Veli Toprak

Son Alperen Muhsin Yazıcıoğlu’nun Sır Görüşmeleri


Скачать книгу

bir istişare etmemiz gerekir. Sizlerden başka doğru dürüst istişare edecek adam da bulamıyorum. Kendimi de iyi hissetmiyorum.” diye bizi Mustafa Özbek sendikaya davet etti. Orada aşağı yukarı 1,5 saat Mustafa Özbek’in konuşmalarını sabırla dinledik. 45 dakika da Muhsin Bey konuştu. Muhsin Bey’in konuşması bittiği zaman beklemediğim bir terbiyesizlik diyebileceğim Mustafa Özbek’ten karşı çıkış, “Çocuğunu azarlar gibi” derler ya halk dilinde, öyle bir görüşme ve ağzına geleni söyledi. Gözümün içine bakıyor Muhsin Bey. Biz orada davetliyiz, misafiriz. Yanlış da yapsak, kötü de yapsak, eğer aldanmışsak onu söyleyebilirsin. “Yanlış yaptın.” diyebilirsin ama hakaret etmeye hakkın var mı? Hem evine çağırdın hem de evinde hakaret ediyorsun bize. Sabırla ben bekledim. Mustafa Kafalı ve diğer öğretim üyeleri de orada bulunuyor. Onlar da müşavir. 7-8 kişinin içinde oldu bu hadise. Orada gayet sabırlı “Allah’a ısmarladık.” dedi gitti. “Ben biraz daha kalacağım.” dedim. İşin teferruatını görüştük. Birbirilerine kızgınlık taşıyan insanların uzun süre konuşmadığı zaman o kızgınlığı içinde büyüterek ve ekleyerek nasıl bir has-mane, düşmanca bir tutum hâline gelebildiğini ben çok rahat anladım çünkü bu benim mesleğimin bir parçası. Böyle tatsız şeyler de görüldü.

“Bazılarına Üzüldüm, Nasıl Çevresinde Bulundular”

      Ama daha sonraki seçimlerde de “Biz iktidar olalım.” şeklindeki bir noktada partide atılım yapılamadı. Çünkü “Elde var bir.” derdi Muhsin Bey. Bu elde biri kaybetmeden 2, 3, 5 yapmak mantıken doğru. Elde bir olan seni de beni de sıkıntıya sokuyor. Maksat iktidara gelmek, Türkiye’ye iktidar olarak hizmet etmenin dışındaki maksatlar galip geliyor. Benim 97 sırasında olan hadiselerde önceden bilgilerim vardı. İstifa dilekçelerimizi Haluk Çay ile beraber daktilo ettik, 2007’de. Orada tatsız konuşmalar oldu. Enteresandır, herkesin “Ülkücü olunca böyle olur. Böyle bilgili olmak, hatip olmak gerekir.” diye beğendiği 3-4 arkadaşımıza hâlâ üzülürüm. Muhsin Bey’in çevresinde bu kadar nasıl vakit geçirebildiler. Burada biraz evvel adı geçti birisinin. O benim yüksek lisans öğrencimdi. Yüksek lisans öğrenciliği yaparken yurt dışından bir burs bulduk. O bursla doktora yapsın diye de yurt dışına gönderdik. Ailece de severim. Babasının elini de öptüm. Sofralarına oturdum. O yüzden onu gündeme getirmek istemem.

      Şimdi bu tiplerin benim oradaki tavrım ve bir siyasi parti genel başkanının “Yahu biz anlaşmıştık. Şurada şöyle şöyle. Bunları hiç konuşmadık, haberimiz yok. Ne oluyor?” dediğimde ortalık karıştı ve bunların hakaretine uğrar gibi oldum. Neredeyse karşılıklı bize yakışmayacak güç, kuvvet, patırtı. Hepsi birbirine karışacak ortam doğdu. 51 kişi biliyorsunuz. “BBP’de bir şeyler oluyor.” diye basın yazdı. Biz böyle bir keyiflendik, havalandık falan. “Seçime girmiyoruz.” noktası çıktı.

“Ağar da Mumcu da Sırtından Attı Bizi”

      Namık Kemal Zeybek, Erbakan ile temasını devam ettiriyordu, ben de DYP ile temasımı devam ettiriyordum. Ayrı ayrı görevlendirilmişiz. O teması devam ettiriyoruz. Orada iyi istişare edilerek yürütülemedi. Benim yakın arkadaşım, eski dostum ama Mehmet Ağar bizi sırtından attı. Daha doğrusu yine benim doktora öğrencim Erkan Mumcu Bey de oyalayıp oyalayıp sırtından attı. Bina falan ele geçirildikten sonra sen dışarıda kal, Muhsin Bey sen de dışarıda kal. Ben de inat ettim. Bunun ikisini bir araya getireceğim. Ağar’ı da razı ettim. Ama Muhsin Bey neredeydi? Samsun mu, Çorum mu bir partilinin oğlunun sünnet düğününde. Ne işin var orada? Bu kadar sene hukukumuz var. “Ben o hareketten bir şey ummuyorum. Olmayacağını düşündüğüm için de burada bari gönül alalım diye çıktım geldim.” dedi. Çok yanlış yaptın. Ben onu yakaladım. “Sen de burada olacaktın. Mecburen ikiniz bir araya gelecektiniz. Yoruma ve başkasından duyduklarımızla değil, bizzat hadiseyi yaşayarak noktayı koyacaktık.”

“Hakkınızı Helal Edin, Biz Gidiyoruz”

      2007’de BBP’den ayrılmanız nasıl oldu?

      2007’de bunu gördüm. Bir başka parti, ipe sapa gelmez bir parti. Ondan da daha evvel haberim olmayan bir görüşme çıktı orta yerde. İşte biraz evvel adını söylediğim, çok ülkücü herkese pabuç bırakmayacak şekilde konuşan adamlar. Bunlar çok zararlı olmuştur. Biz de önceden bunları kestirdik. Duyumlarımız da vardı. Daktilo edilmiş istifa dilekçelerimizi bizzat aldım. Dedim ki, “İstifa dilekçelerimizdir. Bunları biliyorduk.” Ondan sonra sizin başka şeylerle de görüşmeleriniz oldu. Ben o zaman sizinle ilgili kanaatlerimi, düşüncelerimi zaten muhafaza ediyordum. Daha kuvvetli ve en iyi bilen arkadaşımı tespit ettim ama ben istifa ettiğim anda bu nokta çok açık şekilde konuldu ve şaşırdı tabii. “Hakkınızı helal edin. Biz gidiyoruz.” dedik. Sadece bir mırıldandı. “Enis Hoca’yı bir türlü ben anlayamadım, keşfedemedim.” dedi ama neye yarar ve parti 3. defa bir travma yaşadı ve bunlar bizi üzmedi değil.

      Ondan sonra ben aktif manada bir siyasi parti bünyesine girerek politika yapmadım. Sonra kendimiz bir parti kuralım dedim. Ama tertemiz adamlardan. Gösterdiğiniz zaman “Var mı sizde böyle parti, böyle düzgün adamlar?” Bunu diyebileceğimiz bir toplanma partisi, bölgesi kuralım. Bununla ilgili bir çalışma yaptık. Ama o arada bir erken seçimle yeni partiler hükûmetin bir takım tasarrufları, hâlleri falan ortalık bir karıştı. Bizim partinin, aldığımız partinin eski başkanı da onlarla beraber. Ben oradan da istifa ettim. Bugün soran olursa işte bilgileri, hatıraları aktarıyoruz.

“Rahşan Ecevit’in Babasına Asistanlık Yaptım”

      Bugünlere gelmenizde emeği olan insanlar mutlaka vardır, siyaset ve bürokraside pişmenizi sağlayan…

      Şunu iddia edebilirim, bütün bu talebeliğimden beri gördüklerim, bir şansım da şu benim; Prof. Fındıkoğlu’nun asistanı olmak. Bunların en küçüğü 1904 doğumluydu. 2-3 devri bir arada görmüş insanlar. Bunların arasında Ecevit’in kayınpederi de vardı. Rahşan Hanım’ın babası: Namık Zeki Aral. Menderes döneminde Gelir Vergisi Kanunu’nu yazan, Parlamentodan geçiren ve Batı dünyasının sistemine uygun ilk kanununu da hazırlayan, yazan şahıstır. DP zamanında çok uzun süre de müşavirlik yapmıştır. Enteresan bir adamdı. O eski komutanlar cephelerinde, Doğu’da, Güney’de, Batı’da Yunan cephesinde savaşan komutanlar benim hocamın arkadaşlarıydı. Kimi kendisinden 3, 5, 10 yaş büyük, kimisi kendisi kadar ve bunların toplantıları olurdu. O toplantılara Fındıkoğlu Hoca “Sen meraklısın, gel.” diye beni zabit kâtibi olarak görevlendirmişti. Notları tutar, bir sonraki toplantıda bunları anlatırdık ve onların öyle hatıraları, öyle ağlamaklı, öylesine sevinilecek hatıraları vardı ki anlatamam. O dönemde bu kadar ileri görüşlü muhteşem adamların bulunmuş olması hâlâ hayretime muciptir. İşte onların iklimiyle, onların arasında bulunmuş olmak benim için çok büyük avantajdı.

“Garih’in Dedikleri Harfiyen Gerçekleşti”

      Bütün bunlardan sonra şimdi ne derler, yeni nesle, politikacılara, bence yaşça benden de büyük oldular. Bunları anlattığım zaman dünyalarının değiştiğini görüyorum. O da şundan oluyor; doğru kaynaklardan doğru bilgilere varamayan insanlar Parlamentoya doldurulmuş. Haberi yok dünyadan. Doğru bildiklerinin yanlış olduğunu sorgulayamayacak kadar da kopmuşlar. İşte o ikili partinin birkaç kişinin gücü altında toplanmış olmanın sonuçları.

      Onları konuştuk tabii. Onların hepsi arkadan getirildi ve demokrasi adına, insan hakları adına falan diye gündeme çıktı. Ama bunların arkasında daha başka türlü şeyler var. Sayın Baykal’ın da o aktif görevi dolayısıyla Recep Tayyip Bey de kurduğu partinin başbakanı olarak görev almak durumunda kaldı. Ama Üzeyir Bey’in bize anlattıkları harfiyen gerçekleşti. Dolayısıyla “Niye CHP?” derseniz çünkü CHP’nin tarihî bir geçmişi var. Büyük parti. Barajı her ne kadar 1999’da aşamasa da oradan çıkan bir Ecevit var, aşmış gelmiş. Sonra bunlar tabii aynı nehrin