çiçek ve lime lime bir minder resmi gördü. Ayrıca şu dizeler yazılıydı:
Neye yarar ki kibarlığı ve uyumu,
Yasemin ve orkideyle yarışır kokusu;
Ama gönül talihten iltimaslı aktörü seçer,
Şans soylu efendisinin yanından geçer.
Bu sözlere bir anlam veremeyen Baoyu kayıt defterini yerine koydu ve İkinci Kayıt dolabına gidip bir defter çıkardı. Onu incelediğinde, ilk sayfadaki resimde, bir gölde bir dal osmantus vardı. Göldeki su tamamen kurumuş, dibindeki çamur bile çatlamıştı. Üzerinde, solup boynunu bükmüş bir lotus duruyordu. Arkasında şu satırlar yazıyordu:
Açmış bir lotus gibi tatlı,
Ah yazık ki acılarla geçti hayatı;
İki dünya yetiştirdiğinde tek bir ağacı,
Uçacak kendi memleketine tatlı ruhu!
Yine okuduklarından bir şey anlamayan Baoyu bu defteri yerine bırakıp İlk Kayıt’ı aldı. İlk sayfasında iki kurumuş ağaç resmi vardı. Bu ağaçların üzerinde yeşim taşından bir kemer asılıydı. Altın bir saç tokası bir kar yığınının içine gömülüydü. Dört dizelik bir şiir yazılıydı:
Birinde bir erdem kadınca,
Birinde diğerlerini geride bırakan zekâ.
Yeşimden bir kemer asılı ormanda,
Ah! Altın bir toka gömülü kara!
Okuduğu bu satırlar yine Baoyu’ye çok esrarengiz geldi. Periye soracaktı ama onun, ölümsüz dünyasının sırlarını ifşa etmek istemeyeceğini biliyordu. Defteri elinden bırakmak niyetinde olsa da bunu yapamadı. Sonraki sayfaları okumaya devam ederken, ucunda bir ağaç kavunu asılı olan bir yay resmi gördü. Şu şiir yazılıydı:
Hayatın zorlu okulunda yirmi yıl doldu mu,
Nar zamanı saray salonlarına yerleşecek!
Hiç üç bahar senin ilk baharınla bir olur mu?
Ne zaman ki kaplan tavşanla karşılaşacak,
Bu büyük ömür rüyası sonlanacak.
Bir sonraki sayfada uçurtma uçuran iki kişinin resmi vardı; deniz üzerindeki büyük bir teknede de bir kız oturuyor, ellerini yüzüne kapatmış ağlıyordu. Onun yanında da şu satırlar yazıyordu:
Zekâ ve asil bir yürekle kutsandı,
Ama şansı yakalamak için çok geç kaldı.
Parlak bir günde gözünde yaşlarla,
Akıp giden nehri seyre daldı.
Bin rüzgâr esse de doğuda,
Evi rüyasında bile çok uzakta.
Arkasından sürüklenen bulutların ve akan suların resmiyle şu dizeler geliyordu:
Zenginlik ve rütbenin var mı önemi?
Kundaktaki bir yetim yapayalnız değil mi?
Erken batan güneşe yas tutar, gün gelir.
Xiang Nehri kurur, Chu bulutları sürüklenir!
Bir sonraki resimde çok güzel bir yeşim taşı çamura düşmüştü. Şu dizeler vardı:
İffettir dileği,
İnzivadır isteği;
Yazık! Olsa da altın ve yeşim gibi,
Sonunda yeridir çamurun dibi.
Sonra güzel bir kızı parçalamak üzere kovalayan vahşi bir kurt resmi vardı. Dizeler şöyleydi:
Bir fabldaki gibi gaddar kurtla evlenir,
Onun arzusu acımasızca kızı yemektir.
Belki altın çardaktaki narin bir çiçektir,
Ama haşin bir uyanış onu beklemektedir.
Bunun hemen altında, eski bir tapınakta yalnız başına oturmuş Buda’nın vecizelerini okuyan bir kız resmi vardı. Şunlar yazıyordu:
Baharın geçiciliğini fark ettiğinde,
Bürünür simsiyah rahibe kılığına.
Yazık, bu zengin evin soylu kızına,
Yapayalnız uyur mabedin loş ışığında!
Ardından bir buzdağının üzerine tünemiş dişi bir Zümrüdüanka kuşu geldi, altında da şu yazıyordu:
Kötü günlerde bu Anka belirir,
Yetenek ve hünerini herkes beğenir;
Önce boyun eğer, emreder sonra ve azledilir,
Gözyaşlarıyla Jinling’e gönderilir.
Bundan sonra ıssız bir köydeki kasvetli bir kulübede, ip eğiren güzel bir kız resmi vardı. Yazısı şöyleydi:
Talih kaşlarını çatınca asaletin anlamı olmaz;
Bir ev yıkılmaya görsün akrabalık da kalmaz.
Gülünce şans Liu nineye,
Gelir kurtuluş dertli ömrüne.
Bu satırların arkasından, bir orkide saksısının yanında şık kıyafetler içinde güzel bir kız resmi geliyordu. Bu resme şu dizeler eklenmişti:
Erik meyvesini sonra verir diğerlerinden,
Kim daha güzel açar bir saksı orkideden?
Kıskanılır tabii, saflığı suyla yarışırken,
Boşuna uğraşır dedikoduya gayret eden!
Daha sonraki resimde, yüksek bir binanın üst katında güzel bir kız, kendisini kirişe asmış intihar ediyordu. Dizeler şöyle diyordu:
Deniz gibi, gök gibi sınırsız aşk hayaldir,
Âşığın âşığa kavuşması ahlaksızlık getirir.
Bütün kötülükler Rong Konağı’ndan mı gelir?
Asıl felaketin kaynağı Ning ailesidir.
Baoyu okumaya devam edecekti ama peri onun ne kadar akıllı ve keskin zekâlı olduğunu bildiğinden, semavi sırların sızdırılması konusunda sorumlu tutulmaktan korkarak elindeki defteri çekip aldı ve gülerek, “Bu aptal bilmecelerle kafanı karıştırmak yerine neden benimle gelip muhteşem manzaranın tadını çıkarmıyorsun?” dedi.
Baoyu sersemlemiş bir hâlde kayıtları bir yana bıraktı, perinin peşine takılıp arka taraflara doğru ilerledi. İnci kapı örtüleri, işlemeli perdeler, boyalı sütunlar ve oymalı kirişlerden geçtiler. Görkemle ışıldayan bu kırmızı odaları, altın süslemeli zeminleri, kar gibi parlak pencereleri, değerli taşlardan yapılmış sarayları ifade etmeye kelimeler yetersiz kalırdı; hele o nefis peri diyarı çiçekleri, nadir bitkiler ve güzel kokulu otlar. Gerçekten cennet gibi bir yerdi.
Baoyu bu muhteşem şeylere doya doya bakarken peri, “Hemen buraya gelip onur konuğumuzu selamlayın!” diye bağırdı, gülerek.
Bu sözler üzerine, lotusa benzer kolları yanlarından sarkan, tüylü giysileri uçuşan, bahar çiçekleri gibi güzel, sonbahar mehtabı gibi büyüleyici periler çıkageldiler. Baoyu’yü görür görmez hepsi bir ağızdan Uyarıcı Görüntü Perisi’ne çıkıştılar.
“Demek onur konuğumuz bu! Neden onu selamlamak için acele edelim ki? Sen bize bugün, tam bu saatte sevgili Kırmızı İnci’nin ruhunun tekrar bizi ziyarete