belli ki arabaya bağlı atın yakın bir akrabası olan atı da Mr. Winkle için eyerlemiş bir seyis tutmaktaydı.
“Üstüme iyilik sağlık!” dedi Mr. Pickwick, eşyaları yerleştirilirken kaldırımda dururlarken. “Üstüme iyilik sağlık! Kim sürecek? Bunu hiç düşünmedim.”
“Ah! Siz elbette.” dedi Mr. Tupman.
“Elbette.” dedi Mr. Snodgrass.
“Ben mi?” diye bağırdı Mr. Pickwick.
“Hiç korkmayın, efendim.” diye lafa girdi seyis. “Uslu olduğunu garanti ederim, efendim. Onu kundakta bebek bile sürebilir.”
“Ürkek değil, değil mi?” diye sordu Mr. Pickwick.
“Ürkek mi, efendim? Bir vagon dolusu kuyruğu tutuşmuş maymun görse bile ürkmez.”
Son övgü su götürmezdi. Mr. Tupman ve Mr. Snodgrass arkaya geçtiler; Mr. Pickwick tüneğine çıktı ve ayaklarını aşağıda ayak konulsun diye yerleştirilmiş kumaş kaplı rafa yerleştirdi.
“Pekâlâ, Cilalı William.” dedi seyis, yardımcı seyise. “Beyefendiye şeritleri ver.” “Cilalı William” lakabı muhtemelen dümdüz saçı ve yağlı suratı yüzünden kendisine verilmiş olan seyis, dizginleri Mr. Pickwick’in sol eline verdi ve baş seyis de sağ eline bir kırbaç sokuşturdu.
“Wo-o!” diye bağırdı Mr. Pickwick, dört ayaklı uzun canlı dinlenme odası penceresine doğru kararlı biçimde meyledince. “Wo-o!” diye tekrarladı Mr. Tupman ve Mr. Snodgrass, arkadan. “Yalnızca oyun oynuyor, beyler.” dedi başseyis cesaret verircesine. “Onu sıkıca tut, William.” Yardımcı seyis hayvanın taşkınlığını kontrol altına alırken, başseyis de Mr. Winkle’a atın üstüne çıkması için yardım etmek üzere koştu.
“Arzu ederseniz öbür taraftan çıkın.”
“Eğer beyefendi yanlış taraftan çıkmaya çalışırsa çok kızar.” diye fısıldadı sırıtan seyis, ifade edilemeyecek kadar memnun garsona.
Mr. Winkle, talimat üzerine birinci sınıf bir askerle karşı karşıya kalmış olsa yaşayacağı zorluk kadar bir zorlukla eyere çıktı.
“Oldu mu?” diye sordu Mr. Pickwick, içten içe bir şeylerin yolunda olmadığını sezerek.
“Oldu.” diye yanıtladı Mr. Winkle hafifçe.
“Sal onları.” diye bağırdı seyis. “Sıkı tutunun, efendim.” ve önce araba, sürücü koltuğunda olan Mr. Pickwick ve binek atı da sırtına oturan Mr. Winkle’la birlikte bütün han avlusundakilerin keyifli ve memnun bakışları altında yola koyuldular.
“Nasıl yana doğru gider?” dedi arkadaki Mr. Snodgrass, eyer üstündeki Mr. Winkle’a.
“Hiçbir fikrim yok.” diye yanıtladı Mr. Winkle. Atı oldukça gizemli bir şekilde yolu arşınlıyordu. Yandan gidiyordu, kafası yolun bir tarafına kuyruğu da öteki tarafına bakıyordu.
Mr. Pickwick’in ne bunu ne de başka bir şeyi gözlemleyecek fırsatı vardı. Zihninin tamamını, yoldan geçenlerin ilgisini çeken ama hiçbir şekilde tam arkasında oturana komik gelmeyen çeşitli tuhaflıklar sergileyen arabaya bağlı bu hayvanı yönetmeye adamıştı. Çok sevimsiz ve rahatsız edici bir şekilde sürekli başını kaldırmasının ve dizginlerini Mr. Pickwick’in tutmasını zorlaştıracak derecede çekmesinin yanında, arada sırada yolun bir o tarafına bir bu tarafına atılıp sonra bir anda durup birkaç dakika boyunca kontrol etmesi güç bir hızla koşmak gibi tuhaf bir eğilimi vardı.
“Bu ne anlama geliyor olabilir?” dedi Mr. Snodgrass, at yirminci kez manevra yaptığında.
“Bilmiyorum.” diye yanıtladı Mr. Tupman. “Ürküyor gibi görünüyor, değil mi?” Mr. Snodgrass cevap vermek üzereydi ki lafı Mr. Pickwick’in bağırmasıyla birlikte yarıda kaldı.
“Haaay!” dedi beyefendi. “Kırbacımı düşürdüm.” “Winkle.” dedi Mr. Snodgrass, binici uzun atın üstünde, sanki egzersizin şiddeti yüzünden parçalara ayrılacakmış gibi tir tir titreyerek yanlarına hızla gelince. “Kırbacı al, aziz dostum.” Mr. Winkle yüzü simsiyah olana kadar atın dizginlerinden çekti ve sonunda atı durdurmayı başarınca indi, kırbacı Mr. Pickwick’e verdi ve yuları sıkıca tutarak atın üstüne çıkmaya hazırlandı.
Belki uzun at, yaradılışının oyunbazlığı sebebiyle Mr. Winkle’la biraz masumane şakalaşma arzusu içindeydi ya da üstünde biri olmadan da yolculuğu keyfine göre tamamlayabileceğini anladı, bunu elbette kesin ve açık biçimde bilemeyiz ancak hayvanın amacı her neyse kesin olan bir şey vardı ki Mr. Winkle’ın dizginleri tutması ve hayvanın başından geçirmesiyle atın öne atılması bir olmuştu.
“Zavallı dostum.” dedi Mr. Winkle rahatlatırcasına. “Zavallı dostum, güzel, sadık at.” “Zavallı dostum” boş iltifattı; Mr. Winkle hayvanının yanına yaklaşmaya çalıştıkça hayvan daha da uzaklaştı ve bütün tatlılık ve yaltaklanmalara rağmen Mr. Winkle ve at birbirlerinin çevresinde on dakika ya da daha uzun süre dönüp durdular. Sonunda başladıkları yere dönmüşlerdi ki bu her koşul altında tatminsizlik yaratabilecek bir durum olsa da hiçbir yardım alınamayacak yalnız bir caddede özellikle rahatsız ediciydi.
“Ne yapacağım?” diye bağırdı Mr. Winkle, kovalamaca kayda değer bir süre boyunca devam edince. “Ne yapacağım? Üstüne çıkamıyorum.”
“En iyisi geçide gelene kadar onu yönlendirmek.” diye yanıtladı Mr. Pickwick, arabadan.
“Ama gelmiyor!” diye kükredi Mr. Winkle. “Gelin ve onu tutun.”
Mr. Pickwick âdeta nezaket ve insaniyetin vücut bulmuş hâliydi: Atın dizginlerini attı ve dikkatle yere indikten sonra yoldan birileri geçer diye arabayı kenara çekti ve Mr. Tupman’la Mr. Snodgrass’ı araçta bırakıp dertli yoldaşının yardımına koştu.
At, Mr. Pickwick’in araba kırbacıyla yanına yaklaştığını çok geçmeden algıladı. Daha önce benimsediği dönme hareketini gerileme hareketiyle o kadar hızlı değiştirdi ki hâlâ dizginin ucunda olan Mr. Winkle’ı az önce geldikleri yöne doğru hafif koşudan daha hızlı biçimde çekmeye başladı. Mr. Pickwick yardıma koştu koşmasına ama o ne kadar hızlı koşarsa at da o kadar hızlı geriliyordu. Epey ayak sürüme, toz kaldırmadan sonra kolları neredeyse yuvalarından çıkan Mr. Winkle dizgini büsbütün bıraktı. At duraksadı, baktı, başını salladı ve sessizce eve, Rochester’a koşarak ifadesiz kederle birbirlerine bakmakta olan Mr. Winkle ve Mr. Pickwick’i arkasında bıraktı. Yakın mesafeden gelen bir tıkırtı sesi dikkatlerini çekti. Başlarını kaldırdılar.
“Üstüme iyilik sağlık!” diye bağırdı acılı Mr. Pickwick. “Diğer at da kaçıyor!”
Olan tam olarak buydu. Hayvan sesten korkmuştu ve dizginleri de boştaydı. Sonuç tahmin edilebilirdi. Dört tekerlekli araba, içinde Mr. Tupman ve Mr. Snodgrass’la birlikte fırladı. Her şey bir anda oldu. Mr. Tupman kendini aşağı attı, Mr. Snodgrass onu taklit etti, at dört tekerlekli arabayı ahşap köprüye vurdu, tekerlekleri gövdeden ve oturağı da tünekten ayırdı ve en sonunda yarattığı kargaşaya bakmak için hareketsizce durdu.
Olaydan etkilenmeyen iki arkadaşın ilk yaptığı şey talihsiz yoldaşlarını çit çalısının içinden kurtarmak oldu. İkisinin de giysilerinin çeşitli yerlerindeki yırtıklar ve çalılardan kaynaklanan çeşitli kesikler dışında yaralanmadığını görünce kelimelerle ifade edilemeyecek bir tatmin duygusu hissettiler. Yapılacak sonraki şeyse atı koşum takımlarından kurtarmaktı. Bu karmaşık süreçten etkilenmiş olan ekip, atı yanlarına alıp yavaşça ilerledi ve arabayı da kaderine terk ettiler.
Bir saatlik yürüyüş gezginleri, önünde tuhaf