Veli Toprak

Son Alperen Muhsin Yazıcıoğlu’nun Sır Görüşmeleri


Скачать книгу

sonradan iktidarı gücü ele geçirenlerin politik bir pragmaya dönüştü. Tarih bunu maalesef kanıtladı.

“Bakan İken Ricasını Emir Telakki Ettim”

      Siz AK Parti’de bakan olduktan sonra ilişkiniz nasıldı, sizden ricası olur muydu?

      Yazıcıoğlu’nun ömrünün son deminde, bugün benim tespit ettiğim olguya tanık olmanın hayal kırıklığını ve üzüntüsünü yaşadığını düşünüyorum. Bunu zaman zaman konuşmalarımızda da açık bir şekilde ifade etmese de çeşitli konulara ilişkin eleştiri ve yakınmaları bana da söyledi. Biz partilerimizin takındığı tavır nedeniyle farklı kamplarda görünüyorsak da aralıksız olarak iletişimimizi sürdürdük. Hem kadrosuyla hem kendisiyle. Ben naçizane partimin (AK Parti) iktidarda olduğu ve bakan olduğum dönemde onun her türlü ricasını emir telakki ettim. Geciktirmeden, bekletmeden neticelendirdim. Taleplerinin çoğu, sınırlı sayıda belediyelerinin mağduriyetlerinin ortadan kaldırılması veya bürokraside mağduriyete uğramış ya da uğraması muhtemel değerli vatan evlatlarının hak ve hukukunun gözetilmesinden ibaret şeylerdi. Benim için anlamı, onun rica etmesi değil, benim dikkatime getirmiş olmasıdır. Bunları yerine getirmekten bahtiyarım çünkü milletimizin tarihi içinde çok özel bir yeri olduğunu düşünüyorum. Özel bir şahsiyet modeli olduğunu düşünüyorum.

“Adanmış Bir Ömür, Dava Adamı”

      Sadece bir siyaset adamı olarak mı gördünüz, tanıdınız?

      Yazıcıoğlu’nu bir siyasetçi diye yorumlamak, anlamak doğru ve tutarlı bir şey değil. Böyle birisi değildi. Bir taraftan aydındı, toplumun değerlerine, kaderine, ülküsüne duyarlı, onu ayağa kaldırmaya adanmış bir ömrün, hangi durumda nerede durması gerekiyorsa onu yapmaya çabalayan ve üstüne yüklenen yükün ağır mı hafif mi olduğuna, taşıyıp taşıyamayacağına hiç bakmaksızın yük varsa altına giren bir adamdı. Onu böyle BBP, milletvekilliği veya siyasi partiler veya siyaset parantezi içine sıkıştırmak ona haksızlık olur. Aynı zamanda kültür adamı idi, şimdilerde değerini çok yitirmiş olsa da o bir dava adamıydı. Onun hayatı adanmışlık üzerine kuruluydu. Muarızları acımasız militanlığına dair hikâyeleri çok anlatırlar. Ama ben onu her zaman merhametli bir adam olarak gördüm. İletişime çok açık, muarızlarını bile anlamaya çok açık insandı. Meclis kulisinde etrafında oluşan halka her zaman rengârenk bir halka olmuştur. Hem milletvekilleri hem ziyaretçiler hem de basın mensuplarına kategoriler hâlinde bakın, hiç tek renkli bir topluluk görmezdiniz.

“Tebessümünü Unutamıyorum”

      Çok beğendiğiniz, unutamadığınız bir özelliği var mı?

      Kendisine çok yakışan muhteşem tebessümü ile onu hep öyle hatırlıyorum. O tebessümden bahsetmek istiyorum. Benim aklımdan çıkmayan şey odur. Yazıcıoğlu deyince aklıma o gelir. Öyle bir tebessüm ki samimiyet, içtenlik, mahcubiyet, tevazu… Her şey o tebessümün içinde vardı. O tebessümün zihnime kazınmasının sebeplerinden bir tanesi de kendisine bir gün kılık kıyafet seçimi konusunda yaptığım bir eleştiriye verdiği yanıt olmasıdır. Dedim ki “Reis, biz biliyoruz yani her tarafın buram buram Anadolu da, kılıktan kıyafetten yansımasa. Ben sana stil danışmanlığı yapayım.” O anlattığım gülümsemesi ile bir şey demeden tebessüm etmişti. “Bizden bu kadar.” gibi bir şey söylemişti. Sadece samimiyetim mazeret yerine geçebilir. Kabalık değildi. O da biliyordu ki her zaman olabileceği en iyi yerde görmeyi hayal ettim. Bunu bildiği için olumsuz tepki göstermeyip “Erkancığım bizimki de bu kadar.” demişti.

“Nankörlükten Yorulmuştu”

      Son yıllarında görüşmeniz oldu mu?

      2007 yılında beni evinde bir kahvaltıya çağırdı. İslamcı siyasa, kendisini millî mefkûrenin bir aygıtı olarak görmekten çok, gücün sahibi olarak görür. Kendisine vaaz eden bir hâletiruhiye ile hareket ettiği yönündeki eleştirilerimi söylediğimde, acı ile tebessüm ettiğini hatırlıyorum. Yorgundu. Nankörlükten yorulmuştu aslında. “Delikanlı” bir adam olduğu, pes etmek kitabında da yazmayan bir adam olduğu için mukadderatına doğru gitti.

      DYP ile ittifakı (2007) başarabilseydik ben yeniden yollarımızın bir araya gelebileceğini ve aslında AP’li babalarımızdan devraldığımız Türkiye’yi, sağ siyaset mirasını kendi kuşağımızın konumlandırmasıyla yeniden devam ettirebileceğimize inanıyordum. Böyle bir hayalim vardı. DP, AP, ANAP’a gelen çizginin yeniden DP’yle birleşmesiyle 60-70’lerde yapılmış dışlayıcı hataları yapmadan demokrat bir siyaset alanı olarak başarılabileceğini, kendisinin de tarihsel bir rol oynayabileceğine inanıyordum. Biz başaramadık.

      İttifak niye kurulamadı?

      Biz şunu hedefliyorduk. DYP-ANAP-BBP, gelirlerse SP, ben Devlet Bahçeli’ye de gittim. Hatta MHP. Çok kapsamlı bir sağ siyasal çatıyı kurabilir miyiz? Ben ağırlıklı olarak bu çabayı gösteriyordum. Erken seçim kararı alınması, yeni bir siyasi parti çatısını imkânsızlaştırdı. Çünkü YSK, seçime girecek partilerin listesini yayımlamıştı. Mevcut tüzel kişiliklerinden birinin çatısı altında bir birleşme dışında hukuki imkân kalmamıştı. Bu bizi hayallerimizden uzaklaştırdı. Rahmetli Başkan’la da bu aşamada görüşmüştük. İttifak formülünün bu aşamada daha doğru olacağını ifade etti. Ben de vatandaşın ittifaklara güven duymadığını, seçimde başarı elde etmenin ittifak değil birleşmeler olduğunu söyledim. Benim önerim imkânsızlaştı.

“Aşağılık Bir Kolpa ile Dışarıda Kaldık”

      Mehmet Ağar da prensipte olumsuz bir beyanda bulunmuyordu. Benimle konuşurken bulunmuyordu ama Ağar’ın beyanlarının pek çoğu sonradan yalan çıkınca hangi beyanında samimiydi değildi bugün yargılama imkânından yoksunuz. DYP’nin DP olması ve birlikte seçime girme imkânımız yoğun bir sabotaja maruz kaldı, anladığım kadarıyla rahmetli Muhsin Bey de bu sabotaj girişimlerini görüyordu, konuştuğumuz şeyin gerçekleşme ihtimali kalmadığını o da gördü. Erken seçim kararı ve 367 tartışmalarının yarattığı travma, sonradan çok daha ayrıntıları ortaya çıkan başta örtülü ittifakların Mehmet Ağar’ın iradesini bloke ettiğini bize gösterdi. Nitekim biz o seçimde, aramızda bir anlaşma hatta imzalı yazılı protokol bulunmasına rağmen seçim dışı bırakıldık. Bildiğiniz kolpa… Aşağılık bir kolpa ile seçim dışında kaldık. Hayallerimiz yıkıldı. Türkiye yanlış yola girdi, 15 Temmuz’a kadar getirdi.

      Türkiye’nin başına gelenleri, olaylar üzerinden tarih okuması yapmıyorum. Ne yaşadıysak, 10-20 yıl önce ne yaşanacağını neredeyse takvim vererek söyledim. Bu bir kehanet değil. Sosyal hadiselerin tabiatı vardır. Toplumun tabiatı vardır, siz o tabiat hakkında hakikatlere vâkıfsanız sıhhatli öngörülerde de bulunursunuz ve bu kehanet değil. O hayal böylece tarihin çöplüğüne atıldı. Başka bir koalisyon AK Parti-Fetö koalisyonu iktidar oldu.

      2007’nin sonunda siyaseti tamamen bıraktım. Ülkede yaşananlar karşısında özellikle aydınların duyarsız hatta ikiyüzlü, iktidar yardakçısı pozisyonları beni tiksindiriyordu ve o yüzden siyasete dair ne varsa uzaklaşma kararlılığındaydım, gidip gelemedim. Ama Reis dirayetli adamdı, mücadelesine, kavgasına devam ediyordu, doğrusu ben de kendisini bir taraftan hayranlıkla, bir taraftan hak ettiği saygınlığa kavuşmamış olması nedeniyle öfkeyle izliyordum. Öfkem, yanında olması gerekip olmayanlara idi. En azından hakkını şifahen bile teslim edecek bir kadirşinaslık bekliyordum, görmedim. Rahmetlinin hayatı boyunca da bunu gördüğüne tanık olmadım.

      Demek ki tıpkı Nebiler, Resuller, Veliler, Şehitler gibi… Şehitlerin şahı Hz. Hüseyin gibi kimseden bir şey ummadan, beklemeden, mücadelesini sürdürdü. O belli ki mükâfatını Hak’tan bekliyormuş, Cenabımevla ona