Ahmet Cevdet Paşa

Kısas-ı Enbiya ve Tarih-i Hulefa II. Cilt


Скачать книгу

yerleri alıp Simat’a sahip oldu.

      Tahir’in fethettiği Cebel beldeleri; Irak, Fars, Ehvaz ile Yemen ve Hicaz’ı, Memun kendisinin veziriazamı olan Fadl İbni Sehl’in kardeşi Hasan İbni Sehl’e bıraktı. O da yüz doksan dokuz senesinde Bağdat’a gelip her tarafa emir ve memurlarını dağıttığı sırada Musul, El-Cezire ve Şam kısımlarını Tahir’e vererek onu Nasır İbni Şît-i Akilî üzerine memur etti. Tahir, hemen Rakka’ya gelip oradan Nasır üzerine hareket ettiyse de Küksüm yakınlarında meydana gelen muharebede mağlup olarak istediğine ulaşamayarak Rakka’ya geri döndü. O esnada halk arasında, “Fadl İbni Sehl, Memun’u hükümdarlığını kullanmaktan alıkoyarak onun adına dilediğini yapıyormuş, bu şekilde kardeşini de Irak bölgesine hâkim kılmış.” diye söylenti yayılmış olup Beni Haşim ve halkın ileri gelenleri hiddetlenerek, Hasan İbni Sehl’den yüz çevirir oldular. Bağdat’ın fethinde Tahir’in akıncısı olan Herseme adlı emir de Hasan İbni Sehl’e gücenip Horasan tarafına gitmişti. Fakat işlerin halledilmesi hep Fadl İbni Sehl’in elinde olduğundan, onun kardeşi aleyhinde kimse ağzını açamazdı.

      Eşkıya grubundan Ebu’s-Serâya adında bir sergerde bu kargaşalığı fırsat sayarak, Hasan İbni Ali (r.a.) Hazretleri’nin torunlarından İbni Ebu Taba Taba diye tanınmış olan Ebu Ubeydullah Muhammed İbni İbrahim’e biat ederek onu Kûfe’ye götürdü. Yüz doksan dokuz senesi içinde İbni Ebu Taba Taba, Kûfe’de insanları kitap ve sünnet ile amel etmek üzere Âl-i Muhammed’de rızaya davet etti. Hasan İbni Sehl derhâl Kûfe üzerine on bin asker gönderdiyse de Ebu’s-Serâya ile muharebe sırasında hezimete uğrayıp darmadağın oldular. Ebu’s-Serâya bu suretle kuvvet kazandıysa da halk hep İbni Ebu Taba Taba’ya müteveccih olup o da işlerin idaresini eline aldı, o hayatta oldukça Ebu’s-Serâya, işlerinde başına buyruk olamayacağını anlayıp İbni Ebu Taba Taba’yı zehirledi. Adı geçen yılın recep ayının başında İbni Ebu Taba Taba ölünce Ebu’s-Serâya yine Alevilerden ve Zeyd İbni Ali’nin torunlarından Muhammed İbni Muhammed adında, sakalı bıyığı çıkmamış bir delikanlıyı onun makamına oturtarak, işlerin görülmesini tamamen kendi eline aldı. Ve o esnada Hasan İbni Sehl’in askerleri ile meydana gelen muharebelerde hep galip oldu. Kûfe’de para bastırdı ve Beni Ebu Talib’den Medayin, Ehvaz, Basra ve Yemen’e valiler gönderdiği sırada Hüseyn İbni Ali’nin (r.a.) torunlarından, Eftas diye bilinen Hüseyin İbni’l-Hasan’ı da Mekke emiri ve emirü’l-hac tayin etmişti. Ebu Talib’in çocukları ise o esnada vardıkları yerlerde insanları öldürerek, namuslara tecavüz ederek, mallara el koyarak, Beni Abbas’tan bazılarını ateşte yakarak, umumi nefrete mazhar olmuşlardır.

      O sırada adı geçen Nasır İbni Şît Akilî, Fırat Nehri’ni geçerek Harran’ı muhasara etti. Çünkü Veziriazam Fadl İbni Sehl, Horasan Müslümanlarından olup, Irak, Şam ve batı diyarları onun kardeşi Hasan İbni Sehl’in zalimce idaresinde idi. Diğer yüksek makamların çoğunluğu Horasan ahalisinin nüfuz sahiplerinin ellerindeydi. Bu ise Arap’ın onur ve haysiyetine dokununca Türk ve Acem ile Arap arasına husumet girdi. Bunun üzerine El-Cezire’de bulunan çöl Arapları, hep Nasır-i Akilî’ye tabi olunca kuvvetleri çoğaldı. Beni Ebu Talib’den bazıları onun yanına gelip, “Sen Abbasoğullarına üstün geldin. Arap’ı onlardan ayırdın, bir halifeye biat etsen kuvvetin daha çok olur.” dediklerinde, “Halk hangisinin tarafında?” diye sormuş. “Evlad-ı Ali’den birinin tarafında.” dediklerinde, “Onlardan birine biat edeyim de ‘Seni ben yarattım, rızkını ben verdim.’ mi desin?” diye cevap vermiştir. “Öyleyse Beni Ümeyye’den birine…” dediklerinde “Onların üzerine talihsizlik çöktü. Artık yükselemezler. Bana bir düşmüş adam selam verse talihsizliği bana geçer diye korkarım. Benim meylim ve sevgim Abbasileredir. Fakat Arap olmayanları Arap üzerine takdim ettiklerinden onlar ile muharebeye kalktım.” demiş.

      Hasan İbni Sehl, böyle yer yer başkaldıran asiler ile bilhassa Medayin’e kadar gelen Ebu’s-Serâya ile başa çıkamayacağını anlayıp Herseme’yi davet etti. Herseme ise yukarıda anlatıldığı şekilde kendisine gücenerek Horasan’a gitmiş olduğundan nazlandı. Sonra her nasılsa ikna oldu.

      Herseme, Irak’a gelip Ebu’s-Serâya ile yapılan muharebelerde muzaffer olunca Ebu’s-Serâya Kûfe’ye çekildi. Kûfe’de Beni Ebu Talib, bu sırada Beni Abbas’ın mallarını almak ve evlerini yakmak gibi vahşi muameleler icra etti. Basra’da ise daha büyük fenalıklar yaptılar.

      Herseme ise gelip Kûfe’yi muhasara ile zorlayınca Ebu’s-Serâya, iki yüz hicri yılının muharreminde sekiz yüz atlı ile Kûfe’den çıkıp Muhammed İbni Muhammed’i de beraber alarak kaçtı. Fakat Celûlâ’da ikisi de tutulup Hasan İbni Sehl’e getirildi. O da Ebu’s-Serâya’nın boynunu vurdu ve kesik başını Muhammed İbni Muhammed ile beraber Memun’a gönderdi.

      Mekke’de bulunan İbrahim İbni Musa İbni Cafer-i Sadık, Ebu’s-Serâya’nın idam olunduğu haberini alınca Yemen’e gitti. Yemen ehli, evlad-ı Ali’ye meyilli olup onları sevdikleri için Beni Abbas’ın Yemen valisi bulunan İshak İbni Musa, İbrahim’in San’a’ya yaklaştığını işitince San’a’dan çıkıp Mekke’ye gitti. Yemen’de İbrahim, o kadar adam öldürmüştür ki kasap diye lakaplanmıştır.

      Ebu’s-Serâya tarafından Mekke emiri atanan, adı geçen Eftas-ı Alevi ise Beyt-i Şerif’in örtüsünü çıkarıp Ebu’s-Serâya tarafından gönderilen ibrişimden yapılmış örtüyü giydirmiş ve adamları Harem-i Şerif’in şebekelerini ve sütunları üzerindeki altın kıtalarını sökmüştür. Kâbe’nin hazinesinde toplanmış olan malları almış, Eftas bunların tamamını Kâbe’nin örtüsü ile beraber kendi adamlarına taksim etmiş ve Beni Abbas’ın şunda bunda bırakılmış olan emanetini araştırarak almıştır. Diğer halkın da mallarını gasp etmiş olmasından dolayı insanlar kendisinden nefret etmiş, çoğu etrafa dağılmıştı. O zaman Cafer-i Sadık Hazretleri’nin oğlu Muhammed pek ihtiyar ve Mekke’de mukim olup, züht ve takva köşesine çekilmiş olduğu hâlde babasından öğrenmiş olduğu ilim ve bilgileri halka öğretmekte ve telkin etmekte idi. Halk arasında pek övülmüş, makbul, sülalesinin yukarıda bahsi geçen kötü işlerinden uzak duran ve ürken bir kimseydi.

      Eftas, yukarıda geçtiği gibi halkın kendisinden ve arkadaşlarından nefret edip ayrılmış olduklarını görüp dururken Ebu’s-Serâya’nın katlolunduğu haberini alınca telaşa düşerek adı geçen amcası Muhammed İbni Cafer’in yanına gelmiş ve “Senin halkın indinde mertebeni biliriz. Gel sana biat edelim. Hilafeti kabul ettiğinde iki kişi muhalefet etmez.” demiştir. Muhammed İbni Cafer önce çekinmişse de oğlu Ali İbni Muhammed ile Eftas ısrar ile ona hilafeti kabul ettirdiler. Halkı toplayarak ister istemez biat ettirip emirü’l-müminin unvanıyla Muhammed İbni Cafer’in hilafetini ilan ettiler.

      Muhammed İbni Cafer birkaç ay bu hâlde kaldı. Fakat elinde bir şey olmayıp emir ve nehiy hep oğlu Ali ile Eftas’ın ellerindeydi. Onların mensupları ise en çirkin iş ve hareketlerde bulunuyorlardı. Eftas bir kadına göz koymuş, kadın ise ona itaat etmediğinden Eftas onun evine hücum edip kapısını kırmış, kocasını kaçırmış ve kadını zorla evinden çıkarıp götürmüştü. Bir iki gün yanında alıkoyduktan sonra kadın fırsat bulup kaçtı. Ali bin Muhammed de Mekke kadısının henüz tüyü çıkmamış oğlunu zorla alıp kaçırdı. Mekke ehli ve dışarıdan oraya gelenler bunu görünce Harem-i Şerif’te toplandılar. Muhammed İbni Cafer’e gelip, “Ya bu çocuğu geri alıver yahut biz seni tahttan indiririz veya katlederiz!” dediklerinde, “Benim bundan haberim yoktur. Gidip oğlanı alayım.” diyerek oğlu Ali’nin yanına vardı ve oğlanı alıp salıverdi.

      Hâl böyle iken yukarıda anlatıldığı üzere Yemen’den dönmüş olan eski Yemen Valisi İshak İbni Mûse’l Abbasi, Mekke civarına gelip Mü-şaş adlı mahalde ordusunu kurdu. Herseme tarafından gönderilmiş