Hüseyin Rahmi Gürpınar

Acı Gülüş


Скачать книгу

Bu, yalnız kendisine benzetilen şey söylenip de benzetileni bulmak gibi bir edebiyat muammasıdır. Kayışdağı adamdır, edebiyatçıların en büyüklerindendir.’

      Şaşırıp kaldım, acaba Çamlıca kimdir? Aydos, İcadiye, Yuşa tepeleri hangi yüksek şair ve edebiyatçılarımızı temsil ediyor? Elmadağı’na söversem kime sövmüş oluyorum?

      Estetiğe geçtik:

      ‘Mösyö Gogo’nun beden ifrazatı hakkındaki estetik bahsini okudun mu?’ ‘Tıbba çalışmadım.’

      ‘Gözyaşı vücudun ifraz ettiği bir su değil midir? Ağlama, estetik heyecanın en parlak bir tercümanıdır.’

      ‘Estetik olmayan beden ifrazatına ne buyurulacak?’

      Kızdılar. Sembolizmden, estetikten sıfır aldım. Yeni ölçüde yaptığım yedilik şiirleri gösterdim. Mezürü tamam fakat sözleri bayat buldular.

      Yine sual cevap başladı:

      ‘Yeni fiiller hakkındaki bilgin?’

      ‘Hiç yok.’

      ‘Demek sen edebiyat hareketi ile uyanmış değilsin? Bilmiyorsan öğren. Fiillerden lazım’ı kaldırdık, şimdi hepsi müteaddi’dir. Mesela yaşamak, eskiden lazımdı.’

      ‘Şimdi değil mi efendim?’

      ‘Değil…’

      ‘Evet pek zorlaştı… Hele edebiyat muhitinde…’

      ‘Eskiden, Bir hicran saati yahut bir haz ve sefa günü yaşadım. denemezdi, şimdi denir. Buna lüzum vardır. Lisan zenginlenmeli. Mesela, Ben bir mihnet gecesi uyudum. Ben bir dehşet sevdası öldüm. demek fesahate35 aykırı değildir.’

      ‘Evet… Biri denildikten sonra ötekiler niçin denilmesin? Bildiklerim genişliyor. Mersi…’

      ‘Arapça, Farisi, Türkçe fiillerin Fransızca conjugasion’larla36 yeni çekilişini görmedin mi?’

      ‘Asla… Neler işitiyorum efendim!’

      ‘Biz darabe’yi birinci conjugasion’a geçirdik.’

      ‘İsabet buyrulmuş. Lisan alafrangalaşacaksa bütün bütün olsun gitsin vesselam…’

      ‘Bu usulle şimdiki zamandan darabe’yi çek bakalım.’

      ‘Jü darabe, tü darabe, il darabe, nu darabon, vü darabe, il darab.’

      ‘Gözü açık bir adama benziyorsun. Çabuk kavradın. Bu hâlde takdir fiili hangi çekimdendir?’

      ‘İkinci…’

      ‘Bravo… Evet, finir gibi çekilir. Çek bakalım. Fakat zamirleri Türkçe kullan. Söylenişteki ağırlığı yok etmek için de radikal’e te’den sonra bir elif kat.’

      ‘İlal-i zammîyi37 hiç işitmemiştim. Peki hatırınız için bunu da yapalım.’

      “Ben takdi. Sen takdi. O takdi. Biz takdison. Siz takdise. Onlar takdis.’

      O akşam benim için meyhanede laf sermayesi çıktı. Ama bu saçmalardan canım da sıkılmaya başladı. O aralık cemiyetin kâtibi geldi. Reisten sordu:

      ‘Efendim, nazım şubesinde yalak kelimesine kafiye aranıyor.’

      Reis: ‘Bulamıyorlar mı?’ dedi ve parlak, kaymak, bardak, mızrak kafiyelerini saymaya başladı. Kâtip cevap verdi: ‘Bunları hep kullandık.’ Reis düşünürken artık dayanamadım. ‘Yalak’a bir kafiye de ben söyledim. Bunu da kullandınız mıydı? dedim.’ Beni kapı dışarı kovdular.

      Ben çıkarken arkamdan şöyle söyleniyorlardı, işittim:

      ‘Bu herif kırklık var. Nasıl olmuş da gebermemiş. Edebiyatımızı böylelerinin vücudundan temizlemeli. Bunlar Muallim Naci’nin Ateş-pare’siyle yanıp tutuşmuşlardır. Eski kelimeler mahzenine benzerler. Fikir sermayeleri olan rakıyı, bizim gibi Beyoğlu tarafında değil, İstanbul meyhanelerinde içerler. Bu herifler tamamıyla öldürülmedikçe dil, bayat edadan kurtulamaz. Ona karşı öldürücü bir makale yazılsın. Medeni bir ölümle öldürülsün.’

      Allah’ıma çok şükür, hâlâ ben ölmedim. Medeni ölümle kendileri cavlağı çektiler. Çok sürmedi, cemiyet dağıldı. Çünkü onlar benden daha açtı. İçlerinden kimi reji kolcusu oldu, kimi gümrük gözcüsü, kimi doktor, kimi avukat… Memleket akademisiz kaldı. Şimdi yeni bir akademya açılacakmış. Girmek için onu bekliyorum. Jön Türkler’den biriyle Samatya meyhanelerinde dost olmuştuk. İstibdat zamanında gizli gizli görüşür, dertleşirdik. Zamanın zulümleri bize rakı içmek vesilesi olurdu. Şimdi de içmek için bahane mi, dert mi yok? Fakat arkadaşım ilerledi, ben sarhoşlukta demir attım. Ben kimim anladınız ya? Şimdi sırtımdaki zamparanın başından geçenlere gelelim: Bu da rakıdan kendinden geçmiş bir meslektaşımdır. Akşamdan yutmuş, yutmuş parasız zamparalığa gitmiş. Uncunun evinde bunun ceplerini aramışlar, taramışlar, bakmışlar ki dişe dokunur mangır yok… Eyvallah, tıpkı fakiriniz gibi… Parası olmayanın rağbeti olur mu? Zavallıyı, günah işlemeye meydan vermeden, bir bohça gibi duvardan bostana fırlattılar. Hemen yamyassı yere yapıştı. Canı pek bir mahluk, bir şey olmadı. Kaldırmak için gittim baktım ki üstü başı mis gibi rakı kokuyor. Ha anladım ki canlardan… Gözlerini açtım. ‘Şu yakınlarda meyhane yok mu?’ dedi. ‘Ulan olsa benim burada ne işim var? Hepsi kapandı.’ dedim. ‘Arkadaş, rakı süngeri gibi burnuma kokun geliyor. Gel seni doya doya içer gibi koklayayım. Rakı bulunmadığı yerde teyemmüm caizdir.’ dedi. Uzun uzun koklaştık. Benim iğrenç kokum herifi bütün bütün sarhoş, âdeta deli etti. Birdenbire aklını sapıttı, besbelli kendisini uncunun evinde sanarak beni sermayelerden birine mi benzetti ne yaptı, gerdanımdan öyle bir ısırış ısırdı ki parçası ağzında kaldı sandım. Bu vahşiliğinden sonra bana ayıp bir şey teklif etmez mi? Ne yapsın akşamdan hızını alamamış. O zaman sabrım yandı, ‘Zaptiye!’ diye bağırdım.

      Zaptiye yok. Sonra habisi arkama yüklenerek buraya kadar getirdim. İşte size teslim. Cezasını siz veriniz. Raporunu da yazdım.”

      Ezberden okuyarak:

      Zenpare-i merkum ansızın bir göktaşı gibi Ahmet’in evinden bostana sukut ve gerden-i ahkaranemi kelp akur misali rencide-i dendan-i hırs ü buhur eylemekle müteşeffi olamayarak vadi-i tasallutta puyan ve kesr-i namus-i acizanemi mucip nice hezeyan etmiş ve mangır teklifine kadar cüretini tezyit eylemiş olduğundan ve sabah zamanı ortalık ağarmağa başladığı hâlde evdeki araştırma heyetinin muhterem insanları esef olunacak hâlde henüz evde erkek fare bile elde edememiş bulunduğundan hane-i mezburdan sukutu şahitlerle sabit ve aslında hıyar tarlasında nabit olan merkum acurun zihinleri galeyan hâlinde olan halkı teskine medar ve yakalanması kabil olmayan bütün hempalarının yerine kaim olmak üzere hemen tevkifiyle gizlenenlerin derdestlerine zabite kudreti yetmediği takdirde cümlesinin cezayı sezalarını bu şahs-i leime çektirerek adaletin hükmü icra olunmak ve veridi pelid-i âcizanemin namusumla birlikte serian icra-yı tamiri zımnında icap eden zarar ve ziyan merhameten nakesi merkumdan istifa buyurulmak marazında ve olbapta emir ve ferman.

İmzaŞair Zennubi

      Ahali bu olgun meyhane edibinin coşkun acayip nutkunu, “zampara-i merkum” aleyhinde ceza isteyen istida raporunu kahkahalar ile dinledi. Fakat kalabalık arasında daha hayli kimse, sırtta taşınan kabahatlinin bostandan sallasırt edilmiş zavallı bir korkuluk olduğunu anlayamamıştı. “Zavallı zamparayı dayakla öldürmüşler!” havadisi yayıldı. Bu kara haber, halkı çabuk acımaya sürükledi. Biraz