Abbas ile Ebu Cehil’in arası bozulmuş ve belki bütün Abdül-Muttaliboğulları Ebu Cehil’e darılmışsa da zemzem dağıtma vazifesi ve Kâbe’nin tamir işi Abbas’a ait olduğundan, ona göre geri kalmak elinde değildi. Diğer Abdül-Muttaliboğulları da ister istemez Kureyş ordusuyla birlikte gitmek zorunda kaldılar.

      Kısaca Ebu Leheb’den başka ne kadar Kureyş’in ileri gelenleri varsa, hepsi büyük bir kalabalık ile Mekke’den çıkıp gittiler. Ebu Süfyan ile Amr İbni As’a yardım için büyük bir hızla yola çıktılar. Mekke’deki Kureyşlilerin hepsi bu orduda bir arada idi. Yalnız Hz. Ömer’in kabilesi olan Adiyoğulları onlarla birlikte değildi. Bu ordu Mekke’den kalkıp da Bedir köyüne varıncaya kadar her konak yerinde Ebu Cehil ve sonra Safvan İbni Ümeyye, Süheyl İbni Amr, Şeybe İbni Reb’ia, Utbe İbni Reb’ia, Kays İbni Sabbabe, Abbas İbni Abdül-Muttalib ve Ebü’l-Buhterî, sırayla onar veya dokuzar deve kesip Kureyş askerini doyurdular.

      Onlar Mekke’den kalkıp da Bedir’e gelirken Ebu Süfyan, kıyıdan savuşup kervanı kurtarmış olduğundan, ordunun geri dönmesi için haber göndermişti. Fakat Ebu Cehil’in kışkırtması üzerine Kureyşliler geri dönmeyip, Müslümanlardan intikam almak üzere Bedir’e kadar gelmişlerdi. Ama Zühreoğulları ile anlaşmış olan Übeyye İbni Şerikü’n-Naki, “Kervan kurtuldu. Maksadımız gerçekleşti. Artık geri dönmek lazım.” diyerek, Zühreoğullarından orduda bulunan kişilerle anlaşarak geceleyin ordudan çıkıp gitmişlerdi.

      Adiyoğulları zaten ordu ile hareket etmemiş, Zühreoğulları da böylece ayrılmış olduklarından, Bedir Savaşı’nda bu iki kabileden de ölen olmamıştır. Ama öteki Kureyş kabilelerinin hepsi bu savaşta bulunarak hâl ve miktarlarına göre zarar ve ziyan görmüşlerdir.

      Resul-ü Ekrem, Kureyş kervanının nerede olduğunu araştırmakta iken Safra Konağı’na vardığında Mekke’den öyle bir ordu çıkmış olduğu haberi alındı ve İslam ordusu, güç bir durumda kaldı. Çünkü elli kişiyle korunan bir kervanın üzerine gönderilmiş birlikler ile iyi hazırlanmış öyle bir orduya karşı çıkmak zor idi. Hâlbuki kervanın peşine düşülse uygunsuz bir yerde Kureyş ordusuna rastlama ihtimali vardı. Geri dönmekse utanılacak bir şeydi.

      Bundan dolayı Resul-ü Ekrem, ashabını toplayarak düşüncelerini anlamak için onlara, “Ne dersiniz? Kervanın peşine mi düşmek istersiniz, yoksa Kureyş ordusuna karşı çıkmayı mı tercih edersiniz? Hele bu ikisinden birini yüce Allah bana vadetmiştir?” diye buyurdu.

      Onlar da “Biz, kervan niyetiyle çıktık. Eğer böyle büyük bir ordu ile muharebe edileceğini bilseydik daha hazırlıklı çıkardık.” diye cevap verdiler ve kervan tarafına meyil gösterdiler. Resul-ü Ekrem onların bu cevabından alındı. Fakat Hz. Ebu Bekir, Hazreti Peygamber’in gönlünü alacak sözler söyledi. Hz. Ömer de ona katıldı.

      Bunun üzerine Mikdad İbni Esved (r.a.) meydana çıkıp, “Ey Allah’ın elçisi! Allah’ın emri ne ise biz ona uyarız ve her hâlde seninle beraberiz. Allah’a yemin ederim ki dünyanın neresine gitsen, seninle beraber gideriz.” dedi. Resul-ü Ekrem, Mikdad’ın (r.a.) bu sözlerine pek ziyade memnun oldu. Fakat ensar, evvelce Akabe’de biat ettiği zaman, Resul-ü Ekrem, kendi şehirlerine gelirse, onu eş ve çocuklarından daha fazla, her şeyden esirgeyip sakınacaklarına söz vermişlerse de Medine dışında muharebe edeceklerine dair sözleşmeleri olmadığından, onların fikirlerini sormak lazım geldiğinden, onlara dönerek, “Sizler de bir fikir veriniz.” diye buyurdu.

      Ensar tarafından Sa’d bin Muaz, “Ey Allah’ın elçisi! Bizleri mi murat buyuruyorsunuz?” diye sordu. Resul, “Evet.” diye buyurdu. Sa’d bin Muaz, “Ey Allah’ın elçisi! Biz sana inandık. Allah tarafından getirdiğin şeylerin hak olduğunu kabul ettik ve inandık. Sana itaat edip uymak üzere söz verdik, yemin ettik. Artık sen ne dilersen emret. Seni gönderen Allah hakkı için, denize girsen seninle beraber gireriz; hiçbirimiz geri durmayız. Biz düşmana karşı çıkmaktan çekinmeyiz. Muharebe sırasında geri dönmeyiz, bizi sadık ve sabrediciler olarak göreceksin. Yüce Allah’tan dilerim ki bizden memnun olacağın işler göstersin. Hemen Allah’ın lütfuyla bizimle dilediğin tarafa yürüyebilirsin.” deyince, Resul-ü Ekrem çok memnun olarak, “Öyleyse Allah’ın lütfuyla yürüyünüz.” diye buyurdu. Ordu Bedir köyüne doğru hareket etti.

      Resul-ü Ekrem, “Size müjdelerim ki yüce Allah, bana iki topluluktan birini vadetti. Allah’a yemin ederim ki ben sanki Kureyş kavminin düşüp telef olacakları yerlere bakıyorum.” diye buyurdu. Bedir’e varıldığında ise “Burası falanın, şurası da filanın öldürüleceği yerdir.” diye mübarek eliyle gösterdi. Daha sonra hep öyle oldu. Hiçbirinin yeri şaşmadı, yani müşriklerden herhangi biri için bir yer gösterdi ise muharebe sırasında o müşrik orada düşüp can verdi.

      İslam ordusu Bedir’e yakın yere vardı ve kumluk bir sahada ordu düzene sokuldu ki yürürken insanların ve hayvanların ayakları kayardı.

      Önce Kureyş ordusu gelip, Bedir suyunu ele geçirdi. Bu nedenle Müslümanlar susuzluktan zahmet çekmeye başladı, şeytan da bazılarının kalbine susuzluktan kırılma vehmini düşürerek vesvese verdi.

      Hâlbuki yüce Allah, o gece Kureyş ordusunun içine bir korku düşürdü ve Müslümanlara tatlı bir uyku verdi. Kureyşlilerin Müslümanlara göre kuvvetleri kat kat fazla iken onlar telaş ve endişe içindeyken, Müslümanlar emniyetle uyurdu.

      Ertesi gün, ramazanın on yedinci cuma günüydü. Sabahleyin yağmurlar yağdı, seller aktı. Müslümanlar suya kandı. Bazılarının