Ahmet Cevdet Paşa

Kısas-ı Enbiya ve Tarih-i Hulefa I. Cilt


Скачать книгу

Cehil’in oğlu İkrime’nin karısı ve Haris İbni Hişam’ın kızı olan Ümmü Hakim, Haris İbni Hişam’ın karısı ve Velid İbni Mugire’nin kızı Fatıma, Safvan İbni Ümeyye’nin karısı ve Mesud Sakafi’nin kızı Berze, Amr İbni As’ın karısı ve Münebbih Sehmi’nin kızı Reyta, kocalarıyla birlikte oldukları gibi Musab İbni Ümeyr’in kardeşi olan Ebu Aziz İbni Umeyr’in annesi Hannâs da oğlu Ebu Aziz ile beraber idi. Bunlardan başka diğer karılar da vardı. Hepsi on beş kadın oldukları hâlde tef çalarlar ve askerî gayrete getirecek şiirler okurlardı.

      Abbas İbni Abdül-Muttalib Bedir çarpışmasında felakete uğradığından bahsederek özür diledi ve geri kaldıktan başka, Kureyş’in bu hâl ve hareketine dair bir mektup yazdı ve üç günde Medine’ye ulaştırmak üzere, Gifâroğullarından ücretle bir haberci tutup gönderdi. Haberci gelip Resul-ü Ekrem’i Kuba köyünde bularak mektubu verdi.

      Resul-ü Ekrem o mektubu Übey İbni Ka’b’a (r.a.) okuttu ve gizli tutulmasını tembih etti. Sonra Kuba köyünün eşrafından ve ensarın büyüklerinden Sa’d İbni Rebf’in (r.a.) evine gitti ve gizli olarak onunla bu meseleyi görüştü. Sonra Medine’ye gelerek, Kureyş ordusunun durumunu araştırıp öğrenmek için Hubab İbni Münzir’i (r.a.) gönderdi.

      O da çıkıp Medine’ye bir konak uzaklığı olan Urayz denen yerde Kureyş ordusunu gördü ve durumlarını öğrenerek Medine’ye gelip içyüzünü Resul-ü Ekrem’e haber verdi. Münziroğlu Hubab’ın (r.a.) araştırması, Abbas İbni Abdül-Muttalib’in yazdıklarına tam tamına uyuyordu.

      Hicret’in üçüncü senesi şevval ayının ilk çarşamba günüydü. Kureyş ordusu Medine hizasına geldi ve Uhud Dağı yanındaki Ayneyn denen dağın yanına kondu. Perşembe ve cuma günleri orada kaldı.

      Cuma gecesi Resul-ü Ekrem rüyasında gördü ki birtakım sığırlar boğazlanmış, Zülfikâr adlı kılıcının ucu kırılıp, bir gedik açılmış ve arkasına sağlam bir zırh giyip, mübarek elini o zırhın yakasına sokmuş. Ertesi gün Resul-ü Ekrem, bu rüyayı ashabına söyledi ve “Boğazlanan sığırlar, ashabımdan öldürülecek olanlara ve kılıcımın ucundaki gedik ise Ehl-i Beyt’imden birinin öldürülmesine işarettir ve sağlam zırh Medine demektir.” diye yorumladı. “Şu hâle göre Medine içinde durunuz, düşman içeri saldırırsa savunma ve korunma harbi ediniz.” diye buyurdu. Ashaptan bazıları da bunu uygun gördü.

      Münafıkların başı olan Abdullah İbni Übeyy İbni Selûl de bu görüşte bulundu ve “Ey Allah’ın elçisi! Cahiliye zamanında düşmana karşı biz ne vakit dışarı çıksak yenilirdik ve ne vakit Medine’de kapanıp da savunmada bulunsak yenerdik.” dedi.

      Gerçekten öyle savunmada bulunmak duruma uygundu çünkü Medine’nin her tarafı, yapılar ve duvarlarla çevrili ve geçit yerleri istihkâmlarla kapanmış olduğundan, bir kale sayılırdı. Resul-ü Ekrem’in rüyasında gördüğü üzere kuvvetli bir zırh gibiydi.

      Kısa bir süre Medine’de kalınsa, Kureyşliler ordugâhlarında durup, Müslümanların çıkmasını bekleyeceklerdi. Bu bekleyiş yüzünden çöl Araplarına bezginlik gelerek, birçoğu savuşup giderdi. Medine üzerine saldırırlarsa, içeriden ok atılarak birçokları öldürülebilirdi. Her iki surette de Kureyş ordusuna zayıflık gelecekti. O hâlde gerekirse dışarı çıkılarak, üzerlerine hücum ile muharebeyi kazanmak kolay olurdu.

      Fakat Bedir çarpışmasında bulunmayan yiğitler, orada bulunan gazilerin kazandığı sevap ve mükâfatı ve Bedir şehitlerinin kavuştuğu dereceleri Resul-ü Ekrem’den işitince, o muharebede bulunmadıklarına çok üzülmüşlerdi. Bu bakımdan, “Ey Allah’ın elçisi! Biz Allah’tan bugünü isterdik. Bizleri dışarı çıkar, düşmanlarımız ile göğüs göğüse harp edelim.” dediler. Ashaptan bazıları, “Eğer dışarı çıkmazsak düşman bunu bizim çekingenliğimize ve korkaklığımıza vererek şımarır.” diyerek, çıkıp meydan harbi yapmayı istediler. Hazreti Hamza ise çok yiğit ve bahadır biri olarak -Medine’de kapanıp durmaya aklı bir türlü yatmadığı için- hemen çıkıp düşmana saldırmayı istiyordu.

      Bunun üzerine Resul-ü Ekrem de ister istemez dışarı çıkarak meydan harbi yapmaya karar verdi ve “Sabrederseniz bu sefer de yüce Allah size yardım eder.” diye buyurdu. Cuma hutbesinde din uğrunda savaşın faziletlerini anlattı. İkindi namazını cemaat ile kıldıktan sonra Hz. Ebu Bekir ve HZ. Ömer’le beraber evine gitti.

      İkisi birlikte Resul-ü Ekrem’in sarığını düzelttiler ve sefer elbisesini giydirdiler. Resul-ü Ekrem birbiri üzerine iki zırh giydi ve kılıcını kuşanıp, yine onlarla beraber evinden dışarı çıktı. Diğer ashap da hazırlandı. Avali köyleri halkı da gelip, hepsi Resul-ü Ekrem’in çıkmasını beklediler.

      Hâlbuki askerliğin en önemli işi, harp hareketlerinde kumandan kim olursa olsun yalnız onun emrine uyarak, fikir ve tedbirlerine asla karışmamaktır. Şu duruma göre Fahr-i Âlem, savunma harbini uygun görmüşken, halktan bazılarının onu dışarı çıkmaya zorlamaları büyük bir hata idi.

      Evs Kabilesi’nin başı ve ensarın en büyüğü olan Sa’d İbni Muaz ile Üseyyid İbni Huzeyr, “Siz, Allah’ın elçisini, istemeyerek çıkmaya zorladınız, işi ona bırakmalıydınız. Ona vahiy gelir ve işin gereğini o, sizden daha iyi bilir.” diye Medine dışında harp etmeyi isteyenleri azarladılar. Onlar da istediklerine pişman oldular ve bu sefer Resul-ü Ekrem, evinden çıkınca, “Ey Allah’ın elçisi! Biz senin emrine karşı çıkmayız. Dilediğini işle.” dediler.

      Resul-ü Ekrem ise onların zorlaması üzerine silahlanıp atına binmek üzere olduğundan, “Bir peygambere, silahlandıktan sonra harp etmeden dönmek yakışmaz.” diye buyurdu ve hemen atına binip, İslam ordusuyla Medine dışına çıktı. Öte yandan Ümmü Mektûm’un oğlunu Medine’de vekil bıraktılar.

      Sa’d İbni Muaz ile Sa’d İbni Ubâde (r.a.), zırhlı oldukları hâlde Resul-ü Ekrem’in önünde yürürlerdi. Uhud Dağı’na doğru yöneldiler. Medine ile Uhud arasındaki uzaklık ise bir saatten azdır ancak o gün oraya kadar gitmeyip, yan yolda, Şeyheyn denilen yerde gecelediler.

      Üsame İbni Zeyd, Abdullah İbni Ömer, Zeyd İbni Sabit ve Ebu Saidi’l-Hudri gibi küçük çocukları, Resul-ü Ekrem buradan geri çevirdi.

      O gece Muhammed İbni Meslemetü’l-Ensari (r.a.), elli asker ile ordunun çevresini dolaşmak üzere devriye çıktı. Müşrikler tarafından da İkrime İbni Ebu Cehil, bir bölük ile devriye çıkıp dolaşmakta idi. Zekvân İbni Abdül-Kays (r.a.) da gece ordu içinde dolaşıp, Resul-ü Ekrem’in çadırını korumaktaydı. Seher vakti Resul-ü Ekrem, ordusu ile o yerden kalkıp Uhud Dağı’na doğru hareket etti. Yanındaki askerin toplamı bin kişi kadardı.

      Fakat münafıkların başı olan Abdullah İbni Übeyy İbni Selûl, kendine uyan üç yüz kadar münafık ile geri döndü. Onların dönüp gitmesi, Hazreç Kabilesi’nden Hariseoğulları Kabilesi’ni ve Evs Kabilesi’nden Selemeoğulları Kabilesi’ni kararsızlığa düşürdü. Bu ise sırf şeytanın bir vesvesesiydi. Yüce Allah’ın hidayeti erişti. O iki kabile münafıklara uymayıp, İslam ordusu ile Uhud Dağı eteklerine ulaştılar. Ordunun toplamı yedi yüz kadar kaldı. Onların da sadece yüz neferi zırhlı idi. Yalnız Resul-ü Ekrem ile Ebu Bürde’nin (r.a.) birer atı olup, öteki askerler hep piyade idi.

      İslam ordusu Uhud Dağı’na arkasını verdi. Medine’ye karşı saf olup durdu. Müşrikler de İslam ordusunun karşısındaki çorak yerde saf oldular.

      Kureyş sancağı, öteden beri Abdü’d-Dâr İbni Kusayoğullarında olduğu gibi, bu sefer de Abdü’d-Dâroğullarından Talha İbni Ebu Talha, Kureyş ordusunun sancak taşıyıcısı idi.

      Resul-ü Ekrem de muhacirlerin sancağını yine Abdü’d-Dâroğullarından