Hüseyin Rahmi Gürpınar

Acı Gülüş


Скачать книгу

sevda damarına dokunur. Göze bir şey görünmez. ‘Civanım, bir daha doldur fakat dört kadehi bir yap da bardağa akıt. Bu akşam baskına gidiyoruz laf değil.’ dedim. Getirdi, yuvarladım. Bir daha… Bir daha… Vay geçmişine üflediğimin meredi be… Tezgâh başında zelzele olmaya başladı. Fırtınada demir tarayan gemi gibi sallanıyordum. Emin, kolumdan çekti. ‘Yetişir, gidelim!’ dedi. ‘Arkadaş kapıyı bul da çıkalım.’ dedim. Üç adım attım. Bu sefer de gözlemeci merdanesi gibi rakı beni yuvarladı.”

      “Lafı kes. Şimdi aklın başında ya?”

      “Ne demek? Tosun’un aklı dört beş bardakla oynar mı? İşte ayıklığımın mostrası meydanda… Laflarımda sarhoşluk nişanesi var mı? Bak bu kadar delikanlı kumandamı bekliyor. Bir işaret edersem şimdi mahallenin altını üstüne getiririm.”

      “Sakın ha habis… Sonra seni elebaşı diye polise veririm.”

      “Elebaşı mı? Hamam kızdı mı oynayacağız?”

      “Hamam değil benim başım kızdı. Susar mısın? Yoksa susturayım mı?”

      “Kızma babacığım… Daha marta çok var. İşte sustuk. Elhap…18 (Başını arkaya çevirerek) Arkadaşlar dikiz gelin. Dilsiz oyunu var.”

      Arkadaki kalabalık hep birden: “Elhap…”

      “Maşallah arkadakiler de sana uygun… Bu akşam Uzunodalar’daki küplerde zırnık bırakmamışsınız.”

      Hasan Efendi birkaç lahavle ile başını sağa sola salladıktan sonra arkadaki delikanlı kalabalığına doğru: “İçinizde sarhoş olmayanlar yahut razıyım, söz anlayacak derecede çakır keyif bulunanlar varsa ileri gelsin.”

      Kalabalık arasında şu sözler dolaşır:

      “Ne diyor? Ne diyor?”

      “ ‘İçinizde çakaralmazlar19 varsa ileri gelsin.’ diyor.”

      “Vay kahpe oğlu be… Bizi Diyarbakır çakmaklısı diye ona kim anlatmış? Çakarız baba fakat almayız. Bize fitil işlemez.”

      “Biçimsizlenme ulan… Elhapı neden bozuyorsun?”

      “Laf soruyor be… Ona fesimin ibiği cevap verecek değil ya? Elbette ağzım söyleyecek…”

      Birkaç delikanlı Hasan Efendi’ye yaklaşarak: “Biz ayığız efendi… Ne emriniz varsa söyleyiniz.”

      Arkadan kahkahalar: “Ulan Faik’e bak… Şamandıra gibi sallanıyor da aval ‘Ayığız.’ diyor.”

      “Ayıktır… Ayık… Efendi cin içer. Matarası cebindedir. Salak Eyüp vapuru gibi islimi üç saat sonra tutar. Bir kere uskuru dönerse hem tornahit işler, hem tornistan… Halıcıoğlu, Balat… İki tarafa çatarak gider. Fener’e uğramaz, Yemiş’e abanırsa artık kalkamaz. Orada sızar.”

      “Moruğu gömdüğümüz zaman bu enayi vapura ben de bindim. Eyüp iskelesinde biletçi kulübesinin önüne geldik. On altı kişi… Otuzar paradan hesapla. Paraları uçlandık. Masrafı cenaze sahibi verirmiş. Herifler otuzar paralık yük taşıdılar mı be? Yekûn hiç aklımdan çıkmaz. On ikiyi bayıldık. Mecidiye farkı da caba… Moruğun acısı o zaman içime çöktü. Hayırsız evlat demesinler diye mezar başında bir fantazya ağlama yapayım dedim. Vay babasının canına be… Vakıf çeşmeleri gibi bütün suyum kurumuş, gözümden yaş gelmedi. Fakat biletçinin önünde ter ile karışık sızmaya başladım. Sonra bizi bir dolaba koydular. Demir kapanın arasına sıkıştık, belimin ortasında bir şey çıt dedi. ‘Ne oluyoruz?’ dedim. Arkadaşım cevap verdi: ‘Zımbaladılar.’ Vay cenaze pulu da mı çıktı? Merak ediyordum. Acaba zımbayı neremden yedim? Namusa dokunur bir şey yok ya? Sonra defterdara, halıcıya uğrayarak yollandık. Meğerse vapurumuz dilenci imiş… Eyüp’ün havasından vapurları bile öyle oluyor. Nereye çıkarsan otuzluk… Müsavat var.”

      Mangaların her birinde konuşmalar olurken Hasan Efendi bin zorlukla söz anlatabilecek bir iki kişi bularak talimatına girişti:

      “Arka sokaktaki kapısından bostana girmeli. Bahçıvanlar tembihlidir, ses çıkarmayacaklar ama ekili zerzevatı çiğnememeye son derece dikkat etmeli. Her biriniz bir tarafa sinerek Ahmet’in evini o taraftan ablukaya almalısınız. Evin bostana bakar birkaç alçak penceresi vardır. İşte buralarda zampara kaçmasına meydan vermeyip hemen yakalayacaksınız. İşte vazifeniz bu… Öyle cin içmiş peri tutmuş sarhoşları da içinizden çıkarınız. Hizmet büyük, vazife mühimdir. İki dünyada da sevap almış olursunuz. İşin iyi gitmesini bozacak hâllerden sakınınız. Haydi bakalım, İnayet bârî’den…”20

      Bu kumanda üzerine bir arbededir koptu. Sarhoşu ayıktan ayırmak kabil değildi. Bostan sokağına doğru bir kalabalık akmaya başladı.

      Yangına gider gibi naralar da işitiliyordu:

      “Şan verdi cihane Kara Mehmet Paşalılar…”

      “Sizi su gibi içer Yakupağalılar…”

      “Borucu Halil musluğu aç. Her ikinizi de sular Hoşkademliler…”

      “Dünyaya duman attırır Horhorlular… Habire imanım yuuuuu…” övünmeleriyle çıngar alametleri mis gibi tütmeye başladı.

      Söz anlar takımı pek azdı. Bunlar bostana girdikleri sırada kapının önünde Kara Mehmet Paşalılarla Horhorlular salaya21 tutuşurlar. Küfürlerin en işitilmemişi, en alışılmamışı, en yakası açılmadıkları arasında taşlar savrulur, gırla kafa göz yarılır. Arada bir yakındaki evlerin camları yürek oynatıcı bir şangırtı ile patlar, sokaklara dökülür. Kadınlar feryada başlar.

      Hasan Efendi hâlâ çeşme başındaki baskın ve cesaret diskurunda devam eder. Polisler, zaptiyeler yetişir. İmam, bekçi, muhtarlar hep tamam…

      Komiser, mahalle ileri gelenleri tarafından mühürlü bir mazbata olmadıkça baskına girişemeyeceğini söyler. Hasan Efendi elleri titreyerek, alt kısmı yirmi otuz kadar mühür ile karalanmış mazbatayı gösterir.

      Bu dava burada sürülürken Hüsnü Efendi bereket versin ki hatırı sayılır sayılmaz birçok kişi toplayarak uncunun evini sokak tarafından muhasara etmiş bulur.

      Öbür taraftan imamıyla muhtarıyla polisiyle toplanan halk da yürür, muhasaracılara katılır. Polislerin bir kısmı salaya tutuşanları ayırmaya gider.

      3

      BASKINA DOĞRU

      Vaka yerine çıkan bütün sokaklar mahşer gibi insanla dolar, girilip çıkılmaz bir kalabalık peyda olur. Mahalle, binlerce kişinin kin ve küfür avazıyla inim inim inlerken bir mezar karanlığı ve sessizliği içine dalmış uncunun evinden çıt işitilmez. Perdeler inik, hiçbir tarafta ışık ve ses yok. Sokak fenerinden vuran titrek ışık altında, ahalinin bu öfkeli saldırışına karşı ev, korkusundan titriyor sanılır.

      Mahallelinin teklifi üzerine imam kapıyı çalar. Cevap verilmez. Artan bir hızla birkaç defa daha vurur. Kapı açılmaz. Halkayı koparacak gibi kudurmuşça bir şiddet ile birbiri ardınca vurur durur. Hiçbir karşılık yok. Bu inatçı sessizlik halkın öfkesini bütün bütün artırır.

      Kiminin alnı buruşuk bir mendil ile gözüne doğru eğrice sarılı, kiminin kolu bir bez ile boynuna asılı, saladan dönerek oraya bir sıraya dizilmiş olan bıçkın alayı içinden birkaç ses birden: “Vay geçmişine maval okuduğumun pezevengi, aç kapıyı… Yoksa şimdi omuzlar gireriz.”

      Komiser vakarlı ve resmî bir seda ile: