değil.” Bu kısa yanıtı dile getiren ve belli ki kendini son bir inceleyici bakışla tatmin eden kızıl saçlı adam geri döndü. “Atı burada bırakmak istiyoruz.” dedi Mr. Pickwick. “Bırakabiliriz sanıyorum, değil mi?”
“Atınızı buraya bırakmak istiyorsunuz öyle mi?” diye tekrarladı kızıl saçlı adam, küreğine yaslanarak.
“Elbette.” diye yanıtladı, o sırada elinde atın dizgini bahçe çitine yaklaşmakta olan Mr. Pickwick.
“Hanım!” diye kükredi kızıl saçlı adam, bahçeden çıkıp pürdikkat ata bakarak: “Hanım!”
Uzun boylu, bütün vücudu dümdüz, zayıf bir kadın koltuk altının birkaç santim aşağısında biten kalın, mavi bir kürklü bir paltoyla çağrıya yanıt verdi.
“Bu atı burada tutabilir miyiz, sevgili hanımcığım?” dedi Mr. Tupman, öne atılıp en ayartıcı ses tonuyla konuşarak. Kadın ekipteki herkese dikkatle baktı ve kızıl saçlı adam kulağına bir şeyler fısıldadı.
“Hayır.” diye yanıtladı kadın fazla düşünmeden. “Ondan korktum.”
“Korkmak mı?” diye bağırdı Mr. Pickwick. “Kadın neden korkuyor?”
“Geçenlerde başımızı belaya soktu.” dedi kadın eve dönerek. “Size diyecek başka bir şeyim yok.”
“Hayatımda gördüğüm en sıra dışı şey.” dedi şaşkın Mr. Pickwick. “Ben, ben de gerçekten inanamıyorum.” diye fısıldadı Mr. Winkle, arkadaşları yanına gelince. “Bu atı namussuz bir yöntemle edindiğimizi düşündüklerine…”
“Ne!” diye bağırdı Mr. Pickwick, öfkeyle. Mr. Winkle alçak gönüllülükle fikrini tekrarladı.
“Baksana, arkadaşım.” dedi öfkeli Mr. Pickwick: “Atı çaldığımızı mı düşünüyorsun?”
“Çaldığınıza eminim.” diye yanıtladı kızıl saçlı adam, yüzünü kulaktan kulağa ekşiten bir sırıtışla. Bunu söyledikten sonra eve girip kapıyı arkasından çarptı.
“Rüya gibi.” deyiverdi Mr. Pickwick. “Korkunç bir rüya. Bir insanın bütün gün atsa atamayacağı satsa satamayacağı rezalet bir atla dolaşması!” Üzgün Pickwickçiler karamsar bir ruh hâliyle, tam diplerinde bütünüyle iğrendikleri uzun boylu dört ayaklıyla yola koyuldular.
Dört arkadaş ve dört ayaklı yoldaşları Manor Çiftliği’ne giden patikaya ulaştıklarında saat akşamüstünü geçiyordu; varış yerlerine çok yaklaşmış olsalar da görünüşlerinin tuhaflığını ve içinde bulundukları durumun abesliğini düşündüklerinde normal şartlar altında hissedecekleri keyif suya düştü. Yırtık kıyafetler, çizik suratlar, tozlu ayakkabılar, bitkin görünüşler ve her şeyden öte bir at. Ah, Mr. Pickwick o ata ne lanet ediyordu: Soylu hayvana ara ara nefret ve intikam dolu manalı bakışlar atmıştı; birden fazla defa da hayvanın boğazını kesmiş olsa doğacak masrafı hesaplamıştı ve şimdi hayvanı yok etme ya da onu salma arzusu beyninde on kat daha fazla dolaşıyordu. Bu dehşet hayallerden patikanın başında beliren iki silüeti görmesiyle birlikte sıyrıldı. Gördükleri Mr. Wardle ve sadık hizmetlisi şişman çocuktu.
“Vay canına, nerede kaldınız?” dedi misafirperver yaşlı beyefendi. “Bütün gün sizi bekledim. Doğrusu, sahiden yorgun görünüyorsunuz. Ne! Çizikler! Yaralanmamışsınızdır umarım, ha? Doğrusu bunu duyduğuma sevindim çok. Demek kaza yaptınız, ha? Boş verin. Bu bölgede böyle kazalar bol olur. Joe, yine uyukluyor! Joe, beylerden o atı al ve ahıra götür.”
Şişman çocuk atla birlikte ağır ağır arkalarından geldi. Yaşlı beyefendi, misafirlerini günün maceralarını paylaşmayı uygun gördükleri kadar kısmıyla ilgili cana yakın biçimde teselli ederek onları mutfağa götürdü.
“Sizi kendinize getireceğiz.” dedi yaşlı beyefendi. “Sonra sizi oturma odasındaki insanlarla tanıştıracağım. Emma, vişne brendisini getir. Pekâlâ Jane, buraya iğne iplik getir. Havlu ve su, Mary. Haydi, kızlar, acele edin.”
Üç ya da dört balıketi kız istenilen çeşitli gereçleri getirmek için farklı yönlere dağılırken birkaç koca kafalı, yuvarlak yüzlü erkek de şöminenin yanından kalktılar. (Mayıs ayı olmasına rağmen odun ateşine bağlılıkları sanki Noel vakti gibi candandı.) Bir şişe siyah ayakkabı boyası ve yarım düzine fırça bulup çıkardıkları gibi gizli köşelere gittiler.
“Çabuk!” dedi yaşlı beyefendi bir kez daha ama uyarı gereksizdi. Çünkü kızlardan biri vişne likörünü döküyordu ve diğeri de havluları getirmişti ve adamlardan biri Mr. Pickwick’in bacağını olası bir denge kaybı tehlikesiyle yakalamış, pırıl pırıl olana kadar ayakkabılarını fırçalamıştı. Bir diğeriyse Mr. Winkle’ın elbisesini seyislerin at fırçalamaya dalmışken çıkarmaya alışkın oldukları o tıslama eşliğinde fırçalıyordu.
İşi biten Mr. Snodgrass, sırtını ateşe vermiş dururken ve vişne likörünü yudumlarken içten bir keyifle odayı inceledi. Burayı kırmızı tuğladan zemin ve geniş bacalı; çatısından et, domuz pastırması ve sıra sıra soğanlar sarkan büyük bir ev olarak tarif ediyordu. Duvarlar birkaç av ganimeti, bir iki dizgin ve altında en azından yarım yüzyıldır aynı kişiye ait olduğunu belirten bir yazma olan eski, paslı, alaybozan tüfeğiyle süslüydü. Bir köşede usulca ilerleyen heybetli ve sakin görünümlü eski bir kurmalı saat ve büfeyi süsleyen pek çok kancadan birinden sarkan eşit derecede eski gümüş bir saat vardı.
“Hazır mısınız?” diye sordu yaşlı beyefendi merakla, misafirleri yıkanıp paklanıp, fırçalanıp, likörlendikten sonra.
“Oldukça.” diye yanıtladı Mr. Pickwick.
“Gelin öyleyse.” dedi. Emma’dan bir öpücük çalmak için geride kalan ve karşılığında çeşitli iteklemeler ve tırmalamalarla layığını bulan Mr. Tupman’ın da katılımıyla ekip, birkaç karanlık koridordan geçtikten sonra oturma odası kapısına ulaştı.
“Hoş geldiniz.” dedi misafirperver ev sahipleri, kapıyı sonuna kadar açıp onları karşılamak için öne atılırken. “Manor Çiftliği’ne hoş geldiniz, beyler.”
Altıncı Bölüm
Eski Moda Bir Kart Oyunu Partisi – Rahibin Ayetleri – Mahkûmun Dönüşünün Hikâyesi
İçeri girmeleriyle birlikte, eski oturma odasında bir araya gelmiş olan birkaç konuk Mr. Pickwick ve arkadaşlarını karşılamak için ayağa kalktı ve gerekli tüm formalitelerin gerçekleştirildiği takdim merasimi sırasında Mr. Pickwick, etrafını sarmış olan insanların görünüşünü gözlemleyip kişilikleri ve ilgi alanları konusunda tahminde bulunma fırsatı buldu. Bu; pek çok yüce adamla ortak olan bir özelliği, keyif aldığı bir alışkanlığıydı.
Görkemli bir şapkası olan ve rengi atmış ipek elbiseli çok yaşlı bir hanım -ki bu Mr. Wardle’ın annesinden başkası değildi- şöminenin sağ köşesindeki onur köşesine yerleştirilmişti. Gençliğinin yetiştiriliş tarzının ve yaşlılığında da bu yoldan ayrılmamış oluşunun çeşitli belgeleri, fi tarihinden kalma nakışlar ve eşit derecede eski, yünle işlenmiş doğa manzaraları ve daha modern döneme ait kırmızı ipekten çaydanlık kılıfları şeklinde duvarları süslemekteydi. Hala, iki genç hanım ve Mr. Wardle, yaşlı hanımın koltuğunun etrafına toplanmış, ona gayretli ve aralıksız ilgi gösterme konusunda birbirleriyle yarışıyorlardı. Birinin elinde işitme borusu, diğerinin elinde bir portakal ve üçüncünün elinde ise amonyak ruhu şişesi varken, dördüncüyse kadın rahat etsin diye yerleştirilmiş yastıkları düzeltmek ve havalandırmakla meşguldü. Karşı tarafta