fakat Harun Reşid’in annesi Hayzeran’ın emirlerini de yerine getirmeye mecbur idi. Yüz yetmiş üç senesinde Hayzeran öldüyse de onun nüfuzu Harun’un hanımı Seyyide Zübeyde’ye geçti. Zübeyde ondan daha fazla nüfuzlu oldu. Zira Hayzeran, ümmü’l veled (çocuk annesi olan cariye) idi. Zübeyde ise Reşid’in amcası olan Cafer İbni Mansur’un kızı olup Abbasi Hanedanı’nda gayet muhterem ve sözü geçen biriydi. Diğer hatunların yetkisi olmayıp emirlik makamının sahibesi Seyyide Zübeyde idi. Hükmü, Harun’un fermanı gibi netice verirdi ve tesirli idi. Hakikaten değerli ve hayırsever, hayır yapan şanlı bir sultan idi. Hâdî’nin yüz yetmiş yılı rebiülevvelinde vefatıyla hilafetin Harun Reşid’e geçtiği gece Reşid’in bir Türk odalığından, Memun adlı bir oğlu dünyaya gelmişti. Yine bu senenin şevvalinde Seyyide Zübeyde’den de Emin adlı bir oğlu doğdu. Emin, Memun’dan birkaç ay küçükse de Seyyide Zübeyde’nin oğlu olmakla daha nazlı ve daha sevgili idi. Memun, saltanatın birinci vârisi olması lazım gelirken Zübeyde onun üzerine önceliğin Emin’e verilmesini arzu ederdi. Emin’in dayısı olan İsa İbni Cafer-i Mansur ise Fadl Yahya İbni Halid’e gelip Emin’in veliahtlığını teklif ederek, “O senin oğlundur. Onun saltanatı senin içindir.” diyerek teşvik etti. O da vadederek bunun için çalıştı ve yüz yetmiş beş senesinde Emin beş yaşında iken veliahtlığa icra olunarak kendisine biat edildi, yani hilafetin yüce işini çocuk oyuncağı ettiler. İleri gelen tarihçilerden bazıları Emin’in veliahtlığını beyan ettikten sonra diyor ki: “İslam Devleti’nde imamet yönünden ilk defa meydana gelen gevşeklik budur.” Ve bazılarının beyanına göre Harun Reşid, Memun’un güzel işlerini beyan ettikten sonra, “Eğer Seyyide Zübeyde ile Beni Haşim’in Emin’e meyilleri olmasa onu Memun’un üzerine öne geçirmezdim.” demiş olduğu rivayet edilir.
Hâdî’nin devrinde meydana gelen Mekke Savaşı’ndan kaçmış olan Yahya İbni Abdullah İbnu’l-Hasan El-Müsenna, yüz yetmiş altı senesinde Deylem’de ortaya çıktı. Etraftan pek çok halkın, onun başına toplanmasıyla kuvvet ve şevki fazlalaştı. Harun Reşid ondan dolayı büyük bir telaşa düştü ve hemen bir büyük ordu ile Fadl İbni Yahya İbni Halid’i Taberistan’a gönderdi. Fadl, pek akıllı ve tedbirli bir zat olup ne yaptıysa yaptı, Yahya ile haberleşerek onu kandırdı ve gönderdiği yazısı gereğince Harun Reşid de el yazısıyla amanname gönderdi. Yahya da ona itimat ederek kendisini teslim etti. Fadl, onu alıp Bağdat’a götürdü ve Harun ile görüştürdü. Bundan dolayı Fadl’ın mevki ve şöhreti arttı, Harun ona Rey ve Sicistan ile beraber Horasan Eyaleti’ni verdi. Evvelemirde Yahya’ya da pek çok ikram ve ihtiramda bulundu. Fakat sonra ahit ve amanını bozarak onu hapsetti. Biçare Yahya vefatına kadar mahpus kalmış ve ondan sonra da Harun’un görüş ve amanına kimse itimat etmez olmuştur.
Harun Reşid gerçi Hz. Peygamber’in ehlibeytine hürmet ederdi. Fakat makamının muhafazası için de şiddet kullanırdı. Bir gün meclisinde evlad-ı Ali’ye dair söz açıp, “İşittim ki halk, Ali İbni Ebu Talib’i sevmem zannedermiş, öyle değil, vallahi ben ondan daha fazla bir kimseyi sevmem. Fakat biz,3 bunların4 Beni Ümeyye’den intikamlarını aldıktan sonra bize en çok söven, aleyhimizde bulunan ve mülkümüzün fesadına çalışan bunlar oldu. Hatta Beni Ümeyye’ye bizden çok meyillidirler. Ama Ali’nin evlatları herkesin efendileri, fazilet ve şerefçe en ileride olanlarıdır. Bana babam Mehdi’den, ona babası Mansur’dan, ona Muhammed İbni Ali’den, ona babasından, ona da babası İbni Abbas’tan rivayet edilmiştir ki İbni Abbas (r.a.) demiş ki: ‘Resulullah’tan (s.a.v.) işittim. Buyurdu ki: Hasan ve Hüseyin’e muhabbet eyleyen bana muhabbet eylemiş olur ve onlara buğzeden bana buğzetmiş olur. Ve yine Resul-ü Ekrem’den işittim, buyurdu ki: Fatıma, Meryem binti İmran ve Asiye binti Müzâhim’den başka âlemdeki kadınların seyyidesidir, demiştir.’ ”
Altmış dört senesinde Şam ehli, Kaysiyye ve Yemeniyye diye iki fırkaya bölünmüştü. Mervan’ın taraftarları olan Yemeniyye galip gelince Mervaniyye Devleti ortaya çıkmıştır. Sonra da bu devlet sönmüştür. Fakat Yemeniyye ile Kaysiyye arasındaki düşmanlık baki kalmıştır. İşte bu eski düşmanlık eserlerinden olarak bir iki seneden beri Kaysiyye ve Yemeniyye arasında büyük harpler vuku buldu. Pek çok insan öldü. Bunun üzerine yüz seksen senesinde Harun Reşid, birçok emir ve askerle Cafer İbni Yahya İbni Halid’i o tarafa gönderdi. O da gidip Şam’ın durumunu düzelterek emniyet ve asayişi geri getirdi. Yüz seksen üç senesinde Hazer kavmi Kaf Dağı’ndan çıkarak, Kafkasya’da, Şirvan civarındaki Derbent’in beri tarafına hücum edip şiddetle saldırdılar, İslam beldelerine çok zarar verdiler. Harun Reşid, onların üzerine iki emir ile iki ordu sevk etti. Onlar da gidip o kavmi kaçırdılar ve gelip gittikleri gediği kapattılar.
Harun Reşid, önce beş yaşında olan oğlu Emin’i veliaht yapıp ona Irak ve Şam’ı, bütün Mağrip ülkesini vermişti. Yüz seksen iki senesinde Cafer İbni Yahya’nın teşvik ve ihtarıyla on iki yaşında olan oğlu Memun’u da ikinci veliaht yapıp ona da Horasan ve ona bağlı yerleri, kısacası doğu sınırlarından Hamedan’a kadar olan memleketleri verdi. Onu Cafer İbni Yahya İbni Halid’e teslim etti. Sonra üçüncü oğlu Kasım’ı da üçüncü veliaht yapıp ona da El-Cezire ile Avasım’ı verdi. Fakat onun veliaht kalması yahut kalmaması hususunu Memun’un uygun görüp görmemesine bıraktı. Yüz seksen altı senesinde Harun Reşid hac etti. Medine’ye vardığında, biri kendi tarafından ve diğerleri iki oğlu Emin ve Memun tarafından olmak üzere üç hediye verdirdi. Ondan sonra Mekke’ye gitti, Mekkelilere bir buçuk milyon altın ihsan etti. Fıkıh âlimlerini, kadıları ve emirleri getirip şahit tutarak, biri Emin için ve diğeri Memun için olmak üzere iki sözleşme yazdı. Onları Kâbe’ye asarak veliahtlıklarını yenileyip zannınca kuvvetlendirdi. Harun gibi anlayışlı bir zatın böyle boş hülyalara düşmesine insanlar hep hayret nazarı ile bakıyordu. Zira Seffah, İsa İbni Musa’yı veliaht tayin etmişti. Neticesinin ne olduğu ve Hâdî’nin ömrü vefa etseydi kendisini veliahtlıktan ihraç edeceği Harun Reşid’in malumu idi. Bir hükümdarın sağ iken verdiği emirlerin, vefatından sonra ne olacağı Allah’tan başka kimsenin malumu olamayacağı Harun’un şüphesiz bildiği bir şey idi. Hâl böyle iken büluğa ermeyen çocukları veliaht yapması kendisinin zekâsına yakıştırılmıyordu. Ne çare ki insana evladı fitnedir. Aşırı sevgi, insanı görmez ve işitmez eder, gaflet en uzağı gören adamları böyle gülünç yapar.
Harun Reşid, pek bahtiyar ve mesut bir padişah idi. O zamanın dünya hükümdarlarının en büyüğü olup kuvvet ve iktidar sahibi idi. Pek lezzetli ömür sürdü. Her istediğine ulaştı. Hanımı Seyyide Zübeyde soy sop ve güzel ahlakça misli bulunmaz bir hatun idi. Kadısı da İmam-ı Azam Hazretleri’nin talebelerinin en büyüğü olan İmam Ebu Yusuf idi. Hanefi mezhebini yazıya geçiren İmam Muhammed gibi en bilgili âlimleri de adalet işlerinde kullanmıştı. Eşi bulunmaz sohbet arkadaşlarına ve şairlere, musiki sanatının en son mertebelerine varmış şarkıcı ve çalgıcılara sahipti. Bu kadar güzellikleri toplamak, doğrusu büyük bahtiyarlık idi. Bununla beraber İslam âdetlerine saygı ve hürmet, din âlimlerine, ediplere pek ziyade ikram, fukaraya çok sadaka ve şairlere bol bol bahşişler ihsan ederdi. Hatta bir beyit için bir şaire beş bin altın ve bir kaside için diğer bir şaire beş bin altın ile bir at, ağır kaftan ve on köle vermişti. Onun zamanında musiki sanatı, en yüksek mertebeye varmıştı. Devlet memurları içine pek çok Acem, Türk ve Berberi karışmış olduğu hâlde hatasız konuşanlara ve belagat sahiplerine böyle fevkalade hürmet olunduğundan Arap dilinin şivesi de korunmuş oluyordu. Bağdat şehri fevkalade şen, mamur ve gerçekten cennet gibi olmuş, her taraftan âlim ve fazilet sahiplerinin yetişip bir araya gelmesi ile ilim ve maarif yönünden cihanın gıptasını çeker olmuştu.
İmam Süyûtî, Zehebî’den naklen der ki: “Reşid’in yaptıkları açıklanacak