amcası Memun’a, babası Mutasım’a ve kardeşi Vâsık’a, Hazreti Ali’yi ve ehlibeytini sevdikleri için buğzederdi. İki yüz otuz altı yılında insanları Kerbela’da ıtır kokulu topraklara gömülen Hüseyin (r.a.) Hazretleri’nin türbesini ziyaretten menetti. Türbe-i şerifesini ve etrafındaki yerleri yıktırarak, yerlerine tarla yapıp ekin ektirdi. Müslümanlar bundan dolayı çok üzüldü, Bağdat ahalisi duvarlar ve mescitler üzerine Mütevekkil’i kötüleyici söz ve küfür yollu ibareler yazdılar. Şairler dahi onu hicvettiler. Mütevekkil ise daima Hazreti Ali ile ehlibeytine düşmanlığı malum olan sefiller ile sefahat meclislerinde beraber olup, Hazreti Ali’yi kötülemekle eğlenirdi. Özetle Ubbâde adında dazlak başlı bir alçak vardı ki Hazreti Ali büyük karınlı olduğundan o da gömleği altına ve karnının üstüne bir yastık bağlayıp Hazreti Ali’ye kendisini benzetir ve hikâyeler anlatırdı, Mütevekkil’in işret meclisinde raks eder ve şarkıcılar, “Başı dazlak, karnı büyük halifetü’l-Müslimin geldi!” diyerek şarkı söylerlerdi. Mütevekkil de nebîz (küpe basılarak hasıl olan hurma ve üzüm şırası) içer ve gülerdi. Bir gün Mütevekkil’in oğlu ve birinci veliahdı olan Muntasır da mecliste hazır olduğu hâlde öyle mukallitlik ederken Muntasır onu işaret ederek tehdit edince, Ubbâde sustu. Mütevekkil, “Sana ne oldu?” diye sordu. Ubbâde, yanına varıp keyfiyeti bildirdi. Muntasır da “Ya emire’l-müminin! Bu kelbin taklit edip de onunla insanları güldürdüğü zat senin amcanın oğludur ve ehlibeytinin ulusudur. Senin iftihar sebebin odur. Dilersen sen onun etini ye, ama böyle kelplere yedirme!” deyince, Mütevekkil şarkı söyleyenlere, “Şu beyti taganni ediniz.” diyerek bir beyit okuttu ki manası kısaca, “O yiğit, amcasının oğlu için gayrete geldi. O yiğidin başı, anasının falanına…” demektir. İşte bunun için Muntasır, babasının katlini helal sayacak kadar gücenmiş ve Mütevekkil de ondan sonra ona hakaret edip küçük düşürmüştür.
On iki imamdan Muhammed Cevad Hazretleri iki yüz yirmi senesinde vefat ettiği zaman oğlu Ali Nakî Hazretleri onun yerine geçmiş ve Alevilere baş olarak yalnız başına bir köşeye çekilip, bir hücrede ibadet ettiği hâlde “Yanında silahlar ve zararlı kitaplar vardır.” denildi. Hemen Mütevekkil tarafından gönderilen zaptiyeler varıp evini bastıklarında İmam Hazretleri bir kapalı hücrede yüksek sesle cennetle müjdeleyen ve cehennemle korkutan ayet-i kerimeyi tilavet ediyordu. Altında kum ve çakıl taşlarından başka döşeme yoktu. O hâlde onu alıp Mütevekkil’in huzuruna götürdüler. Mütevekkil ise meclis-i işret kurup şarab-ı nebîz ile keyif çatıyordu ve şarap kâsesi elindeyken İmam Hazretleri içeri girince Mütevekkil ona hürmet göstererek yanına oturttu ve elindeki kâseyi ona verdi. İmam Hazretleri, “Beni af buyurunuz. Şimdiye kadar kanıma şarap karışmamıştır.” deyince o da kâseyi elinden bıraktı. İşret takımını kaldırtıp İmam Hazretleri’yle sohbete koyuldu ve bazı şiirler okumasını rica etti. O da âlemin fâniliğine dair gayet müessir bir kaside okudu. Mütevekkil ağladı ve ona borçlarını ödemesi için dört bin altın verdi. İzzet ve ikram ile ağırlayarak evine gönderdi.
Mütevekkil’in oğulları Mutezz ve Müeyyed’in öğretmeni olan İbni Sekiyyet ki lügat ilmi ve edebiyatta imam olup, “İslahu’l-Mantık” adlı güzel kitap onun telifatındandır. İki yüz kırk dört senesinde Mütevekkil ona bir gün, “Mutezz ve Müeyyed ile Hasan ve Hüseyin’den hangilerini daha çok seversin?” dediğinde İbni Sekiyyet, Hasan ve Hüseyin’in (r.a.) büyüklük ve yücelik derecelerini açıklayarak Mutezz ve Müeyyed’in haklarında sükût etmiş ve bir rivayete göre, “Ya emirü’l-müminin! Ali’nin hizmetkârı olan Kanber, senden de oğullarından da efdaldir.” demiş olduğundan Mütevekkil, hiddetlenip İbni Sekiyyet’i işkence ile vahşi bir şekilde idam etmiştir. İşte bu facia da Mütevekkil’in aleyhinde efkâr-ı umumiyeyi galeyana getirmiştir.
Mütevekkil ise Mutezz’in annesini çok sevdiğinden ve Muntasır’a, yukarıda anlatıldığı üzere kırgın olduğundan Mutezz’i onun üzerine takdim etmek istedi. Ve Muntasır’a veliahtlıktan vazgeçmesini teklif etti. Fakat Muntasır kabul etmedi. Mütevekkil de durmadan onu tahammül olunmaz bir şekilde alenen tahkir eder ve küçük düşürürken, Muntasır da babasının aleyhinde bazı emirler ile söyleşir oldu. Mütevekkil’in veziri Feth İbni Hakan ile komutanlardan Abdullah İbni Yahya, her ne kadar Mutezz’in taraftarı iseler de Vasif, Boğa ve diğer Türk emirleri, hep Muntasır’ın taraftarı idiler. Mütevekkil, artık Muntasır ile onları da mahvetme fikrine düşmüştü. Hatta Vasif’in mülklerini Feth İbni Hakan’a verme azminde bulunup buna dair yazılan evrakın mühürlenmek üzere olduğunu Vasif, gizlice haber alarak arkadaşları ile beraber Muntasır ile Mütevekkil’in aleyhine ittifak etmişlerdi.
Mütevekkil, iki yüz kırk yedi senesi şevvalinin üçüncü salı günü Feth İbni Hakan ile söyleşip çarşamba günü Muntasır ile Vasif, Boğa ve benzeri diğer Türk emirleri, ansızın üzerlerine hücum ile işlerini bitirmek üzere karar vermişlerdi. Muntasır ise bir gün evvel Vasif, Boğa ve diğerleriyle Mütevekkil’i idam etmek üzere ittifak etmişlerdi. O çarşamba gecesi Mütevekkil fazla nebîz içerek sarhoş olduğu hâlde Şerbetçi Küçük Boğa marifetiyle odasına sokulan cellatlar kılıçlarını çekerek, Mütevekkil’i ve Feth İbni Hakan’ı katlettiler. Çıkıp Muntasır’ın yanına gittiler ve onun hilafetini tebrik ettiler. Muntasır, hemen durumu Vasif’e haber verdi. O da ileri gelen adamlarıyla birlikte gelip Muntasır’a biat etti. Ertesi çarşamba günü kumandanlar ve halkın ileri gelenleri toplandı ve “Feth İbni Hakan, Mütevekkil’i öldürmüş, Muntasır da onu öldürmüş.” diye ilan olundu. Onun üzerine bütün insanlar Muntasır’a biat ile döndüler. O zaman Mütevekkil kırklı yaşlardaydı. Hilafet müddeti de on dört sene, on ay, üç gündür.
Muntasır, bu şekilde hilafet makamına gelince Alevilere emniyet ve Kerbela ziyaretine ruhsat verdi. Fedek arazisini Hasan ve Hüseyin evladına geri vererek teslim etti.
Mutezz yahut Müeyyed’den biri ileride halife olursa babalarının katillerinden intikam almaya kalkışacakları muhakkak olduğundan, Türk emirleri onların veliahtlıktan ihraç olunmaları işinde ısrar ettiğinden, Muntasır onları veliahtlıktan istifaya zorladı. Onlar da kadıları ve emirleri şahit göstererek veliahtlıktan istifa ettiler.
İleri Gelenlerin Vefatı
İki yüz otuz altı senesinde Bağdat Mutezile’si imamlarından Cafer İbni Harb Hamedani elli dokuz yaşında iken vefat etti. Kelam ilmini Ebu’l-Hüzeyl El-Allâf’tan öğrenmiş idi. Yine bu sene Mus’ab İbni Abdullah İbni Mus’ab İbni Abdullah İbni Zübeyr seksen yaşında iken vefat etti. Âlim ve fakih bir zattı. Fakat Ali İbni Ebu Talib Hazretleri’nin yolundan sapmıştı. Muhaddis-i meşhur İbni Bekkâr’ın dayısı idi. İki yüz otuz yedi yılında, zikredilen Muhammed İbni Bekkâr da öldü. Ve yine bu sene İbni Rahveyh diye bilinen İshak Hanzalî vefat etti, imam-ı fazıl idi. Mekke hakkında İmam-ı Şafii Hazretleri’yle münazarası vardır. Rahmetullahi aleyh. İki yüz kırk bir senesinde İmam Ahmed İbni Hanbel rahimehullahu rahmeten vasian hazretleri de vefat etti. Halk-ı Kur’an meselesinde ne kadar eza ve cefa çektiği; bu hâldeki sabır ve sebatı yukarıda açıklanmıştı. Tekrara gerek yoktur ve şöhreti tarif ve tafsilden müstağnidir. İki yüz kırk iki senesinde Afrika Emiri Muhammed İbni El-Ağleb rahmetullahi aleyh vefat edince, yerine oğlu Ahmed İbni Muhammed emir oldu.
Yukarıda açıklandığı üzere başkadı ve adliye vekili olan meşhur Yahya İbni Eksem rahmetullahi aleyh de bu sene vefat etti. İmam Şafii Hazretleri’nin ashabından olup pek çok ilimlerde imam idi. Açıklandığı üzere Memun’u, muta nikâhını benimseyici fikrinden o vazgeçirmişti. Fakih ve fadıl bir zat idi. Fakat mahbûbluk (dostluk) ile suçlandığından bu cihetle bazı şairler onu hicvetmişlerdi.
İki yüz kırk üç senesinde Haris İbni Esedi’l-Muhasibî rahmetullahi aleyh vefat etti. Züht ve takva ile bilinen bir zat idi. Fakat kelam ilmi ile meşgul