M. Turhan Tan

Cehennemden Selam


Скачать книгу

gençtik, Sünnetçi Mehmet’in birdenbire ‘Cerrah Mehmet Paşa’ olduğunu işitince, az kaldı kazan kaldıracaktık. Çorbacılar güç bela hızımızı aldılar, bizi yatıştırdılar. Fakat yine o hünkâr, birkaç yıl sonra, bir işret meclisinde kendinden geçince soytarısını yeniçeri ağası; bir Çingene defçiyi de kaptan paşa yapıverdi. Bu sefer çorbacılar ayaklandılar ve bizi de silahlandırıp ağa kapısına dizdiler. Öbür tarafta gaziler de pürsilah Kasımpaşa’da toplandılar. Soytarıyı biz, defçiyi de azepler parçalayacaktık. Bereket versin, soytarıyla defçi hünkârdan daha akıllı çıktılar. Sabahleyin fermanlarını ellerine alarak hünkârın yanına gittiler. ‘Aman efendim, biz bu işlerin ehli değiliz. Senin yanında defimizi çalıp zilli maşalarımızı sallamak bize bu makamlardan daha şereflidir. Sen bilirsin…’ dediler, o da bizim isyanımızdan ürkerek akşamki tükürdüğünü yaladı.

      Bunlar ufak tefek işlerdir, otuz kırk sene evveline aittir. Şimdi neler oluyor bilsen? Devlet dört buçuk harem ağası elindedir. Şu Hotin Seferi’ni görüyorsun ya. Manasız bir muharebe! Kızlar ağasının emriyle açıldı. Ne ocaklı memnun ne sipahi! Çünkü top döktüler, güllesi yok! Erzak topladılar, deve yok! Körü körüne yola çıktılar. İşte, haberler geliyor. Yüzlerine gözlerine bulaştırdılar. Her gün bozgun!”

      Kör Mahmut Hotin Seferi’yle alakalıydı, dayanamayarak sordu:

      “Kızlar ağası kim oluyor ki sefer açıyor? Bu bir yalan söze benzer.”

      “Eski bir yeniçeri yalan söylemez oğlum. Ben işi, içinde olanlardan dinledim. Bak sana da anlatayım: Bir Debbağ Mehmet Paşa var. Bu adam gençliğinde sokakta dolaşır, it tersi toplar, debbağlara satardı. Sonra kendisi de debbağlığa başladı. Sarayın koyun postlarını debbağlamış, bir ahu derisine cila mı vermiş, ne yapmışsa yapmış debbağlıktan paşalığa çıktı. İşe bak ki bugüne bugün serhatlerin durumunu ondan iyi bilen vezir yok! Herif debbağ ama gezdiği makamlarda gözünü kapamamış, epeyce şeyler öğrenmiş. İşte Leh kralından haraç gelmiyor diye kızlar ağası sefer açmayı kurunca sadrazam olacak herif, bu Debbağ Mehmet Paşa’yı saraya getirtti. Kızlar ağasıyla görüştürdü. Ağa, Debbağ Paşa’ya soruyor:

      ‘Leh kralı bizim efendimize karşı gelir mi ve kadir midir?’

      ‘Bize, gelir diye tedarik görmek düşer. Gelmezse devletli efendimiz gider.’

      Kızlar ağası bu hak söze kızıyor, köpürüyor:

      ‘Leh kralı ne köpektir ki…’ diyor. ‘Âli Osman askerine karşı dura. Anın dükelü askeri olsa gerek. Biz seni ehli vukuf anlardık. Dünyadan haberin yokmuş!’

      Sonra sadrazama çıkışıyor:

      ‘Böyle gözü büyük bunakların tedbirinden ne hayır olur! Sen tedariği gör, sefere gideceğiz!’

      İşte oğlum, bu sefer, o kokmuş marsığın işidir. Fakat bunun sonu iyi çıkmaz. Görülen manalı manalı rüyaların haddi hesabı yok. Eline eteğine temiz bir adam, bir kuyruklu yıldız doğduğunu görmüş. Yıldız doğar doğmaz gök kapısı da kuyu ağzı gibi açılmış! Nurdan gömleklere bürülü iki ceset ‘Pat!’ diye yeryüzüne fırlamış!

      Ocak kodamanlarından biri de düşünde, gün doğusu tarafında iki ay birden doğduğunu görüyor. Aylar doğunca bütün dünyayı nur kaplıyor. Biraz sonra bu aylar, birer elma gibi yere düşüyor, ortalık simsiyah kesiliyor!

      Rüyanın en mühimini Oğlanlar Tekkesi’ndeki şeyh efendi görmüş: Marmara Denizi sütlimanken ansızın ikiye ayrılıyor, bir ejderha çıkıyor, başı Çatladıkapı’da, kuyruğu Samanlı yakasında! Güya İstanbul halkını yutacak; deryadan biri ağzını açmış geliyor.

      İstanbul’un içi de kertenkelelerle dolu. Bunlar da çekirge gibi oradan oraya sıçrıyor.58

      Bu rüyaları hayra alamet mi sanırsın? Nasip olur da bir gün yine karşılaşırsak ‘Baba Doğan! Hakkın varmış!’ dersin!”

      Kör Mahmut, tekke dervişlerinin nasıl rüya uydurduklarını bilirdi. Bazen iki üç derviş birleşerek ayrıntılı bir rüya planı çizerlerdi. Bu yalana göre evvela birisi rüyayı görmeye başlar, üç gün sonra diğeri onu daha süslüce görür, nihayet üçüncüsü rüyanın son şeklini ortaya kordu. Bu hilekârlıklara yakından vâkıf olduğu için manalı rüyalara inanmazdı. Şimdi ihtiyar yeniçerinin saflığıyla eğleniyor, “Bu adamlar…” diyordu. “Rüyalarını hep yalnız mı görmüşler? Bizim tekkede dervişler ortaklaşa düş görüyorlardı!”

      Baba Doğan, delikanlının bu alaylarını toyluğuna vererek kızmıyordu. Yalnız kendi kanaatlerini Kör Mahmut’a aşılamak ister gibi, çıkarımlarında ısrar edip duruyordu.

      Bu hikâyelerle kendilerini avutarak hayli yol almışlardı. Bir aralık Kör Mahmut, ihtiyarın yorgunluk gösterir gibi olduğunu hissetti.

      “Babalık…” dedi. “Biraz sen bin. Benim de ayağım yol görsün.”

      “Yoo!.. Yolsuzluk olur. Üç saatte bir çeyrek mola yeter. Daha Baba Doğan ölmedi. Hem delikanlı bilir misin? Ata binen yeniçeri, avrat çarşafına bürünen erkeğe döner, nasıl ki yaya bir sipahi değneksiz köre benzer.”

      Mehtap altında yere çömelmişler, tatlı tatlı konuşarak dinleniyorlardı. Uzaktan bir gölgenin kendilerine doğru geldiğini gördüler. Ovanın ortasında, sanki bir çalı parçası gizli bir rüzgâr eliyle yerinden kopmuş, tekerlene tekerlene geliyordu. Biraz sonra bu şekil bir insan şekline dönüştü ve iki yüz metre mesafeden “Medet ağalar, medet!” diye bağırıyordu.

      Baba Doğan “Bu yakınlarda…” dedi. “Haramiler… Gelen adam soyulmuşa benzer.”

      Gerçekten sade donla ortaya çıkıveren bir adam, bir haydut çetesinden bahse başlamıştı. Zavallının yüzü gözü kan ve bere içinde idi. Yarım kefenle yeryüzüne fırlamış yaralı bir ölüye benziyordu. Geçirdiği tehlike, diline bir pelteklik, gözüne bir bulanıklık getirmişti. Kesik kesik soluyordu:

      “Aman ağalar, aman ağalar! Bittim, ben bittim. Kemiklerim yerinde değil. Dört katır yükü malımı da götürdüler. Ne olursa sizden olur; bana bir yol gösterin.”

      Kör Mahmut herifin hâline bakıp gülüyordu. “Amma da erkekmişsin ha!..” diyordu. “Tumanını da isteseler verecekmişsin. Kaç kişiydi bunlar, birkaç yüz kişi var mı?”

      “Yedi kişi ağam, yedi kişi. Hepsi de silahlı. Onlar şimdi Yılanlı Mağara’ya girmişlerdir. Önlerine düşmüşüm gibi biliyorum. Gücüm yetse…”

      “Gücün yetse ne yapardın?”

      “Malımı geri alırdım.”

      Bu, her seferde ordu peşine takılan bakkal takımından bir biçareydi. Bir iki ay içinde kazandığı parayla ganimet malından öteberi almıştı.

      Ordunun geri dönüşünden evvel İstanbul’a dönüp “son gaza mahsulü” diye satmayı kurmuştu. Şimdi sermayeyi kaptırmıştı.

      Kör Mahmut, şu ayaktakımı hayırsızların bir mağarada korunduklarını öğrenince şevke gelmişti.

      “Haydi, düş önüme!” demişti. “Dediğin yere gidelim, kısmetinizde varsa malını geri alırsın, olmazsa bizim post da elden gider.”

      İhtiyar Doğan, takdirkâr bir sitemle, hemen müdahale etti:

      “Delikanlı! Çocukluk lazım değil. Yılanlı Mağara’yı ben de bilirim. Bu diyarın haydudu, haramisi orada yataklanır. Kır serdarı59 değilsin ya. El oğlunun hıncını almak sana mı düştü?”

      “Öyle