elli okçu ile süvari hücumunu engellemek için o vadinin girişine yerleştirdi. “Düşman gerek yensin, gerek yenilsin, benden haber gelmedikçe siz buradan ayrılmayınız.” diye kesin emir verdi.
Sonra Resul-ü Ekrem, eline bir kılıç aldı. Üzerinde Arapça “Korkaklıkta utanç ve ileri gitmekte şeref var. Hâlbuki kişi korkaklık ile kaderden kurtulamaz.” diye yazılmıştı. “Hakkını vermek şartıyla bu kılıcı kim alır?” dedi.
Ashaptan bazıları, “Biz alırız.” dedilerse de Resul-ü Ekrem, kulak asmayıp yine evvelki sözünü tekrarladı. Sonunda ensarın yiğitlerinden Ebu Dücâne (r.a.), “Ey Allah’ın elçisi! Bu kılıcın hakkı nedir?” diye sordu. Resul-ü Ekrem de “Onun hakkı, eğilip bükülünceye kadar düşmanın yüzüne vurmaktır.” diye buyurdu, Ebu Dücâne (r.a.), “O şart ile ben alırım.” deyince Resul-ü Ekrem, kılıcı ona verdi.
Aslında Ebu Dücâne (r.a.), harp meydanında korkusuzca koşup duran yiğitlerden olduğu hâlde böyle bir iltifatla karşılaşınca, hemen kılıcı çekip ileri yürüdü. Bu sırada bir münafık ile bir mürtet tarafından harbe başlandı. Kuzman adında bir münafık vardı. Bu sefer Resul-ü Ekrem ordusu ile Medine’den çıkınca, o geri kalmıştı. Medine’deki kadınların onu alaya almaları, namusuna dokunduğundan, hemen orduya gelmiş ve en ileri geçip harbe hazırlanmıştı.
Evs Kabilesi’nden Ebu Amir Râhib denen bir adam vardı. Hazreti Peygamber gönderilmeden önce, Resul-ü Ekrem’in geleceğini haber vermişken, Hz. Muhammed’in (s.a.v.) peygamberliği belli olunca kıskançlığından ötürü onu inkâr ederek sapıklık yoluna girmiştir. Resul-ü Ekrem’den ayrılıp, kendisine uyan elli kadar adamıyla Mekke’ye gitmişti. “Harp meydanında kavmimle karşılaşırsam, hepsi bana uyar.” diye Kureyş içinde övünürdü.
Hâlbuki Resul-ü Ekrem, onu Ebu Amir Fasık diye adlandırmış olduğundan, değil kavmi, kendi oğlunun bile onu kabul etme ihtimali yoktu. Bunun için bu sefer Ebu Amir, Evs Kabilesi’nin karşısında olan çöl Araplarının içine gelerek, “Ben Ebu Amir’im.” diye seslenince Evs Kabilesi, “Bre fasık herif!” diye ona sövdüler.
Ebu Amir, kendi kavminden böyle ummadığı bir karşılık alınca, “Ben, kavmimin içinden çıkalı onların fikirleri bozulmuş.” diyerek Evs Kabilesi’yle harp etmeye başladı.
Kuzman ise karılardan utanmış ve harbe pek hırslanmış olduğu için herkesten önce düşmana ok atarak büyük bir şiddetle harbe başladı.
Evs Kabilesi yiğitleri ise Ebu Amir’i taşa tuttular, taşları ve okları yağmur gibi yağdırdılar. Ebu Amir Fasık’ın kaçmak zorunda kalması dışında o kolda bulunan Hevâzin Kabilesi de ürküp geri döndü ve nihayet gerideki safa dayandı. Bunun üzerine Kureyş’in bayrak taşıyanı olan Talha İbni Ebu Talha meydana çıkıp er diledi. Hz. Ali, ona karşı çıktı ve başına bir kılıç vurup kâfiri öldürdü.
Ondan sonra Kureyş’in sancağını Osman İbni Ebu Talha taşımıştı. Allah’ın Aslanı Hz. Hamza, onun üzerine hamle ederek kılıçla kolunu yaraladı. Hemen sancağı Ebu Said İbni Ebu Talha aldı. Onu da Sa’d İbni Ebu Vakkas (r.a.) okla vurdu. Ardından sancağı Nâfi İbni Talha aldı. Onu da Asim İbni Sabit İbni Ebu Eflah, okla vurup öldürdü. Ondan sonra sancağı Talhaoğlu Haris aldıysa da Asim onu da bir okla vurup düşürdü. Kardeşi Kilâb İbni Talha hemen sancağı eline aldı ve Zübeyr İbni Avvam, hamle ederek onu da öldürdü. Sonra kardeşi Cülâs İbni Talha sancağı aldı. O da Talha İbni Ubeydullah’ın (r.a.) eliyle öldürüldü. Kısacası Abdü’d-Dâroğullarından baba, oğul, birader ve amca olmak üzere yedi kişi bu sancak altında düşüp kaldı. Sonra sancağı yine Abdü’d-Dâr soyundan Ertat İbni Şurahbil aldı. Onu da Hz. Hamza öldürünce sancağı Şüreyh İbni Kariz aldı. Onu da ashaptan biri öldürdü.
Artık Abdü’d-Dâroğullarından sancağı tutacak kimse bulunmadığından, yine onların kölelerinden Savab denen adam sancağı aldı. O da Kuzman’ın bir hamlesiyle öldü.
Gariptir ki Kuzman’ın ismi geçtikçe Resul-ü Ekrem, onun hakkında “Cehennemliktir!” derdi. Kuzman ise bu sefer o kadar mertçe harp etti ki müşriklerden yedisini yere düşürdü fakat sonunda kendisi de yaralanarak harp meydanında düştü, pek çok yerinden kan akmaya başladı. O hâldeyken Katade İbni Numan (r.a.) onu görmüş ve “Şehitlik rütbesi mübarek olsun ey Kuzman!” diyerek hâl ve hatırını sorunca, Kuzman, “Benim emelim şehit olmak değildir. Dinin korunması da asla hatırımdan geçmemiştir fakat Kureyşlilerin Medine hurmalıklarına zarar ve ziyan vermemesi için çalışıp çabaladım.” cevabını vermiştir. Artık hayatından ümidini kesince kendi kılıcıyla karnını yarıp kendi kendisini öldürmüştür.
Bu muharebede ilk önce şehit olan Ebu Câbir İbn Amr İbni Haram’dır (r.a.). Sonra kız kardeşinin kocası olan Amr İbni Cemûh (r.a.) muharebeye gelirken, “Ya Rabbi! Beni geri döndürme.” diyerek yüce Allah’tan şehitlik rütbesini niyaz etmişti. Duası kabul edilerek oğlu Hallâd İbni Amr ile beraber şehitler arasına karışmıştır.
Ebu Amir Fasık’ın oğlu Hanzale (r.a.), Abdullah İbni Übeyy İbni Selûl’ün kız kardeşi Cemile’yle evlenmiş, henüz bir gecelik yeni güveyi idi. Babası dönme ve kayınbiraderi ikiyüzlülerin başı olduğu hâlde kendisi din uğrunda canını veren yiğitlerden idi. Hemen kendisini düşman safına vurdu ve düşmanın başkumandanı olan Ebu Süfyan’ın üzerine vardı fakat Şeddâd İbni Evs adındaki kâfir yetişip ona şehitlik şerbetini içirdi.
Ebu Dücâne’ye (r.a.) gelince, Resul-ü Ekrem’den o kılıcı, yukarıda belirtilen şart ile aldıktan sonra, başına kırmızı bir sargı sardı ve önüne gelen kâfirleri kılıçla vurup yaralayarak ve öldürerek düşman safını yardı. Hatta öte tarafa geçip Ebu Süfyan’ın karısı olan Hind’in yanına vardı.
Hind ise öteki kadınlarla beraber geride tef çalarak kâfirleri savaşa kışkırtırken, Ebu Dücâne üzerine varınca ne yapacağını şaşırdı ve onu kurtarmak için kimse yanına varamadı. Ebu Dücâne ise “Allah’ın elçisinin kılıcı ile böyle kimsesiz bir karının başına vurmak layık değildir.” diyerek geri döndü. O gün Ebu Dücâne çok büyük kahramanlıklar göstererek herkesi hayrette bıraktı.
Bu sırada Hz. Hamza, aslan gibi ne tarafa hamle ve hücum etse, karşısına gelen kâfirler, sürüyle onun önünden savuşup kaçarlardı. Bu bakımdan müşriklerin göz diktikleri tek şey, onu bir an evvel öldürmekti fakat yanına yaklaşılamayan, kükremiş bir aslan olduğundan, onu uzaktan vurup da düşürmenin çaresini arıyorlardı. Hz. Hamza’nın Bedir Harbi’nde öldürmüş olduğu Tuayme’nin kardeş çocuğu olan Cübeyr İbni Mut’im’in Vahşi adında bir Habeşli kölesi vardı. Habeşistan usulüyle mızrak atmakta pek mahir idi. Cübeyr ona, “Eğer Hamza’yı öldürürsen serbest ol.” demiş. Hind de bunun için Vahşi’ye pek çok mükâfat vadetmişti. Vahşi, bir taş arkasında pusuya girip, yalnız Hz. Hamza’yı gözetlemeye başladı. Hâlbuki muharebe çok şiddetlenmişti. Kureyş ordusu fena hâlde bozuldu. Hatta geride tef çalan Hind ile arkadaşları ve öteki kadınlar, paçaları sıvayıp, “Eyvah, yazık!” diyerek dağa doğru kaçmaya başladılar. İslam askerleri de yağmaya koyuldular.
Okçular bu hâli görünce, “Yoldaşlarımız yendiler, düşman tamamen bozuldu. Ne duruyorsunuz? Ganimet ey cemaat! Ganimet!..” dediler. Abdullah İbni Cübeyr (r.a.), “Siz Allah’ın elçisinin emrini unuttunuz mu?” diyerek onları yağmadan alıkoymak istediyse de arkadaşları dinlemeyip, “Biz de biraz ganimet malı alalım.” diyerek dağıldılar. Abdullah İbni Cübeyr (r.a.) yedi sekiz sadık arkadaşıyla Hz. Peygamber’in emrine uyarak korunmasına memur oldukları yerden bir tarafa kımıldamadılar.
Kureyş ordusunun sağ kol kumandanı olan Halid İbni