Ahmet Cevdet Paşa

Kısas-ı Enbiya ve Tarih-i Hulefa II. Cilt


Скачать книгу

“halk-ı Kur’an” meselesini meydana çıkardı. Hazreti Ali’yi bütün sahabenin üzerine tafdil (üstün) kılarak, “Resul-ü Ekrem’den (s.a.v.) sonra insanların efdali Ali’dir.” dedi.

      İmam Şafii Hazretleri, gerek Bağdat’ta gerek Mısır’da Mutezile ile çok tartışmış idi. Bu konuda dermiş ki: “Cenab-ı Bâri âlemi ancak ‘Kün.’5 emriyle halk etti. ‘Kün’ mahluk olunca Kur’an’ın da mahluk ile halk olunmuş bir mahluk olması lazım gelir.”

      Memun, önceleri “nikâh-ı muta”nın (geçici nikâh) da helal oluşuna inanırken Bağdat kadılarının başı Yahya İbni Ektem onu bu fikirden vazgeçirmiştir.

      Şöyle ki Memun bir gün bazı nedimleriyle muta meselesini mevzu bahis ederek, “Muta, zaman-ı saadette ve ahd-i Ebu Bekir-i Sıddık’ta cari idi. Onu kim menetmiş?” diye hararetli hararetli söylenirken Yahya İbni Ektem, asık suratla içeri girdi. Memun, “Ya Yahya! Yüzündeki değişme neden?” dedi. Yahya, “Zinanın helalliğine dair söz işittiğimden dolayı hasıl olan gam ve kederden…” deyince Memun, “Zina mı?” diye sordu. Yahya, “Evet, ya emirü’l-müminin, muta zinadır.” demiş ve Memun, “Ne ile sabit?” dediğinde Yahya, “Kitap ve sünnet ile…” diyerek “Kad eflâha’l-müminun Suresi”nin, “İllâ alâ ezvâcihim ev mâ meleket eymânühüm feinnehüm gayru melûmîne. Femeni’b-teğa verâe zâlike feülâike hümü’l-âdûn.” ayetini okuyup, “Ya emirü’l-müminin! Zevce-i muta, mülk-i yemini mi, yani odalık cariye midir?” diye sormuş. Memun, “Hayır.” diye cevap vermiş ve Yahya, “Vârise veya mevrûse bir zevce midir?” diye sormuş. Memun yine “Hayır.” demiş. Yahya, Kur’an’ı bu şekilde açıkladıktan sonra, “İşte Zührî, Muhammed İbni Hanife’nin oğulları Abdullah ve Hasan’dan, onlar da babalarından, o da babası Ali İbni Ebu Talib’den rivayet edip Hazreti Ali buyurmuş ki: ‘Resul-ü Ekrem (s.a.v.) nikâh-ı mutaya ruhsat vermiş iken onu haram ve yasak kılarak duyurmamı bana emretti.’ ” deyince Memun, “Zührî’den bu rivayet mahfuz mu?” diye sormuş. Yahya, “Evet, bu hadisi ondan bir cemaat rivayet etti ki onlardan biri İmam Malik’tir.” deyince Memun, istiğfar ve mutanın yasaklanmasına hemen başlamış. Ama halk-ı Kur’an meselesinde kendi bozuk itikadı üzere sabit kaldı.

      Talha İbni Tahir’in vefatı üzerine Horasan vilayetini, kardeşi Abdullah İbni Tahir’e teveccüh etmekle küçük kardeşi Ali İbni Tahir onun tarafından vekillikle işlerin idaresine kalkışmış olduğundan Memun, Abdullah İbni Tahir’i Mısır’dan getirterek Mısır ve Şam eyaletlerini kardeşi Mutasım İbni Reşid’e, El-Cezire ve Avâsım eyaletlerini kendi oğlu Abbas’a verdi. Babek-i Hürremî üzerine gönderilen gruplar perişan olunca Abdullah İbni Tahir’i onun üzerine memur etti. Fakat Abdullah, Dinever’de askerin techizatı ile meşgulken Sabur’da ihlal zuhur ettiğinden, Memun’un emriyle Abdullah hemen Horasan’a gitmiştir. Memun da ileride anlatılacağı üzere Bizans şehirlerine sefer etmiştir.

      Hicret’in İki Yüz On Beşinci Yılındaki Olaylar

      Memun Bizans’a gaza etmek üzere iki yüz on beş senesi muharreminde Bağdat’tan çıktı. Merhum Tahir İbni Hüseyin’in amcasının oğlu olan İshak İbni İbrahim İbni Mus’ab’ı Bağdat kaymakamı olarak atadı. Tikrit’e geldiğinde halkın teveccühüne mazhar olan Muhammed İbni Ali Rıza gelip Memun ile görüştü. Memun ona ikram ve ihtiram ederek pek çok hediye ihsan etti ve önceden nikâh etmiş olduğu kızı Ümmü’l-Fadl ile evlenme işlerini yaptı. Bundan sonra Tikrit’ten hareket edip Musul, Menbic, Antakya, Massîsa yoluyla Tarsus’a geldi. Oradan cemaziyelevvel ayı içinde Bizans’a girdi. Pek çok kale fethettikten sonra döndü.

      İki yüz on altı yılında Memun yine Anadolu’ya gaza etti. Ganimetle dönerek Keysûm üzerinden Şam’a ve oradan Mısır’a gitti.

      Geçen sene pek çok eserin sahibi meşhur Esmai ve bu sene Emin’in annesi olan Seyyide Zübeyde vefat etmişlerdir. Rahmetullahi aleyhima.

      Memun’un Mısır’a ulaşması iki yüz on yedi yılı muharreminde idi. Bazı icraatlardan sonra dönerek yine Anadolu’ya gaza etti. Kayser, barış istediği için onunla haberleşildiyse de barış karara bağlanamadı.

      İki yüz on sekiz yılında Memun, Bağdat’taki kaymakamı İshak İbni İbrahim’e emirname gönderdi, Kadılar ve fakihleri toplayarak onları imtihan et, Kur’an mahluk-i muhdestir6 diye ikrar edenleri serbest bırak, kabul etmeyenlerin söylediklerini kayda alıp bana gönder, diye emretti. İshak, hemen kadıların başı Beşir İbni Velidi’l-Kindi, Mukaatil, Ahmed İbni Hanbel, Kuteybe ile diğer kadıları toplayıp getirerek, Memun’un emirnamesini onlara okudu. Ondan sonra Beşir İbni’l-Velid’e, “Kur’an hakkında ne dersin?” dediğinde Beşir, “Kur’an-ı Kerim kelamullahtır.” dedi ve İshak, “Ben onu sormuyorum. Mahluk mudur diyorum.” dediğinde yine başka mana veren cevaplar verip açıkça “Kur’an mahluktur.” sözünü söylemekten çekindi. İshak, kâtibe emredip onun sözlerini zapt ettirdi. Diğerlerine sordu. Onlar da bu yolda tevilli cevaplar verdiler.

      Fakat Ahmed İbni Hanbel’e, “Kur’an hakkında ne dersin?” diye sorduğunda, “Kelamullah’tır.” dedi ve “Mahluk mudur?” dediğinde, “Kelamullahtır diyorum, fazla söz katamam.” dedikten sonra İshak, “Semi ve Basar’ın manası nasıldır?” diye sordu. Ahmed bin Han-bel, “Cenabıhak kendini nasıl vasfettiyse öyledir.” diye cevap verdi ve İshak, “Peki ya manası nedir?” dediğinde yine evvelki sözünü tekrar etti. Daha sonra İshak diğerlerine sorduğunda her biri birer tevilli şekil ile konuyu uzattılar. İshak hepsinin ifadesini kayda alarak Memun’a arz etti. Memun’dan gelen cevapta, “Halk-ı Kur’an’a ikna olmayanları zincire vurulmuş oldukları hâlde, muhafaza altında bana gönder.” diye emretti.

      İshak, onları toplayarak durumu ifade ettikten sonra çoğu çaresiz olarak Kur’an’ın mahluk olduğunu ikrar etti. Ancak İmam Ahmed İbni Hanbel, Muhammed İbni Nuh, Secâve ve Kavâriri bunu ikrar etmediklerinden İshak dördünü de zincire vurdu. Tekrar sorduğunda Secâve ile Kavâriri, halk-ı Kur’an’a ikna olunca İshak onları salıverdi. Ama İmam Ahmed ile Muhammed İbni Nuh sözlerinde ısrar edince onları zincire vurulmuş oldukları hâlde Tarsus tarafına gönderdi. Fakat Rakka’ya geldiklerinde Memun’un vefatı haberi gelince Bağdat’a geri dönmüşlerdir.

      Çünkü iki yüz on sekiz senesinin cemaziyelahirinin ortalarında Memun, Anadolu’da bulunan Bedendun Irmağı kenarında iken hasta olup recebin on sekizinde vefat etmiştir. Kardeşi Mutasım ile oğlu Abbas onu Tarsus’a götürüp orada defnettiler. Hilafet süresi yirmi sene, beş ay, küsur gündür. Vefatında yaşı kırk sekize varmıştı. Aleviliğe meyletmişti, hatta Fedec köyü gelirini evlad-ı Fatıma’ya tahsis etmiş ve evlad-ı Fatıma’dan müstahak olanlara pay etmek üzere onu Yahya İbni Hasan İbni Zeyd İbni Ali İbni Hüseyin İbni Ali İbni Ebu Talib’e teslim etmişti.

      Memun, çok düzgün konuşan biri idi. Abbasi halifelerinin en bilgini idi. İmam-ı Suyûti der ki: “Memun, kesin karar sahibi, azim, sabır, ilim, heybet, şecaat, efendilik, cömertlik, görüş ve zekâca Beni Abbas’ın efdali olup, çok güzel tarafları vardı, halk-ı Kur’an konusuyla insanların başına bela olmasaydı…”

      Âlimlerin en büyüklerinden ve Memun’un nedimlerinden meşhur Yahya İbni Ektem demiş ki: “Memun gibi ekmel ve ekrem bir adam görmedim.” Afaallahu anhu ve gufireleh.

      Memun, yukarıda olduğu gibi vefat edince vasiyeti gereğince kardeşi Mutasım Tarsus’ta hilafet ve saltanat tahtına oturduktan sonra oradan hareketle ramazanın ilk gününde Bağdat’a vardı. İki yüz on dokuz yılında Muhammed İbni Kasım İbni Ömer İbni Ali İbni’l-Hüseyin İbni Ali İbni Ebu Talib, Horasan’da Tâlikan nahiyesinde ortaya çıkıp, Şia halkı arasında bilinen “Âl-i