Чарльз Диккенс

Mister Pickwick'in Maceraları I. Cilt


Скачать книгу

aldınız mı?”

      “Manor Çiftliği, Dingley Dell.” dedi Mr. Pickwick, not defterine başvurarak.

      “Oldu o zaman.” dedi yaşlı beyefendi. “Sizi bir haftadan erken bırakmam, unutmayın ve görmeye değer her şeyi gördüğünüze emin olacağım. Eğer canınız kırsal yaşam çekerse bana gelin, size bolca yaşatırım. Joe, lanet olasıca çocuk, yine uyuyakaldı. Joe, Tom’a yardım et de atları getirsin.”

      Atlar yerleştirildi, sürücü yerine geçti, şişman çocuk da yanına tünedi. Vedalar edildi ve fayton yola koyuldu. Pickwickçiler son bir kez bakmak için arkadaşlarına döndüklerinde, batmakta olan güneşin, onları bu kadar keyiflendiren kişilerin yüzlerine ve şişman çocuğun bedenine vurduğunu gördüler.

      Beşinci Bölüm

      Kısa Bir Tane – Başka Anılara Ek Olarak, Mr. Pickwick’in Nasıl Fayton Kullandığı, Mr. Winkle’ın Nasıl At Bindiği ve İkisinin de Bunu Nasıl Gerçekleştirdiğini Gösteren Bir Hikâye

      Mr. Pickwick kahvaltıdan önce Rochester Köprüsü’nün parmaklıklarına dayanmış, doğayı izlerken gökyüzü aydınlık ve hoştu, hava ılıktı ve etrafı saran her nesne güzel görünüyordu. Manzara gerçekten de sunulduğu zihinden çok daha az düşüncelisini bile büyüleyebilecek türdendi.

      İzleyicinin solunda yıkık, pek çok yerden kırılmış ve bazı kısımları kaba saba ve ağır kütleler hâlinde aşağıdaki dar sahile doğru sarkan bir duvar vardı. Sivri ve köşeli taşlardan her rüzgârla titreşen kocaman öbekler hâlinde yosunlar sarkıyordu ve yeşil sarmaşık kederle karanlık ve yıkık mazgallı siperlere dolanmıştı. Tüm bunların arkasında kuleleri çatısız ve koca duvarları dağılmakta olan ama bize yedi yüz yıl önce orduların çarpışmasıyla çınladığı, cümbüş ve şölenle yankılandığı eski kudret ve gücünü gururla anlatan tarihî kale vardı. Her iki tarafta da mısır tarlaları ve meralarla orada burada yel değirmenleri ya da uzak bir kiliseyle gözün alabildiğine uzanan, zengin ve bereketli manzarayı gözler önüne seren, ince ve belli belirsiz bulutlar gündüz güneşi üstlerinden sekip geçerken hızla değişen gölgelerle daha da güzel hâle gelmiş olan Medway Nehri’nin kıyıları uzanıyordu. Göğün berrak mavisini yansıtan nehir, sessizce akarken ışıldıyor ve parıldıyor, balıkçıların tablo gibi kayıkları akıntıyla birlikte yavaşça ilerlerken kürekleri suya anlaşılır ve sıvıyı çağrıştıran bir sesle batıp çıkıyordu.

      Mr. Pickwick önündeki nesneler tarafından sürüklendiği kabul edilebilir dalgınlıktan, derin bir iç çekiş ve omuzuna dokunan bir elle çıkarıldı. Arkasını döndü ve kederli adamı yanı başında buldu.

      “Manzarayı mı izliyorsunuz?” diye sordu kederli adam.

      “Öyle yapıyordum.” dedi Mr. Pickwick.

      “Ve kendinizi bu kadar erken kalktığınız için kutluyor muydunuz?”

      Mr. Pickwick başını olumlu anlamda salladı.

      “Ah! İnsanların güneşi bütün saltanatıyla görmeleri için erken kalkmaları gerek çünkü parlaklığı nadiren bütün gün sürüyor. Günün sabahıyla hayatın sabahı birbirine çok benzer.”

      “Doğru söylüyorsunuz, beyefendi.” dedi Mr. Pickwick.

      “Şu deyim ne kadar da uygun.” diye devam etti kederli adam. “ ‘Sabah kalıcı olamayacak kadar hoştur.’ Günlük hayatımıza ne kadar da güzel uygulanabilir. Tanrı’m! Çocukluğa ait günlerimi yok etmek ya da onları sonsuza kadar unutmak için nelerimi vermem!”

      “Çok dert çekmiş olmalısınız, beyefendi.” dedi Mr. Pickwick, sevgiyle.

      “Çektim.” dedi kederli adam aceleyle: “Gördüm. Benim şimdi tanıyanların mümkün olduğuna inanamayacağı kadar fazla şey gördüm.” Bir anlığına duraksadı sonra aniden: “Hiç aklınıza geldi mi, böylesi bir sabahta boğulmanın mutluluk ve huzur getireceği?”

      “Tanrı aşkına, hayır!” diye yanıtladı Mr. Pickwick, kederli adamın onu meraktan aşağı itmesi ihtimali birden var gücüyle beynine dolunca parmaklıktan biraz uzaklaşarak.

      “Ben sıklıkla düşünmüşümdür.” dedi kederli adam, Mr. Pickwick’in hareketinin farkına varmadan. “Sakin, serin su beni fısıltıyla yatmaya ve dinlenmeye davet ediyor gibi gelir. Bir atlayış, suyun sıçrayışı, kısa bir mücadele; bir anlığına var olan girdap, sonra yavaşça nazik bir dalgacığa dönüşür; sular kafanı ve dünya da bütün sefaletini ve şanssızlıklarını sonsuza dek örtmüştür.” Kederli adamın çökük gözleri, o konuşurken pırıl pırıl parlıyordu ama anlık heyecan hızla yok oldu ve adam sakince arkasına dönüp: “Pekâlâ, yeter bu kadar. Sizinle başka bir konuyla ilgili görüşmek istemiştim. Beni dünden önceki akşam öykümü okumak için çağırdınız ve ben okurken ilgiyle dinlediniz.”

      “Öyle.” diye yanıtladı Mr. Pickwick: “Ve kesinlikle düşündüm ki…”

      “Fikir sormadım.” dedi kederli adam lafını keserek. “Ve fikir istemiyorum. Siz keyif ve bilgi için seyahat ediyorsunuz. Size ilginç bir el yazması verdiğimi düşünün. Dikkatinizi çekerim, çılgın ya da imkânsız olduğu için değil; gerçek hayatın aşk hikâyesinden düşen bir yaprak olduğu için ilginç. Bunu dilinizden düşmeyen şu kulübe iletir miydiniz?”

      “Kesinlikle.” diye yanıtladı Mr. Pickwick. “Eğer isterseniz. Hem kulüp kayıtlarına da geçer.”

      “Öyleyse sizindir.” diye yanıtladı kederli adam. “Adresiniz?” ve Mr. Pickwick’in uygun güzergâhı vermesiyle kederli adam dikkatlice yağlı not defterine not aldı ve Mr. Pickwick’in ısrarcı kahvaltı davetine karşı koyarak beyefendiyi orada bırakıp yavaşça yanından uzaklaştı.

      Mr. Pickwick, üç yoldaşının kalktığını ve çoktan ağzı sulandırıcı bir biçimde servis edilmiş kahvaltıya başlamak için onun gelmesini beklediklerini gördü. Yemeğe oturdular ve ızgara et, yumurta, çay, kahve ve ıvır zıvırlar, yiyeceğin mükemmelliğine ve tüketicilerinin iştahına şahitlik eden bir hızla anında yok olmaya başladı.

      “Pekâlâ, Manor Çiftliği’ne gelirsek.” dedi Mr. Pickwick. “Nasıl gitsek?”

      “Belki de en iyisi garsona sormak.” dedi Mr. Tupman ve garson bu gereklilik doğrultusunda hemen orada belirdi.

      ‘Dingley Dell, beyler… On beş mil, beyler. Yolu geçince… Posta arabası mı efendim?”

      “Posta arabası iki kişiden fazlasını almaz.” dedi Mr. Pickwick.

      “Haklısınız, efendim. Affedersiniz, efendim. Çok güzel dört tekerlekli araba, efendim. İki kişi için arkada yer var, bir tane de sürücü için önde yer var. Ah! Affedersiniz, efendim, o da yalnızca üç kişi alır.”

      “Ne yapacağız ki?” dedi Mr. Snodgrass.

      “Belki beylerden biri at binmek ister, efendim?” diye öneride bulundu garson, Mr. Winkle’a bakarak. “Çok iyi binek atları var, efendim. Mr. Wardle’ın adamlarından herhangi biri Rochester’a gelirken atı geri getirebilir, efendim.” dedi.

      “Çok mantıklı.” dedi Mr. Pickwick. “Winkle, at sırtında gider misin?”

      Mr. Winkle kalbinin en derinliklerinde binicilik becerilerine yönelik kayda değer kuruntulara sahip olan biriydi ama onları hiçbir şekilde şüpheye düşüremeyeceğinden derhâl müthiş bir atılganlıkla yanıtladı: “Kesinlikle. En çok hoşuma gidecek şey o.” Mr. Winkle kaderine son hız gönderilmekteydi, dayanağı yoktu.

      “On bir gibi kapıda olsunlar.” dedi Mr. Pickwick.

      “Hayhay, efendim.”